12/24/2011

kumkuat

1

bugün günü birlik, datça' ya gezmeye gittim. daha önceki seferlerde eski datça' ya gitmemiştim, büyük hataymış. orayı böyle katlayıp cebime atayım istedim o kadar güzel.
sonra da bahçesi fidanlık olan bir adamın evine girdik ve o mükemmel ötesi canlıyla tanışmam tam da o ana tekabül etti. dedim bu ne? dedi kumkuat. dedim bir daha söyle. mükemmel ferahlatıcılıkta olduğu iddia edilen meyve sularının reklamlarından bir sahne gibiydi.
işte o anda ağzıma bir kumkuat attım. böyle bir meyvenin varlığından haberdar olmayan tek insan evladı ben miymişim bilmiyorum ama bugüne kadar çok şey kaçırmışım. yediğim andan itibaren çizgi filmlerdeki gibi rengarenk kalpler havada uçuştu. erik büyüklüğünde minyatür portakalımsı, mandalinamsı bir meyve ve kabuklarıyla bütün bütün atıyorsun ağzına. diğer turunçların kabuğundaki alkolik acılık kesinlikle yok, bir de üstüne yedikten sonra bir süre nefesine güzel bir koku veriyor.

teşekkürler evren bize böyle bir meyve verdiğin için.

*günü birlik datça' ya gidilen bir hayata durup durup güldüğümü söylesem siz de hak verirsiniz bence.

12/15/2011

epic boss is epic

1

patron şantiyede ne yapıyorum ne ediyorum diye hal hatır soran bir mail atmıştı, onun üstüne benim cevabımla aramızda bir hoşluk oluştu derken son cevap mailinde yazdığını aynen aktarıyorum;

"Boş vaktin olursa farklı sauna, hamam tasarımları yaparsan iyi olur başka projelerimizde kullanmak için J"


evet, çünkü ben boş zamanlarımda hep 4'e 4' lük ya da 5'e 5' lik (ya da her ne haltsa)  odalar çizip, içlerinde çılgın farklı hamamlar saunalar hayal ederim; huyum kurusun.
*sonundaki gülen surat da yatmadan önceki yüz fırça darbesi

12/14/2011

ben himalaya tuzunu yalnız sana yakıştığı için severim

1

insanlar nelerle uğraşıyor bunlar nelerle uğraşıyor? alttaki dörtlüğü parayı bulup da yaşam gurusu kesilen herkese ithaf ediyorum;

sabah kahvaltıdan önce yeşil suyu
yemeklerinde himalaya tuzu
doğumunda yaşam koçu
gel gör beni havyarlar neyledi



haber için; tık

bu ara milliyet.com.tr' yi msntr ile aldattığım söylenebilir.

12/04/2011

ev ekonomisi dersinde ortaya doğru daralan halı

4

geçen sabah uyandım. iş hayatındaki 2. ayımı bitirmiş olduğum noktada, daha ne kadar bu şekilde yaşayacağımı düşündüm. dedim iyimser bir ihtimalle 55 yaşında emekli olsam, kaldı 31 sene 7 ay. dedim iyi, iyi. iş hayatının net bir özeti; "akşamları bir kaç saat yaşayabilmek için gündüzlerini satmak" değil mi? akşam gel, ölümüne yorgun ölümüne halsiz.
çarşamba gecesi 9.30' da uyudum. perşembe sabahı yine mutsuzdum. perşembe sabahı kalktığımda, bu gece daha erken yatacağım ulan diye düşündüğüm noktada dedim sakin. daha erken kaçta yatacaksın?perşembe akşamı ise hiçbir şey yaşanmamışçasına 10.30' da yattım.
çok değil, 7-8 ay öncesine kadar süren 5 yıllık hayatımın, bugünlere ulaşmak için yaşanmış olması saçmalığın daniskasıymış meğer. henüz mezun olmayan insanların okul ile ilgili iletilerini görüyorum ve acı bir ifadeyle yaşadıklarının hepsinin benimkileri yaşamak için olduğunu düşünüyorum.
bunları dediğime bakma, bence çalışmak gerçekten okuldan daha güzel. özellikle kendi üniversite tempomu düşününce. 4 yıl boyunca her akşam yapması gereken bir şeyler olunca bir insanın, akşamların boş olduğu iş hayatına güzel demesi de beklenmeyen bir şey olmasa gerek.
ama yine de tüm bu durum, öğlen 2 civarında içime dolan ne yapıyorum lan ben burada? o.O hissiyatını değiştirmiyor.
insanın istediği şeyleri izleyebilmesinin, istediği yerlere gidebilmesinin, istediği şeyleri dinleyebilmesinin imkanı yok bu hayat düzeninde.

dün gece tv izlerken biraz uzanayım gibi masumane bir düşünce üzerine cumartesi akşamı 9' da uyuyarak şahsi rekorumu kırdığımdan bahsetmiş miydim?

-nasıl ki su elde edilebilmesi için hidrojen ve oksijenin net bir oranda birleşmesi gerekiyorsa; aynı şey tahin-pekmez karışımı için de geçerli. haş-iki-o kadar net diyemesem de, tahinin biraz daha fazla olması gerektiğini söyleyebilirim. tahin3-pekmez2 ya da 5tahin-3pekmez tarzı bir tarif verebilirim.

-firmada iş yaptığımız bir adam var. ismi kahraman kral. adamın yüzüne yüzüne gülmemek için zor tutuyorum kendimi. tamam ataerkil bir toplumuz ama soyadın kral ise de çocuğuna kahraman ismini koymayacaksın. oldu olacak kralların koy adını.

-geçende çok ciddi bir şekilde müzik dinlemek büyük günah diyen insan gördüm.

-lastfm' de led zeppelin sayfasını geziyordum. lastfm kullananlar bilir, grup sayfalarına girdiğinde o grubu en çok kim dinlemiş görebiliyorsun. ve ben o gün, 130.000 kez led zeppelin dinlemiş insan gördüm. insanın sadece bir grubu bu kadar dinlemiş olması mümkün mü yahu?

-müzik dinlemek büyük günah diyen adamın bakış açısından, üstteki adamın yatacak yeri yok değil mi? toprak bile kabul etmez onu aslında.

-şantiyede geçen 1. ayın sonunda insanlığa olan inancımı tamamiyle yitirdim.

-orta okuldayken ev ekonomisi dersinde halı ördürürlerdi ya hani, allah onları bildiği gibi yapsın. o halı ne kadar dikkat edersen et, ortaya doğru daralır ve saçmalardı. sökersen ve bu sefer çok dikkat edeceğine dair tam bir inancın olsa da sonra bir bakarsın, yine ince belli bir halın var. makrome ile yaptırılanlara değinmek bile istemiyorum.

-diş fırçasını üç ayda bir değiştirmeliyiz diye bir kural var ya. ne kadar tırt. of sinir oluyorum, sevgili diş doktorları üç ay çok kısa bir süre, bunun diş fırçası firmalarının bir oyunu olduğunu itiraf edin artık. neyse ben yine de değiştirmeye çalışıyorum. ama -bir takım dayatmalar sonucu eskimiş olduğuna karar verilen- diş fırçalarını mutlaka bir yerlerde kullanabileceğime dair sonsuz bir inanç taşıyorum. çoğunlukla da ayakkabı terlik falan temizlerim bunla ben diye atamıyorum.

sevgiler.



11/29/2011

öptüm by

2

geçende fizy' de bir şarkı arattım ve bana resmen yanlış yerlerinden şarkılar attı.
seni severdim ve sana rağmen yine severdim, anladım ki sana fazla. take care
oyalama beni, veda et artık. take care
bana yanlış yerlerinden atma, ben gittim. take care
aklımın odalarından çık git artık. take care
aşka inat, durma git. take care
bu ruh arsız kararsız. take care
günlerim ağlak, sen bana bakma. take care
her şey yalanmış. take care
daha ne diyeyim? take care
who wants to be alone.I dont. take care
kimi bulsan benim gibi olmayacak ama yine de take care


take care aratınca bana bunları sunan fizy' ye kendi düşünme tarzıyla cevap vermek istiyorum (candan' dan); "dont tell me take care, it' s absurd.
I sure take care myself, dont be afraid."


eheheh. I am frekin loving chicken translation!

11/27/2011

başlık bilemedim

1

bugünün şarkısı; going to california
Going to California by Led Zeppelin on Grooveshark


entourage' ın son bölümünü izledim ve friends bittiği zamanki 'sanki kendi arkadaşlarımmış ve bir daha onları göremeyecekmişim' hissiyatını yaşadım. ne kadar manyakça aslında. herkesin ve her şeyin bir sonu vardır teması karşıma çıktıkça daha da acayip hissediyorum.
şu an herkese ve her şeye uzak olmamla da alakası vardır büyük ihtimal.

11/17/2011

freaky photoshop

3

biraz nbc filmleri tadında, biraz gotik, biraz alın yağlı, biraz orta dünyasal, biraz kızıl biraz mavi, pro-islamic' liğin asil rengi

11/15/2011

mutluluk boş bir sidik torbasıdır

4

-çok kaynamış yumurta nasıl enerjimi çekiyor tarif edemiyorum. bir de çok kaynadığı yetmezmiş gibi üstüne bekletilen yumurta var ki.. tanrım bahsederken bile fena oluyorum. izmir' de boyozun yanında yiyiyor insanlar bunu seyyar satıcılarda. yeşile çalan bir mor hayal edin.

-geçenlerde facebook' ta sevdiği müzikler alexander rybak, ayşe özyılmazel ve deftones olan biri gördüm. bir de kendime müzik konusunda tutucu değilim diyordum.

-geçenlerde erol günaydın' ın bir röportajında kıt kanaat geçindiğini söylediğine tanık oldum. şimdi benim konservatuvar okuyan bir arkadaşım var ve ondan aşina olduğum kadarıyla insanlar televizyondan deliler gibi paralar kazanıyor. en deneyimsizi bile bölüm başı bin lira gibi paralar alıyor. sonra sen kalk koskoca erol günaydın aç kal. allah allah, şeytan bunun neresinde? bu adam bugüne kadar hiçbir şey yapmamış olmasa bile, cennet mahellesinin 98 bölümünden köşeyi dönmüş olması lazım. anlayamıyorum.

-weeds' ten aynen alıntılıyorum zira bayıldım; " mutluluk boş bir sidik torbasıdır."

-eve müzik dinleyerek geliyorum diyelim ve eve yaklaşmama yakın; o ara çok taktığım bir şarkı çıktı ya da genel olarak çok sevdiğim bir şarkı. o şarkı bitmeden kapatmak zorunda kalmayayım diye yolu uzattığım olmuyor değil.

-bayramda eski komşumuz şantiyede çalıştığımı öğrenince şöyle bir cümle kurdu; "o kadar okulu tozun toprağın içine gitmek için mi okudun?" düz is more demiştik de; böylesine desteklisi bu blogda 2 yılı aşkın süredir yapılamamıştı.

-yakın düzlükte bir şey deneyeceğim. bence islamiyet ile hıristiyanlık arasındaki en keskin imaj farkı; bizde elhamdülillah olan kelimenin karşılığının onlarda hallelujah olması ve cool adamların bu kelimede şarkılar falan yapabilmesidir.

-geçenlerde rüyamda new york' a tekrar taşınmışım (önceden orada yaşıyormuşum yani, sen düşün), phoebe buffay ile hasret gideriyordum. soy adını falan yazdığıma bakma bizim fiibi işte. öyle bir sarıldık ki.. evde annesi de vardı ve içimden bu kadın intihar etmemiş miydi ya diye geçirdim. sonra annesi ile nezaket konuşması yaparken phoebe' yi çok özlemişim dedim, kadın hangi phoebe? diye komiklikler şakalar yaptı.
uyandığımda yaşadığım mutsuzluğun boyutlarını sen düşün.

11/13/2011

yaprak gibi titredim

1


bildiğiniz gibi lady gaga' nın klip yorumları ile başladığım serüvene yıldız tilbe' nin son klibi ile devam etmiştim. güzel tepkiler geldikçe, neden yelpazeyi biraz daha genişletmiyorum ki diye düşündüm. sıradaki klibimiz cansever' in son  teklisi "samara".

bir ara sanırım 95-98 aralığında, reha muhter ünlü bir anchorman iken; cansever' e ne kadar maruz kalırdık hatırlarsınız. cansever ve -o zamanlar saymaya benim yaşımın anca yettiği- dillerin sayısı. geçenlerde kanal karıştırırken bu klibe denk geldim ve siz de bundan mahrum kalmayın istedim. klip, hintli tarzını benimsemiş bir dansçının sanatını icra edişi ile başlıyor. cansever bu klipte, 31. saniyedeki kıyafetinden de anlaşılacağı üzere feminen yanını daha da ortaya çıkarmış. bunu yaparken ise özünü asla yadsımamış. klipte cansever' i izlediğiniz noktalarda, düğünlerde istemediği halde zorla piste çıkarılmış bir insanın çaresizce elini kolunu sallayışına yapılan göndermeyi hepiniz zaten fark etmişsinizdir. yönetmen ise; esas oğlanın, güzel kızı takip ettiği sahnelerde tarkovsky' nin efsanevi filmi stalker' dan esinlendiğini inkar etmiyor. son derece akıllı bir sanatçı olan cansever de diğer rakipleri gibi rap müziğin (üstelik fransızca) gücünü arkasına almayı unutmamış üstüne tarihi yarım ada sosu ile servis etmiş. şarkı zaten nakaratındaki takadadinda takadadinda takadadinda da kısmıyla sizi bir anda içine alıveriyor. klibin sonunda bize bir kavuşma izletilmemesi, hayal gücümüze bırakılması ise çok doğru bir final olmuş.

11/08/2011

please, shave

4

şu hani tıraş bıçağının yanaklardan ipek kumaşlar gibi kaydığı reklamlar var ya; sıkıyorsa onlarda volkan demirel' i oynatsınlar. adam resmen, lisede öğlen vakti sakallı diye evine gönderilen ama aslında sabah tıraş olmuş insanlardan.
"önemli olan ne kadar istediğimiz" demiş volkan. gerçekten istersen olur volkan, yılma. durmak yok, tıraşa devam.

11/07/2011

gençsin sen, taş yesen öğütürsün

2

 selam bilöğgğgh,
-uzun  zamandır blog yazmak hiç bu kadar zor olmamıştı.

-çalışmaya başladığımı yazmıştım bir ara. ilk iş günü ilgili bir şeyler yazarım diye düşünen bilöğgğgh-severler olmuş ama o gün ve sonrasında "ben şuraya biraz uzansam mı ya belim ağrımış da?!" diye uzanıp ağzım yüzüm kaymış bir şekilde kaldığım çok olduğundan resmen bazal bir hayat çizgisinde yaşadım.

-bugüne kadar yaşadığım en extreme olay bana göre mermer fuarına gitmemdi. düşünün hayvani büyüklükte bir fuar ve sadece mermer üzerine. bu tip olaylar karşısında şaşırdığımda bazen ulan benim dünyam çok mu dar acaba her şeye şaşırıp duruyorum oluyorum. ama yok bence mermer fuarı denilen şey bir hayli çılgın. bir sürü insan, türlü çeşit firma ve ortak bir amaç var. MERMER. daha öncesinde yapı fuarına gitmişliğim de olmuştu o yine bir nebze diyorsun, yapı yani. daha genel bir şey. firmalar bir çok fuarda olduğu gibi burada da güzel kadınlardan faydalanmayı ihmal etmemiş.
neyse fuarda gezerken -bir yandan da hayatımda en önemli şey mermermiş gibi yaparken - liseden bir kaç dönem üstten uzaktan bir arkadaşla karşılaştık. sohbet muhabbet ortak tanıdıklardı o şunu yaptı bu bunu derken bir hoşluk oluştu. o da bir mermer firmasının müşteri temsilcisi olmuş. ve ortak noktamızı tahmin edersiniz ki MERMER. ikimiz de izmir' de başladığımız yola mermerle devam ediyoruz.
o gün fuara benim gitmem biraz sürpriz gelişti ve bu durum sonucunda -bir sürü saçma olasılık hesapları dahil- o arkadaşla karşılaştık.
bir yandan diyorum ulan dünya ne kadar küçük. öte yandan diyorum dünya sadece mermer üzerine hunharca fuar düzenleyecek kadar sonsuz ve büyük.

-hani birine enteresan bir olayı anlatırsın ama sen ne kadar coşkulu ve heyecanlı olsan da o aynı heyecanı seninle paylaşmaz ya. o insanlar anında orada can verebilirler mi?

-işe başlayalı bir ay oldu ki bir şantiyeye kontrolör mimar olarak görevlendirildim. marmaris' te bir hotel. başımda da proje koordinatörü bir mimar var. kendisi elli sekiz yaşında ve ölümüne dinç. yanında asla yoruldum diyemiyorum. ya da herhangi bir şeyden şikayetlenemiyorum çünkü konu bir şekilde dönüp dolaşıp benim gençliğime geliyor. belim ağrıdı. gençsin. yemek ağır geldi. gençsin taş yesen öğütmen lazım. sıcak su yoktu. gençsin, biz gençken buz gibi nehirde yıkanırdık. başım ağrıdı. gençsin, bizim gençken başımız yoktu....                boyutlarına varacak kadar hem de.
bence bunu hepimiz yaşıyoruz ve bu konuda bir şeyler yapmalıyız. bu tutuma en güzel cevabı teoman bir şarkısında verdi bence. (belki) yirmiyim ama ruhum bin yaşında?

-neyse ne diyordum, evet şantiye. şantiye resmen, niran ünsal' ın ciddi bir sanatçı olarak dinlendiği yer demek benim için. ya da apaçi müziğinin, nokia tune melodisi kadar doğal bir şey olarak karşılandığı yer.

-ne kadar zaman geçerse geçsin benden yirmi yaş büyük ustanın bana nazım bey demesine asla alışamayacağım sanırım. her seferinde, arkada başka biri var da ona diyorlar sanıyorum. ismimin de etkisi var  gibi sanki. mehmet bey ahmet bey daha bir uygun gibi. ama öte yanda da adı oral olan çocuk var misal. oral bey. bilemiyorum.

-yalnız oral bey de şantiyede ne taşak konusu olur ha.

-geçen pazar ofisten birinin nikahına gittim. benim için tabi ki çok darlayıcı bir şey. düğün nikah bunlar zaten kendi başlarına çok zor şeyler. bir de yeni tanıştığım birilerinin olunca, kendimi bir konumlandıramıyorum nereye aidim gerçekten orada olmalı mıyım düşüncesi çok daha zorlayıcı. neyse ofisten aynı hisleri paylaşan bir arkadaşla dedik ki, öncesinde bir şeyler içelim kafamız güzel olursa daha rahat atlatırız biz bu nikahı dedik. ondan sonra da nasıl bir kafa güzelliği ise artık, nikah sonunda ben patrona bizi eve bıraksın diye " bence boğanın orası şu an nasıl merak ediyorsunuz o yüzden oradan gitmek istersiniz eki eki" şeklinde cümleler kuruyordum. a a. neyin cesareti bu? bir de ben. çok kaynaşmadan ben bir insana böyle şeyler hayatta diyemem. ama patronla böyle konuşmalar falan. allah insanı şaşırtmasın.

-istanbul' da nikah, bugüne kadar istanbul' da yaşadığım en saçma konsept olabilir. 5-6 dakika falan sürecek nikah için süslenip gidiyorsun oralara. teey teey. çok plastik. en son kendimde olduğum noktada nikah memuru "aşk çok başka bir şey değil mi?" demez mi. ondan sonra ben de işte patrona bizi bıraksın diye boğanın orayı görmek istersiniz falan derken buldum kendimi.

-cepli kot pantolon mu daha büyük moda faciası yoksa penyeden yapılmış takım elbise ceketi(blazer) ilizyonu mu karar veremiyorum. ikisi de o kadar kötü ki. ama yine de penye ceket daha kötü sanırım.

-bizim köyde bana insanlar nazim diyor. çocukluğumdan beri. köyümüzün insanlarında bir amerikanlık olduğunu düşünüyorum zira onların alfabesinde I bir harf değil. yoksa neden nazim desinler ki? hani şey gibi mi desem, vardır ya türk insanının domates' e domat demesinin onun içten içe öz türkçe' ye benzetme eğilimi olduğu söylenir. e tamam domates' in sonundaki es' i kaldırınca büyük ünlü uyumuna uyuyor ama benim adımda böyle bir durum da yok.

-kurban bayramları benim için adeta kanayan bir yara. ne elimi sürerim ne de beş dakika önce kesilmiş hayvanı yemeyi içim kaldırır. ama aile büyükleri de ister ki böyle çok mutlu olayım hunharca et yiyeyim, koyunun ciğeriyle dans edeyim, kavurmasını fındık fıstık gibi ağzıma atayım. çocukluğumdan beri bu oluşuma hep mesafeli durduğum için biraz sindirilmiş durumdalar ama bu bayram dedem dayanamadı ve içindekileri bir bir açığa vurdu. önümüzdeki bayramlarda o aradan çekildiğinde babamla ben kesecekmişim kurbanı. ben de dedim yani dediğin şey havyar falan tatmak olsa, ne bileyim yetmiş beş yıllık şarabın yanında kaz ciğeri doğru kıvamında mı karar vermek olsa neyse de; beni hiç tanıyamamışsın dedim.

-sonra yine klasik muhabbet olacağını bildiğim için, ben de kimse konuşmasın diye yedim mangalları yedim mangalları.
sonra da akşam bir fena ol. tansiyonum çık. inanamadım. gerçekten tansiyon çıkması diye bir şey varmış. tansiyon elliden falan sonra olan bir şey değil miydi? benim taş yesem sindirmem gerekmiyor muydu? bir açıklama bekliyorum.

- bayramın birinci günü o ses türkiye' yi izliyorum. elenen insanlara çok üzülüyorum. istiyorum ki herkes kalsın oooo şarkılar türküler dostluk kardeşlik kazansın, gülelim eğlenelim. içimde alman soğukluğu ile adile naşit sevecenliğini bir arada bulundurmam da böyle bir şey. boşa koysan dolmuyor, doluya koysan almıyor. ( aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık kadar handikaplı bir kalıp). neyse, bu yarışmanın jüri üyeleri hakkında diyebilecek hiçbir sözüm yok. çok da iyi sesler geliyor ve sonunda hülya avşar' ı seçiyor mesela. hülya avşar bugüne kadar sesi ile neyi başarmıştır ki? ya da hülya avşar' ın güzel ve zeki bir kadın olmaktan öte başarısı nedir?

-bir gün öğle yemeğinde, müzikle ilgilenen bir arkadaşa patron sen o ses türkiye' ye katılsan ya dedi ve beraber erör verdik. kendisi kabaca deneysel, saykedelik falan diyebileceğim bir şeyler icra ediyor. oraya çıkıp gül döktüm yollarına trip-hop mu yorumlayacak? bambaşka kafalar.

-bugün tanımadığım bir çocuk kapıyı çaldı. açtım. uzunca süre bakıştık. kime baktınız? dedim. bayram dedi. bir dakika diyip şeker getirdim. bir tane aldı. sonra bakmaya devam etti. boş baktım. bayram harçlığı yok mu? dedi. annemler evde yok (küçül de cebime gir) dedim. çocuğun gevşekliği karşısında adeta mavi ekran verdim. ama sonra, annemler evde yok bahanesinden utandım bir süre kendi halimde.

-bu bayram da, evlenmeyecek misin? konulu konuşmayı yaşadığıma göre, önümüze bakabiliriz.

sevgiler.

10/27/2011

bence sanAt

4

-bence spoiler-


yemin ediyorum ömrümde bu kadar artistik psikopatlık görmemiştim. bölüm bitmiş gibiyken bir anda alakasız bir şekilde gelen atların asfaltta koşuş sesleri, insanların şaşkınlıkları içinde sahnenin bütününün yavaş yavaş gösterilmesi ve yuh dedirten mahşerin dört atlısı fikri. sezon oldukça kötü giderken beni birden kazanıverdiler, engel olamadım. tekrar tekrar izliyorum bu sahneyi arada.

*s6e3

mosbied

2

ted' e pek bayılmıyorum ama; adeta hislerime tercüman olup, kalbimi çaldı bu huyu ile. yemin ediyorum bu cümleler insanı yalnızca taş etmekle kalmaz, ayrılık sebebi olur.

*s7e6'da, araştırılan kız arkadaş adayının nette film yorumladığı kişisel sitesinde annie hall için dedikleri

10/22/2011

plastik

1

bence insanlar sapla samanı iyice karıştırdılar. bugüne kadar genel bir tutum var gibiydi. facebook' ta vatan kurtaranlar ve bu güruhu hunharca eleştirenler. ama bu son (üzüntüden bütün bir gün mal gibi dolaştığım) olaylardan sonra, facebook vatanseverleri içinde bulundukları koyungiller tutumundan dışarı çıkıp, bu sitede apolitik kalmayı tercih edenlere sataşmaya başladılar.
hayat yeterince zor ve gerçekten bu tip durumları falan konuşmayı artık tamamen arkamda bırakmak istiyorum ama son kez bir şey söylemeden geçmek istemedim. facebook' ta vatan kurtarmak bana en başından beri çok plastik gelen bir kavram bunu yadsımayacağım. fakat bu seferki acı herkesi öyle bir şaşırttı ki marjinalin önde gideni olduğunu bildiğim insanlar bile intikam katliam çığlıkları atmaya başladılar. hani nerede kaldı barış kolyeleri, yurtta ve cihanda sulh felsefesi? adeta dehşet içinde izledim. sen gerçekten bu durum karşısında çok üzülmüş olabilirsin ve zamanının büyük bir kısmını bu sitede geçirdiğin için o günlük lay lay lom paylaşımlar yerine içinde bulunduğun üzüntüye binaen bir şeyler yazabilirsin. tamam. ama bunu yazmayan insanlara sataşmak neyin kafası? ben mesela yazılan şeyin plastiklik derecesine göre saklayıveriyorum seni ana sayfamdan, bu kadar basit. aynı insan bir dakika içinde şehit haberleri ile ölecek gibiyken daha ben siteden ayrılmadan bir aşk şarkısı veya komikli video da paylaşabiliyor misal. bu durumun özeti olduğuna inandığım bir yorumla karşılaştığım için buralara kadar geldim aslında. isteyen istediği yerde vatan kurtarsın umurumda değil. insanlar üzüntüden neyin doğru neyin yanlış olabileceği algısını bile şaşırdılar çünkü.

bu arada neler yapıyosun sen özledik seni canım yaaaaaaaa :))

aşk koltuğu mu tadını bilmem

3

grup koltuklar olarak tanımlanmış olanların aslında love seat olduğunu hepimiz biliyoruz. merhaba, her zaman 25. koltuğa mahkum kalmış olanlar ve o koltuğu gerçekten oraya koymanın iyi bir fikir olduğuna inanan mimar.

*bu gönderide tamamen 9gag stili kullanılmıştır.

10/17/2011

biz bildiğimizden mi yazıyoz be ağbi?

3

-adriana lima' ya da şakamızı yaptık. çünkü şu hayatta acun ılıcalı ile adriana lima' nın kanka olması kadar abesle iştigal bir şey daha var mıdır bilmiyorum. nasıl ki zamanında nouma' yı bizden ettik başlığı altında şebek ettiysek; şimdi çanlar adriana için çalıyor. yok efendim acun' un evinde yemek yemeler, yarışmasında jüri olmalar, neler neler.

-ben işe sarı dolmuş ile gidip geliyorum. sabahları da yaklaşık 5 dakika sürüyor dolmuş yolculuğum. o yolculukta bile, gideceğim yere varırken tanrım biraz daha olsun biraz daha arabada gidelim hissiyatını yaşıyorum. çocuklukta yalnızca araba ile dolaştırılırsa uyuyan çocuklardan olsam içim yanmaz. bu huy da nereden gelmiş haspama, bilemedim. bu hissi en yoğun şekilde, uzun şehirler arası yolculuklarda yaşarım misal. yola çıkana kadar asla binesim gelmez, ama özellikle istanbul' a gelirken garaja varmayalım biraz daha gidelim lütfen tarzı bir kafa yaşıyorum. muhtemelen de açıklaması, istanbul' a genellikle çok yükle geliyor oluşum olabilir ama. ofise giderken de yaşamama şaşırmadım değil. bir de üstelik gayet mutlu gidiyorum işime.

neyse, konumuz bu değil. yine bir sabah gidiyoruz. her sabah olduğu gibi bu sabah da nerede ineceğimi söylemem konusunda gerekli gerilimi yaşamış olmamın akabinde - her sabah bir doz almazsam rahat edemem- , yolculuğuma devam ederken; yanımda oturan kadının kucağındaki çantasının içinde abartısız çok ama çok küçük bir köpek olduğunu fark ettim. kadın bir süre sonra köpeğini serbest bıraktı ( selbes bırak, selbes bırak) ve o bit kadar köpek koltuğun tepesinde bize doğru falan gezinmeye başladı. işin en ilginç yanı tüm bunların 5 dakikalık yolculukta yaşanmış olması mı emin olamıyorum. kadın sonunda şoföre doğru yönlenip, biz burada inebilir miyiz? dedi. işte o tam bir, evinde evcil hayvan besleyen insan gururu. durumu o kadar içselleştirdim ki, yurdum dolmuş amcasına bile biz diye bahsediyorum köpeğim ve kendimden kafası.

-bu sefer bir gün dönüyorum. dönüşte biraz trafik olduğundan 7 dakika sürüyor. bu yolculukta da benden sonra binen ve önce inen bir adam, o muazzam aralıkta tabletini çıkarıp star trek izledi. hem de kulaklık takma gereği duymadan. beyaz türklükte gelinebilecek son nokta. star trek izlemeden geçen bir dolmuş yolculuğu mu? tadını bilmem. biz zavallılar çok imrendik ama, öyle demeyin.

-geçende magazinde bülent ersoy' un sevdiği dizilerden bahsedişine denk geldim. padişahlara bayılıyormuş ama kapıcıları da çok seviyormuş. bu cümledeki gizli özne olmaya mahkum edilmiş dizileri bulmayı size bırakıyorum.

-heteroseksüel erkek oyunculara, eş cinseli oynar mısınız? sorusunun bu kadar sık sorulmasına gerçekten anlam veremiyorum. keza yıllardır gözümüzün önünde halil ergün, ölümüne erkek, ölümüne çocukları olan (o kadar dölleyici ki) rolleri oynuyor ve kendisinin cinsel tercihi de genel olarak biliniyor.

-ilkokulda gıcık olduğum bir huyum vardı. okulda sıkıldığımda koluma falan tükenmezle bir şeyler çizer sonra da köpek gibi pişman olurdum. yıllar geçti okul mokul kalmadı hala yapıyorum ve hala sonrasında mutsuz oluyorum. kimisi de o kadar çıkmak istemiyor ki cildimden, o kadar olur.

-düğünde arkadaşını biz bildiğimizden mi oynuyoruz be abi? diye oynamaya ikna etmeye çalışan adam kafası da bitebilir mi lütfen? belki adam mükemmeliyetçi ve gerçekten ya iyi oynarım ya da yeterince iyi değilsem hiç oynamam düsturu ile bilinçli bir seçimle oynamamayı tercih ediyor. bilemezsin. para ile imanın kimde olduğunu hiç bilemiyorsun. bir ara da, düğün ve oynama mevzusu ile ilgili uzun uzun yazasım var. zira çocukluk arkadaşımın düğününde yaşadığım şeyler biraz içimde kaldı. şimdilik sneak peek gibi olsun.

10/11/2011

I won

3

-über ağır ötesi spoiler -






gus fring, izlediğim diziler (hatta sadece dizilerle sınırlamasam, izlediğim şeyler bile diyebilirim) içindeki en mükemmel anti-karakter olabilir. onun o tüm karakterinin ve çizgisinin adeta bir kaneviçe gibi yavaş yavaş işlenmesini inanılmaz bir zevk içinde izledim. bu karaktere da anca 4. sezon 13. bölümün 38. dakikasındaki gibi bir nokta konabilirdi. anlatım tekniğinden - tabi ki o kravatın hala ve tekrar tekrar düzeltilişi- o kadar hoşlandım ki yok dur dur hoşlanmadım aşık oldum ki, ben susuyorum görseller konuşsun.

dip not: bu dizinin son sezonuna dair tempo probleminden şikayetlenen insanlar, bu sezona gelene kadar başka bir şey mi izlediler acaba diye sormaktan da kendimi alamıyorum.

10/08/2011

hep böyle kal*

0

SEDA SAYAN - VIZ GELİR HERŞEY - AMBALAJINDA
"ama yalanım yok, kıskancım birazcık da huysuzum. sana yan bakanın gözlerini oymazsam namussuzum" (sayan,1997) .

"herkes kendi kalbinin ekmeğini yer" (sayan,2006) .

ibrahimayşegül' ün ilk erkeği; ondan tabi ki bir çocuk isteyecek" (sayan,2011) .

*tık

9/30/2011

evel-allah, anneyim

1

tatilimin son üç gününe girmiş bulunduğum için evde gündüz vakti yapılabilecek eylemlerle de vedalaşıyorum bir yandan. bu kapsamda atlanmayacak eylemlerden birisi de tabi ki esra erol' u izlemekti. bir süredir takip edenler bunun yumuşak karnım olduğunu bilirler. aka ka ka.
denk gelen mutlaka olmuştur fakat esra erol ne triplere girmiş öyle? annelik müessesine saygım sonsuzdur, anne dendi mi akan sular durur benim için ama; esra erol anneliği çok yanlış yorumlamış gibi. alnı her zaman olduğundan daha da dik, belli yani gerçekten doğurmuş. idris ali' yi görmesen bile hissedersin ki kadın doğurmuş. tüm duygularını ahlak kuralları çerçevesinde coşku ile yaşayan bir kadın olduğundan mütevellit, evel-allah anne ismini de gururla taşıyacak. en son bu tarz bir gururu "erkek çocuk annesi olmayı çok havalı buluyorum" diyen gülben ergen' de görmüştük.

en çok şaşırtan nokta ise, yirmi üç günlük torunu olduğunu söyleyen evlenme adayı kadına küçümseme ve tiksinti karışımı bir bakış attıktan sonra -tam hatırlamamakla birlikte -  şöyle bir genelleme yapmasıydı; "insan kendi çocuğu büyüdükçe ondan sonra doğan küçük bebeleri küçümsüyor, beğenmiyor" . böyle bir kafa hiç duymamıştım, sanırsın ki beş kişiden dördünün yaşadığı bir duygudan bahsediyor.

kendisine, kendisinin de sürekli ismini ağzına almaktan hoşlandığı allahtan akıl fikir diliyorum. nasıl da biliyorsun bu halkın tüm zayıf noktalarına bir bir dokumayı. havyarlara dikkat et bir şey olmasın.

9/26/2011

anger management

3

iki tip insan vardır;
birisi, mağazada yanlış fiş kesildiği için bağırıp çağıran ona buna küfreden ve içini döken sinirli insan.
diğeri de, küfürleri içine atıp ses çıkarmayan; ama bir gün elinde silahla gelip tüm mağazayı öldüren kasiyer.

özlem, dört yüz. tebrikler

1

rüyamda lise sondaki sınıftayım ama yüzler çok tanıdık değil. bir kaç tanıdık var daha doğrusu. orta okuldaki türkçe öğretmenim, lise matematik öğretmenimmiş ve sınav sonuçlarını açıklıyor. notlar ortalama bir şekilde ilerlerken benim notumun 89 olduğunu öğreniyorum. sonrasında yine 70' ler falan çıkarken arada birinin 119 aldığını öğreniyoruz ama kimse yadırgamıyor. bir kaç 70' li ve 60' lı nottan sonra lisede gerçekten de o sınıfta olan çok hırslı bir kızın 400 aldığını öğreniyoruz. okuma ihtimaline karşı isim vermeyeceğim ( diyelim ki adı özlem olsun) , özlem hayırdır 500 alamamışsın? diye buradaki gibi hicivli bir paylaşım içine girmek, -tam yeri gelmişken - onun hırsıyla üzmeden biraz dalga geçmek istiyorum ama; bu cümleyi kimse anlamıyor ve herkes ne alaka yani, neden dedi ki şimdi bunu kız gayet 400 almış işte falan oluyorlar. ama hani bu benim tarzımdı, siz beni bilirdiniz biraz sarkastik biraz kızıl biraz mavi değil miydim ben? gitti mi tüm emekler? diye cevap bekler bakışlar atabiliyorum yalnızca.
ama burası böyle mi mesela bilöğgğgh? dört yüz almış kız, dört yüz. değerlendirilirse iyi not sonuçta.

9/23/2011

teşekkürler

2

dışarıda tony bennett ile amy winehouse düet yapıyor; bizde ise, burak kut ile ömür gedik.

9/21/2011

külahın dibini yemeyin

6

-ilkokulda sınıfımda but soyadlı bir kız vardı. bütün bir okul hayatı boyunca tavuk şakalarından kurtulamadı yavrum. halbuki ingilizcesini bilsek türkçesinden daha leş, haberimiz yokmuş. o zorluğu da lisede falan yaşamıştır artık. popolar kraliçesi. (tek t' si eksik, kabul ediver) büyük büyük büyük dedesi soy ad seçerken düşünmüş taşınmış, önce ileride ingilizcenin en geçerli dil olacağı gerçeğini öngörmüş sonra da; iki dilde anlamı olan bir isim seçmiş. yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal.

-yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal' ı söylerken sen de bir düşünüp tereddüt ediyorsun. itiraf et. o bıyık ile sakal karışıverecek gibi geliyor bana.

-bir dondurma aldım, nerelere gittim.

şimdi bence şöyle bir gerçek var, insanın açıkta satılan dondurmayı kapalı dondurmalara tercih etmeye başlaması resmen yaşlılık alameti. çocukken asla açık dondurma istemezdim, bana algida' mı verin ( bana lükslerimi verin) kafasındaydım. ama şimdi güzel yapan bir yer biliyorsam mutlaka açık dondurma alırım.


çocukken herkese denmiş bir şey miydi bu bilmiyorum ama; ben sübyanken bana dondurma külahının dibini yememem söylendi. pis oluyormuş. bu hususta olayı bir adım öteye taşıyıp, o külahların dibiyle kulak karıştırıyorlarmış ondan yeme diyen bile oldu.

şimdi hep beraber düşünelim. böyle bir ekmek kapısı var, bir takım insanlar o külahların dibini bir takım kulak içlerine sokmak üzere görevlendiriyorlar. maaş da en iyi ihtimalle, asgari ücret. ve iş görüşmesine gittin mi de illa ki esnek çalışma saatleri ibaresi ile karşılaşıyorsun. sonuçta bir sürü dondurma tüketilecek ve halk külah bekliyor. bir sonraki aşaması da charlie chaplin' in modern times'  ındaki gibi konveyör sistem. insanlar makineleşmiş bir şekilde bu işi yapıyorlar.

bugün dondurmamın sonunda bunları hayal ettim. bana bu uyarıyı yapan insan nasıl bir ruh hastasıysa - ya da dondurma külahının dibine nasıl bir nefret duyuyorsa- artık; çocuk aklımı nasıl zehirlemiş. hala izlerini taşıyorum.

-teşekkürler küçük yerleşim yerinde dondurmanın çok ucuz olması. istanbul' da istediğin gibi bir dondurma için bir topuna 4 lira falan vermen gerek. küçük yer öyle mi, 4 liraya dondurmaya doyarsın. ( merhaba benim içime, hayattaki tek arzusu okumaya istanbul' a gitmiş çocuğunun memlekete dönmesi olan anne kaçtı)

-dedim ki kestaneli ve karamelli olsun. karamel yok tiramisu var dedi. bir süre duraklayınca da tiramisu' yu bilmiyorum sanıp, neskafeli yani dedi. ben de PARDON DA, der gibi olup ok fine koy canıms dedim.

-bir tane PARDON DA butonu yaptırsam kendime diyorum, bu tip durumlarda çıkarı-çıkarıveririm.

-bu yazıyı okuyup da canı dondurma çekenler, merhaba.

-şimdi onun üstüne bir de su içmem lazım. ama kana kana içmem lazım. bir de bu hususta çok gıcık bir huyum var. çok susadıysam ve kocaman bir bardak su içeceksem onu parçalı bir şekilde içmek istemem. ne içtiğimin miktar olarak da farkına varmak isterim. o susama kafasını hayal et, ettin mi? o haldeyken tatmin olamayan bir insan mutsuz olur, bu konuda anlaşalım. o suyu bütüncül bir halde içmem lazım benim. o yüzden bardağın dibinde biraz su vardı, önce bunu bir iç dersen burnunu ganatmak geçer içimden.

-şimdi böyle zamanında okuduğun bilim dalları ile şakacıktan dalga geçme kafası vardır ya, diyelim suyun kaldırma kuvveti. abi sen koskoca gemi denizde yüz, bir de o kadar insan araba ile birlikte olacak şey değil falan diyende biri bana demesin mi, ya onun kanunu var canım işte kaldırma kuvveti falans. hıııı, evet ya tamam sustum. bu geyiğe ciddi cevap veren insan, ne olsun istiyorsun.. komiklikler şakalar ?

-beyaz t-shirt ya da beyaz gömleğin içine askılı atlet giyen erkek insan var. unfuckingbelievable. zaten t-shirt içine atlet giyme kafasını hiç anlayamadım da. teri alıyor diyene cevabım, atlet giydiğin için daha çok terliyorsun o ne olacak? olur.
ama dediğim durum çok fena. dedeye sahip çıkalım, özellikle beyaz t-shirt altına atlet giymeyelim.

-bizimkilerin yanına gelince sigara içmiyorum. işte tam bu döneme girince ciğerlerim ağrımaya başlıyor. vücudum yine olayı yanlış anlıyor.

-boya yaparken prizleri de umarsızca boyayan boyacının gamsızlığına sahip olursa bir insan ne gam kalır ne tasa.

- death cab for cutie = tatlişko için ölüm taksisi (denişik)

9/16/2011

sabıkalı kırıklar

4


"şebnem bu kapağı 2005' te benden çalmıştı."



LUCY, 28.06.1988' de doğdu. ilk lipstick' ini üç yaşında aldı. on yaşında, yaşıtları burak kut ile tanışırken; beatles ile tanıştı. on iki yaşında hayalleri vardı. on üçünde burak kut ile tanıştı. on altısında, system sucks kafasına erişip bas gitarı eline aldı. on yedisinde lerzan mutlu konserinde görüldü. on sekizinde, her yaz datça' ya gidişlerine isyan etti. on dokuzunda sanat yönetimi okumaya başladı. yirmisinde  datça' ya gitmiyor muyuz dedi. yirmi üçünde, bana bülent ersoy' un yeni albüm kapağını gösterdi.
kendisi hala aktif olarak sanatla ilgilenmektedir.

9/13/2011

beni çabuk dağa kaldırın

2

sevgili dream beni mimlemiş sağ olsun. "sadece bir gün için, karşı cinsin bedenine girseydin ancak ruhumuz ve beynimiz aynı kalsaydı ne yapardın?"

aklıma acayip acayip şeyler geliyor ama, ruhumuz ve beynimiz aynı kalsaydı kısmına çaat diye çarpıp kalıyorum. çünkü böyle bir yetiyi gerçekleştirmekteki en büyük amaç benim için, girdiğim bedenin sahibinin dünya algısının, etrafındakilere bakışının nasıl olduğunu keşfetmek olurdu. ama maalesef beynimiz de bizimle geliyormuş oradan yattık.

bir de şimdi bir gün için gireceğim o bedenin içine animallah ya olur da çok seversem? sonra kendi bedenim bana sürgün sayılırsa ne olacak?

bir de klasik erkek geyiği geliyor akla ilk. ben kız olsam kesin orospu olurdum' dan tut, kevaşe olurdum - önüme gelene verirdim' e kadar. mümkün olduğunca o kafadan uzak örnekler bulmaya çalıştım.



ola ki tüm bunları göze aldım diyelim;

-victoria beckham olup, o topukluların üstünde nasıl yürüdüğüme bakarım.
-lady gaga olup et elbisenin vücuttaki hissine bakarım.
-ebru şallı olup, tüm ekranların önünde yıllardır fava yemekten beynim baklaya dönüştü dedikten sonra bir lahmacunu mideye indiririm.
-gülben ergen olup, şöhret uğruna o mikro pipili adamla yattığıma ben de inanamıyorum şeklinde demeç veririm.
-hande yener olup, kemal doğulu' ya ve sinan akçıl'a siktiri çekerim ve üstüne mete özgencil' e koşup bokunu yiyeyim tekrar bana şarkı yap derim.
-şebnem ferah olup, elektronik müzikle sesimin nasıl gittiğini çok merak ettiğimi ve benimle çalışmak isteyen müzisyenler varsa iletişim kurmak istediğimi söylerim.
-seda sayan olup, evet ben bir AT' ım açıklamasını yaparım.
-sibel can olup, son yedi yılda 176 kilo verdiğim yönündeki söylentiler tamamen safsata derim.
-madonna olup, milyon dolarların içinde olmama rağmen pirinç lapası yemek zorunda olmak nasıl bir şey bakarım.
-marilyn monroe olup, genç kızlara ne olur peşimi rahat bırakın sadece kendiniz olmayı deneyin tavsiyesinde bulunurdum.
-kim kardashian olup, bu kadar gerizekalı olmama rağmen götümün peşinden gelen beyinsiz erkeklerin s*ke sürülecek aklı yoktur derim.
-heidi klum olup, seal' ın gerçekten kalbi o kadar güzel miymiş o değilse neyini seviyormuş diye bakarım.
-melis birkan olup, ne yapsam üstümdeki kezbanlıktan kurtulamıyorum şeklinde açıklama yaparım.

-january jones olup kendime ilan-ı aşk ederim. aka ka ka

9/12/2011

bi dakka, sen öss' de kaç yapmıştın

2

 selam bilöğgğgh
-şükür kavuşturana mı desem?

-bu kumanda paneli falan ne olmuş anacım, eskiden dutluktu buralar demekten başka bir şey gelmiyor elimden.

-neredesin oğlum sen diyen pompiktolar hepiniz çok bebişsiniz ( hatta bebish-siniz). neredeyim dersen, aslında biraz ayda üç yazı yayınlayarak bin beş yüz doksan kişi tarafından takip edilen bloglar gibi olayım dedim ondan yazmıyorum. desem de inanma. en fazla şakacı haberciliğe inandığın kadar inan. sadece internetsizdim. yoksa bu bilöğgğgh torba değil ki büzeyim?

-bu kadar girizgah kafi, anlatacak çok şey var. şu kadar sürede aklıma takılan -çok gereklilermişçesine- bir sürü şey oldu tabisi de.

-çok şey anlatacağım aslında ama, hiçbirisi türkçe dublajlı dexter kadar derin yaralar açmadı ruhumda. o neymiş gadın anam? zamanında bir türkçe dublajlı prison break macerasına girişen startv adeta hız kesmemiş, durmak yok yola devam demiş. demiş de kör olasıymış gulaklaam, evlat diyesiymiş dilleeem. derken evet dexter. farkındaysan yazmaya dilim varmıyor. bir nevi kirlenmiş genç kız gibiyim. o tiz sesli dexter' ı duyduğumdan beri derbeder oldum. elimde siyah bir taş, onu bebeğim sanıyorum arada. oturdum ciddi ciddi bir süre izledim. gerçekten o dublajı yapan insanlarla empati kurmaya çalıştım. hangi şartlar altında o seslerin, onlara  bize yansıttıkları türkçe dublajdaki gibi geldiğini algılamaya çalıştım. ama neresinden tutsam elimde kaldı. sonra bir ara acaba diğer insanlara gayet düzgün geliyor mudur paranoyası da yapmadım değil, ama yok. sanmıyorum.

-biz biraz manyak olduk. evet. lie to me diye bir dizi var. belki duymuşsundur. o dizi ben ve çevremi manyak etti. bir ara lie to me izleyeceğiz diye sabahladığımız oldu. bir tane psikopat başrol var. biraz house kafası. ölümüne karizma, inadına isyan. vücut dilini çözmüş bitirmiş abi. biz giderken o dönmüş çoktan. vücut dili okuyarak çözülemeyen davaları falan çözüyor. sen de bunları izlerken manyak oluyorsun. karşındaki konuşurken oha gözlerini devirdi, yok dudağının altındaki 21c kasını oynattı kesin yalan söylüyor tribine falan giriyorsun. kanal diziyi iptal etmiş ama, 3 sezon da izlemek için kafi diyorum. cananların canıdır. öneriyorum, önerdim.

-bugün çok ilginç bir şey oldu. bunu anlatmadan önce şu ön girişi yapmam lazım. benim yıllardır aradığım bir film vardı. salo or 120 days of sodom diye. nette falan da bulamıyordum. sonra geçende kadıköy' de barlar sokağındaki dvdcide buldum. rabbime şükrettim. çok hevesliyim ama neler neler duymuşum film hakkında. ve ikimiz arasında ara ara aklıma gelişleri ile bir 2-3 yıllık mazi var. neyse sonra izledik. allah yarabbi. o dvd player dile gelecekti çıkarın bunu benim içimden diye. antichrist veya pink flamingos' tan daha rahatsız edici bir film izler miyim bilmiyorum derken salo 1. sıradan giriş yaptı listeye. bir takım sahnelerde ekrana bakamadım. ki ben hostel olsun, testereler olsun rahat izlemiş insanım. neyse böyle ruh hastası ağır sistem eleştirileri içeren filmleri izlemekten hoşlanıyorsanız mutlaka izleyin gibi bir düz yorumla geçiştirip asıl demek istediğim noktaya  geleceğim. bu olanların ardından ben bugün uykusuz aldım. bir de ne göreyim, umut sarıkaya tesadüfi şekilde bu hafta izlediğim 76 yapımı filme dair bir karikatür çizmiş. filmin uyarlandığı kitabın yazarı sad da karikatürün başlığı. çok acayip geldi.
dergiyi okuyacaklara daha çok hitap edecek alıntı; "çabuk çorabımı çıkarın ve ayağıma sıçın"

- kfc yedikten sonra pişman olmayan bir insan dahi tanımıyorum. arada bir aklıma düşüyor, ne de güzel onun o çıtır çıtır soslu tavukları hadi söyleyeyim çok çok söyleyeyim deli gibi yiyeyim diyorum. ve her seferinde yaklaşık yarısında, bön bür doho tovuk yömücem diyorum. işte öyle bir şey.

-dün bir basketbol maçında spiker, ben 19 yaşın üstündekilere genç yetenek demiyorum dedi. sporcu olsalar genç yetenek sayılmayacak yaşta olan 88' li dedeler ve nineler, merhaba!

-fakat alişan' ın beyrut' ta klip çekmesi?! önce takılacağımız konu, alişan' ın da yönetmenlik koltuğuna oturması. allah vermeye, mahsun abisine özenip de filmlere geçiş yaparsa yandık. öte yandan alişan' ın çok zengin bir insan olması arada beni kıl ediyor. arada.

-mahsun, 18 mart' ı anlatan film çekiyormuş ve tam emin olmamakla birlikte üç yıl sonrasına toplam 300 salon kapatmış. taktiğe bakıp ders olarak okutulsun bence. milyonlar da milyonlar izletecek. yaşlılık hikayesi anlatmaya çalışırken 36 sosyal mesaj, doğu sorunu anlatmaya çalışırken 54 mesaj verdiği filmlerinin devamında 18 mart' ı kaç mesajla anlatacak havsalam almıyor.

-beyonce sonunda 30 yaşında. hiç olmayacak gibi değil miydi?

-film izlerken en büyük korkum ne biliyor musun? asıl karakterin filmin sonunda şizofren çıkması. böyle bir şey gerçekleşince o kadar enerjim düşüyor ki, filmi beğenmiş olsam bile o vakitten sonra imkanı yok bir daha sevemiyorum. son dönem filmlerinde yapılıyorsa hele artık? hepsine kocaman bir PARDON DA çekiyorum önce. asıl sıkıntı benim sonradan izlediğim daha eski yapımlı bu işin hakkını veren filmlerde. misal american psycho. hayır hayır yapma hayır yapma derken kurtaramadık. gitti dağ gibi film.


-elbise askısı deyip de geçme. çok mühim bir detaydır elbise askısı. adamı vezir de eder rezil de. hele o kenarları pıtpıtlı yükselmiş ya da alçalmış metal askılar yok mu? gördüğüm yerde tüm enerjimi emer. onun üzerine asılmış biraz da esnek kumaşlı bir üstünüzü hayal edin. o pıtpıt yükselen kenar kasisleri nasıl de çıkıntı yapar tişörtte. aman.


-kültür fizik hareketleri. neden kültürmüş o bilemedim.

-mimarlık, tabldotta yenebilecek bir yemek için porselen tabak yapmaktır dedi bir inşaat mühendisi. nedir bu inşaat mühendislerinin bizimle alıp veremedikleri? hele ki biz onların uzmanlığına karşı asla böyle duygular beslemezken, bambaşka bir disiplin olduğunun farkındayken. ben de dedim ki, insanlar o yemek tabldotta yenebiliyor diye, neden porselende yemekten mahrum olsunlar ki? dün de başka bir mühendis mesleğimle ilgili yüzüme baka baka atıp tuttu. manyak mısınız kardeşim? herkes işine baksın. geçmiş karşıma mimarlık aslında yetenek sınavıyla öğrenci alması gereken bir branş diyor. bu kadar uzak olduğun bir alan hakkında atıp tutma kafası da neymiş, bilemedim.

bunun bir adım ötesi ise, sen öss' de kaç yapmıştın diyen insan. yaşıtları ile birlikte üniversiteden mezun olmuşken hem de. herkes bambaşka hayatlara yönelmiş, olan olmuş, hala ben tekim kafası. onun madalyasını yıllar önce takmamışlar mıydı zaten? ziynet sali' den alıntılıyorum bu kafa haline; herkes evine.




- logosu yüzünden yıllarca, disney' i; disnep diye yazılıyor ama disney diye okunuyor sandım. alacağın olsun walt. o nasıl y öyle.



-öyle işte bilöğgğgh.
sevgiler.

8/19/2011

nur ve yıldırım, cemil ve cengiz, benim vuruşlarım benim vuruşlarım

6

selam bilöğgğgh

-dün batukan' la konuşurken, mutfak eşyaları ile ilgili yaşadığı bir anısını bana anlattı. dinlerken ağzımdan burnumdan havyarlar geldi çünkü tamı tamına aynı hissiyatı yaşadığımı öğrenmiş oldum. tam bilöğgğgh' luk olan bu düşünce sistemi burada da yerini alsın. şimdi diyelim bir takım mutfak gereçlerini kullandınız, ama en çok kullanılanlardan bahsediyorum. işte efendime söyleyeyim tabaklar olur, bardaklar olur, çatal-kaşıklar falan gibi. bunlar yıkandığı zaman, kuruduklarında dolaplarındaki yerlere yerleştirmek gerekiyor hani. ama yerlerinde de sizin son seferde kullanmadığınız kardeşleri duruyor. siz en son kullanılanları temizleyip kullanılmayanların üstüne koyunca onları, tekrar bir tabak alacağınızda yine en üsttekini almış oluyorsunuz. bu durumda ne oluyor? hem aynı tabakları, çatalları kullanmış oluyorsunuz. özellikle de kalabalık bir aile değilseniz. işte biz böyle durumlarda, kullanılmamış olanları kaldırıp yeni yıkananları aşağıya aldıktan sonra, eskileri üste koyuyormuşuz ki devir daim olsun.

-bir günümü size anlatmak istiyorum. kalkınca çocuklar duymasın eşliğinde kahvaltı ediyorum. sonra o bitince doktorlar eşliğinde keyif kısmı, o biterken tam hüzünlenecek gibi oluyorum ama bu sefer de akasya durağı' nın başlayacak olması yüreğime su serpiyor. akasya durağı' nı izlerken de arkasından arka sokaklar' ın geleceği garantisi ile huzur doluyorum. sonra işte yine yemekti falandı derken doktorlar yeniden başlıyor, günlermiz geçiyor iyi gün saya saya.

-geçenlerde haberdar olduğum bir site sayesinde le corbusier ile einstein' ın beraber çekildikleri bir fotoğrafa denk geldim.o günden beri de ara ara şaşırıyorum. bu iki insanın tanışık olması hatta fotoğraf çektirecek samimiyette olması falan çok acayip bir his yaratıyor bünyemde. tıpkı ibrahim tatlıses' in başbakana mesaj atıp çok karizmatiksiniz demesi -daha doğrusu birbirlerinde cep telefonlarının olması- gibi. bu ikiliye çok şaşırmak için biraz tasarım/ mimarlık dünyasının içinde olmak lazım aslında. bunun dışında kaç kişi le corbusier' ı duymuştur bilmiyorum ama kendisi aşmış bir mimardır. bu iki insanın aynı karede olması benim için, -adeta- ilkokuldan bir arkadaşımla benimle aynı üniversiteden olan ve alakasız bir şekilde tanıdığım -hazırlık sınıfından falan, sonra da hiç görüşmediğimiz- bir insanla kanka olduklarını boy boy fotoğraflarını facebook' ta görüp öğrenmem gibi.

-yabancı şarkılarda çok ünlü insanların özellikle modacıların isimlerinin geçirilmesi sevgisi var ya. my humps' taki  dolce and gabbana, fendi and andona ya da madonna' nın vogue' un saydığı bir sürü isim gibi. türkiye' de öyle bir şarkı yapılsa diyorum. o şarkıyı da çok büyük ihtimalle atiye yapar gibi bir his doğuyor içime. sözleri de nur ve yıldırım, cemil ve cengiz şeklinde olsa, çok acayip olmaz mı?

-türk filmleri izleme zincirimin son ayağında ses filmini izledim. filmlere alternatif isimler bulma köşemde filmin adını "e o kendisi işte" koydum. izlerseniz aslında bu cümlenin büyük bir spoiler olduğunu fark edeceksiniz. bu filmle ilgili bir kaç şey söylemek gerekirse, mehmet günsur' u ilk kez bir rolde beğenmedim. oyunculuğu değil ama kast doğru gibi gelmedi bana. o çok naif adamın ağzına o küfürlerin fazla geldiğini düşünmüş de olabilirim. bir de serra yılmaz mevzusu var. aslında sarma afişi de oradan çıktı. filmi izliyorduk ve bilin bakalım ne oldu? tabi ki de serra yılmaz süt anne rolünde karşıma çıktı. daha önce hiçbir yerde izlememiş olsam bu rolüne büyük ihtimalle bayılırdım. ama ön yargım var artık bir kere, üstte einstein falan da demişken atom kadar zor hani parçalamak. hayır türk filmlerinde böyle bir kontenjan mı açıldı? devlet kurumlarındaki engelli kontenjanı gibi. neyse sevenler çok daha fazla konuşamiyciğm. son olarak ise filmin jeneriği çok ama çok başarılıydı bana göre. hatta filmin en başarılı yanıydı diyebilirim.

- son olarak, reklamlardaki özellikle de yoğurt reklamlarındaki çoğu yemek görüntü olarak korkunç oluyor bence. hani sözde onların insanı cezbetmesi lazım ama beni bilhassa itiyor. bu reklamlardaki en korktuğum yiyecek ise kabak dolması. yatılı kalmanın bir getirisidir belki bilmiyorum ama o boru gibi kabakların içlerine tıka basa doldurulmuş kıyma görüntüsünü gördüğüm anda tüm enerjim çekiliyor. yapmayın etmeyin şu dolmalara kıyma koymayın, dolma-sarma bunlar zeytinyağı ile güzel. börekler de bir değişik gibi oluyor, bilemiyorum.

8/15/2011

en başarılı yabancı dizi jenerikleri

4

10- friends
aslında bu listeyi oluştururken düşündüğüm açılışa (görsel doyuruculuk bakımından) tam uygun olmasa da, arkasından friends' i izleyeceğimizin habercisi olan bu jeneriği 10. sıraya koymakta bir beis görmüyorum.

+not, friends jeneriklerin yıllar içinde hep değişkenlik göstermesi bakımından, aslında koymak istediğim versiyonu what could have been bölümlerininki idi. paylaşımcı, embed olayını engellemiş.o yüzden link veriyorum.

9- shameless us

en küçüklerinin klozetti karıştırdığı fırça ile dişlerini fırçalaması bu dizinin çok net bir özeti değil mi?


8- nurse jackie


nurse jackie jeneriğini daha önce de vurgulamıştım. minimalist duruşu çok başarılı. yalnız 3. sezondaki bariz düşüş daha yukarılarda olmasını biraz engelledi gözümde.



7- house md

bunun jeneriğini sevmemin en büyük etkeni kuşkusuz massive attack. hani dizi başladığında bir vakayı görüyoruz ve can alıcı bir yerde görüntü gidiyor ve teardrop giriyor ya, işte orada her seferinde içim bir hoş oluyor benim. nehirli mehirli kısımları olmasa daha üstlere oynayabilir. oraları beni itiyor nedense.


6- game of thrones
işte bu ve daha üsttekiler görsel açıdan beni mest edenler. bu jenerikte en başarılı bulduğum anlatım ise küçük modellerin yükselmesinin ve gelişmesininin 3 boyutlu olarak gösterilmesi.



5- nip/ tuck
"make me beautiful" . bu diziyi benim için vazgeçilmez yapan şeylerden biri olan görselliğinin en güzel kanıtı da bu jenerik. plastikliğin mankenlerle anlatılıyor olması ve baştaki mankenin parmağının bir anlığına hareketi. alt okuma yap okuyabildiğin kadar.
yine embed kodunu bulamadım. link


4- dexter
o yumurtadan canı istemeyen var mı aranızda?
kanın, her türlü çağrışımla kullanılışı ve dexter' ın az pişmiş eti ağzına atışı; portakalın kan portakalı oluşu ve portakalın suları fışkıracak şekilde kesilişi.


3- six feet under
bilöğgğgh' u bayadır takip edenler bir şekilde bu diziyi bir yere mutlaka tıkıştırıyor diye düşünmeye başlamış olabilirler ama 3. sıraya koyuyorum ki objektif olduğum anlaşılsın hım hım.


2- true blood
böcek kapan bitkiyi ve kurtlanan tilkiyi bile bana zevkle izlettiyor bu açılış. bu 10 jenerik içinde de en başarılı müziğe ( jace everett - bad things) sahip bana göre. bir şarkı ancak bu kadar afrodizyak olabilir. çürüyen hayvan falan izletirken içini gıcıklandırmayı başaramazdı aksi halde. alan ball' ın bir sonraki dizisinde bir öncesini aratmaması ( sadece jenerik için konuşuyorum) da kendisine saygımı arttırıyor.


1- carnivale
bir liste yaptığımda hülya avşar' ın şampiyon belli ikinci kim lafını etmeden duramam. daha önce de söylemiştim tadında ukalalık çok seksi bir şey.
carnivale' a gelince, evet yine hbo şaşırdınız mı? bu işin bir formülü varsa, onlara sormak lazım. alt metin okumalarına doymak istiyorsanız jenerikten başlayarak carnivale' a girişin derim. buhran yıllarında geçen dizide en sevdiğim şey tarotun kullanımı. kartlardan görüntülere geçişler, geçilen görüntülerdeki ve müzikteki hüzün, dönemi ve hatta son dönem insanlık tarihini yansıtışı çok başarılı. ileri almadan her seferinde izliyorsam, benim için bir jenerik çok başarılı demektir.



8/14/2011

bile bile lades

0

herkes telefon melodisi güzel olsun ister. o melodi ile farkını ortaya koymaya çalışmayan yoktur zannımca.  ama benim gibi telefondan zerre haz etmiyorsan, melodi işini de zorlamayacaksın. ben telefonu sürekli titreşimde olan insanım, yalnız bu durum telefonu hiçbir zaman duymamam( acaba) olarak meyvesini verince, evde olduğum zamanlarda sesini açmaya yöneltti beni. e bu durumda da, nokia tune kullanacak halim de yok değil mi? böyle derken telefonum nokia bile değil ama metaforu anladığınızdan adım gibi eminim bilöğgğgh-severler. hepinizin ne kadar cin gibi olduğundan bahsetmeme gerek bile yok. bu noktada devreye işte o müthiş sıkıntı giriyor. telefon melodisine uygun şarkı bulmak.
açmazsan ve karşıdaki de sen açana kadar yılmazsa telefonun çalma süresi yaklaşık 30 saniye. benim obsesyonlarım çerçevesinde düşünülürse, bu durum melodi olabilecek şarkının ilk otuz saniyesinde söz girmiyor olması gerekir. sözlü telefon melodisi kaldırmaz yüreciğim.
muse' un undisclosed desires şarkısı bu olumsuzluğu bünyesinde barındırsa da bir telefon melodisinden tam olarak beklediğim şeylere sahipti. can alıcı ve sakin melodi. bu sebeple yirminci saniyede söz girmesini göz ardı ettim. zaten açacaksam o zamana kadar duymuş olurum ben o telefonu falan diye de kendimi ikna ettim. ama şu an geldiğim noktada bu şarkıyı da kaybettim. tıpkı daha öncekiler gibi. asla normal bir zamanda dinleyemiyorum. ölümüne soğudum şarkıdan.
aslında bunun tek bir tanımı var; bile bile lades.

8/12/2011

çoluk çocuk bekliyoruz

3

"3d gözlüğünüzün yanında şeftali suyunu ısrarla isteyiniz" hıncal uluç
"filmde yarım saat karşılıklı sarma yenen, son derece durağan, sahnede iki usta oyuncu karşılıklı döktürürken siz sıkım sıkım sıkılıyorsunuz. hayatın kendisi de böyle bir şey değil mi zaten.." atilla dorsay
"sizi bilmem ama şimdi düşününce ben, belki de haklılardı diyorum" ömür gedik

8/07/2011

0





8/06/2011

2009 kaldır 9 ile 0' ları ne kaldı

2

bilöğgğgh, insanın sevdiğinden nefret etmesi ile nefret ettiğini sevmesi arasında geçen bir zihin oyunu derken; 2 yıl geride kalmış.
dedim madem boşum, neden bir best of yapmıyorum? oturdum ayıklamaya çalıştım ama hepsi benim çocuğum gibi klişesi yakamı bırakmadı. tüm ucuz popçulardan özür diliyorum, meğer hepsi haklıymış. başlangıçta bu da güzel bu da derken 86 tane yazı seçmişim. bu gidişle nostalji 12' ye kadar dizginlenemeyen muazzez ersoy' dan bir farkım kalmaz diye diye azaltmaya çalıştım ve ancak bu kadar eleyebildim.

8/04/2011

son single; yıldız tilbe - oynama (a.k.a oduna da gül gibi bakmam)

3


mademki lady gaga' nın kliplerini irdeliyoruz neden yıldız tilbe' ninkileri de irdelemeyelim ki dedim ve; yıldız' ın son eserini ve klibini masaya yatırdım. öncelikle dream theather şarkılarında 10 kez ritm değişiyor diye ayılıp bayılan türk gençliğinin bir de bu şarkıya kulak vermelerini rica ediyorum. şarkıda kaç kere ritm değişiyor ben sayamadım. bazıları bu şarkıdan belki de üç şarkı çıkarır ama yıldız adeta tükenmeyen bir kaynak olduğu için hoyratça bir şarkı olarak kullanmış bu cevheri. şarkı son dönemlerin popüler tekniği olan auto tune ile başlıyor. yıldız albüm öncesi röportajlarında da özellikle kanye west( özellikle 80s & heartbreak albümünden) ' ten çok etkilendiğini özellikle vurgulamıştı. şarkının içinde geçen "...gözlerinin cayır cayır yangınında" konsepti bize klipte yangın merdiveni ( şu okullarda bulunan ve üstünde her bir kovaya bir harf düşecek şekilde YANGIN yazanlardan) olarak dönüyor ve klibin ana mekanına dönüşüyor; ama tabi ki bu alt metin okumasını yapmak için yıldız' ı delikanlım'dan beri takip ediyor olmak lazım ( bazı sonradan fanlar bilemez) . "ben bir melektim, aşkta çok bebektim çok" kısmında yıldız modern insanın aşk çıkmazını en iyi şeklinde sorgularken üstüne gelen -tokat gibi ritmiyle- be-nim sap-lan-tım tek bir aşk bizi şöyle bir silkeliyor. akabinde gelen balerin ise black swan' a saygı duruşunda bulunurken, aslında hepimizin içinde kara kuğular yok mu ki? sorusunu düşünmeye itiyor bizi. nakaratta geçen oynama sözünün olduğu kısımlarda bir dansözün göbek atması ise, serdar ortaç' ın binlerce dansöz var tadındaki kara mizah anlayışını yakalamaya çalışmış. başarmış mı derseniz sizi bilemem ama bence başarmış. son olarak eklemek gerekirse; yıldız yine doğal, kendi seçtiği kıyafetler içinde çok şık ve hepiniz kabul edersiniz ki bu kadına dans etmek çok yakışıyor.

ilk günkü gibi hiçbirimize gül bahçesi vadetmeyen yıldız yoluna, oduna gül muamelesi yapmamak gerektiğini vurgulayarak devam ediyor.

8/02/2011

ibo show' da tekno yapan hande yener gibiyim

3

yıllardır erteleye erteleye bir hal olduğum ehliyet kursuna bıçak kemiğe dayanınca yazıldım. etrafımdakiler, sizi artık "bak hala almadın şu ehliyeti artık çok zorlaşçakmış, stajyer oluncakmış bak" demenin zevkinden mahrum ediyorum, üzgünüm. benim açımdan asıl durum, tüm arkadaşlarım kursa hiç gitmeden ehliyetlerini almışken,  babamın sanki dünyada en çok istediği şey benim düzenli olarak bu kursa gitmemmiş gibi davranması. dedim, seni mi kıracağım ya dedim kalktım gittim ben de.
insanlar askerlik anılarını anlatır ya ballandıra ballandıra, ben sırf bu kursta hissettiklerimi anlatsam "bir yabancılaşma hikayesi" konulu tez yazarım. hatta sanırım belki de sırf bu yüzden devam edeceğim. o değil de, ben ömrümde hiç, bir ortamda kendime ve ortama bu denli yabancılaşmamıştım. tam bir alienation örneği. böyle diyeyim de kendini yabancı dilde daha iyi ifade edebilenlerdenmiş gibi olayım. böyle ortamda bir espriler, bir şakalar dönüyor; hoca atıyor pası ehliyet ahalisi atıyor golü, bazen tam tersi oluyor. ellerindeki hayali disko topunu birbirlerine atarak eğlenen disko insanı gibi. güldükçe gülüyorlar coştukça coşuyorlar benim verebildiğim en tepki the big bang theory' den sheldon' un gülmesi kadar. tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de ara olunca hoca beni "hiç sesin çıkmadı, anlamadın mı?" diye rencide etmez mi? allahtan yengeç.. kabuk.. falan hallettik olayı da salon erkeği çizgimden çıkmadım. yoksa, diğer acarlardan olsam daha mı mutlu olacaktın beöö diye çemkirmesini de bilirdim hani.

devamında, öncesinde yirmi yaşında olduğunu söyleyen çocuğun on iki yıldır araba kullandığını ve hiç polise yakalanmadığını iddia etmesi yetmezmiş gibi, ehliyet kursunda oturan dört çocuk annesi kadının araba kullanırken polisin çevirip ehliyet sormasına ve ceza yazmasına çok sinir olduğunu cıkcıklar eşliğinde ısrarla vurgulaması ve ders anlatan adamın, içkiliyken polise yakalanırsanız oyalanın ve üflemeyi reddedin hastaneye gittiğinizde kan testinde elli promil çıkmayacak bile şeklinde verdiği akıllar derken bir bakmışım üstümde bir mayokini belirmiş, ayağımda topuklular " kavga etmez sever beni romiyo, romüyo, romeyo, romiyo" tüm kurs, göbekli teyzeler klimacı amca suzan kardeş alkış kıyamet..

8/01/2011

hep beraber kemoterapiye

0

19- çok bronz şezlongcu çocuk

onları hepiniz tanıyorsunuz bilöğgğgh severler. tahmin edersiniz ki onlardan çekinmemem kaçınılmaz. onları gittiğiniz herhangi bir plajda bulmanız çok olası, çok mümkün. hatta sizin onları bulmanıza gerek bile yok, onlar zaten bu konuda yeterince ustalar. bence bu kişiler, işletmeciler tarafından nisan-mayıs gibi kampa alınıyorlar. öncül kural; müşteriye olabildiğince sıkıntı vermek. bu kuralın uygulama biçimi, plaja gelmiş tatilci insana pis bir sırıtma ile yanaşılır ve tüm konuşmanın konsepti o şezlonga illa oturulacağı ve parasınının da çatır çatır verileceği üzerinedir. zaten, o civciv sıcakta 7-24 üstsüz dura dura, cildi gönül yazar kıvamına gelmiş şezlongcu çocuğa karşı psikolojik olarak 1-0 geridesinizdir. her horoz kendi çöplüğünde öter ve buraların ağası odur. genelde kaslımsı olurlar ve vücutları ne kadar kararmışsa vücut kılları da o kadar sararmış olur. küçük çocuklarla iletişimleri iyidir ve su sporlarına hakimdirler ama; asla denize girmezler. bu denize girmeyişin altında inceden ' ben zaten doymuşum denize, ne gircem aağbi' mesajı vardır. arada doğuş' un düşünmeden uğra bana(uyan) klibindeki gibi artistik hareketler yaparak biz loser' lara karşı üstünlükleri perçinlerler.

ah çok bronzluk, sen nelere kadirsin.

7/24/2011

yapıcam. yapmıştım. allam yardım et

2

dün bahsettiğim şekilde bugün atarimi fotoğrafladım. ehe.
benim de atari başında delirmişliğim çoktur. hepimiz birer zehra betül değil miyiz zaten? sol alttaki ısırık izleri de o cinnet anlarından kalma, hıncımı kollardan çıkarırdım.

 bu tenis oyunu benim hayal gücümü ne zorlamıştır arkadaş. bu dandik görselli oyunlardaki tenisçiler, andre agassi mi olmadılar, pete sampras mı olmadılar, steffi graf mı olmadılar martina hingis, lindsay davenport mu olmadılar?
fakat bugün fotoğraf çekerken fark ettiğim üzere hakem koltuğunda tanıdık bir isim var; super mario!! inanılır gibi değil. mario gündüzleri prensesi kurtarırken, boş zamanlarında da o anları finanse edebilmek için hakemlik yapıyormuş meğer. bir nevi geceleri taksi çeken devlet memuru.
yaşasın televizyondan fotoğraf çekmek ve tüm camların yansımalarının tvnin içinde olması.

martina hingis' i de ne severdim tüm şımarıklığına rağmen.

kafamda deli sorular

0

harry potter' da gryffindor quidditch takım kaptanı oliver wood' u oynayan çocuğu nereden tanıyorum diye delirmek üzere iken, cashback filmindeki başrol oyuncusu olduğunu hatırlayıp rahat bir nefes aldım. artık yaşamaya devam edebilirim.

hayır, imdb diye bir şey var değil mi? niye çile çekiyorsam kendim hatırlamak için..

istersen şu insan kendisi.

7/23/2011

ben şakamı yaparken

0

selam bilöğgğgh;
-bence tatilde evde olmanın en güzel yanı, anneye " hani senin bir kurabiyen vardı.." diyip tarif etmeye geçmeden; annenin çoktan kulak memesi kıvamını tutturmuş olması.

-ben önceki yıllarda deniz konusunda çok sabırsız bir insandım ve genel olarak mayısta kömür kıvamına ulaşmış olurdum. şimdi bakıyorum şu gün olmuş hala denize ayağımı sokmadım. daha neler!

-harry potter bittiği ve dokuz yüz elli altı tane dizi izlemekten öeh geldiği için televizyon izliyorum bu aralar. kanallarda ise tam bir yarışma programı hegamonyası. öncelikle star tv' yi ne yaparlarsa yapsınlar hep ama hep o sönük beyaz florasan renginde kalmayı başardıkları için tebrik ediyorum. bence artık olmadıklarını kabul edip kendilerine yol verebilirler. o akademi türkiye' ye denk geldiğimde hayretler içinde izliyorum. ben ajda pekkan seven insanım. kendini ucuz popa vermiş olsa da onun vokal gücüne ve karizmasına hasta oluyorum fakat; o tv programındaki ucuzluğu ne olacak ajda' nın? bence bu konuda en doğrusunu tarkan yapıyor. -eğer kendi özel hayatlarında böylesine ucuz ise bu insanlar- mesafeli olsunlar halka. izliyorum diyelim bir yarışmacı performansını. diyorum ki allah seni bildiği gibi yapsın, ekran karşısında küçülüyorum koltuğun arkasına düşersem kurtulurum gibi hissediyorum ve diyorum ki bu sefer var ya çok pis gömecekler benim de yüreğimin yağları eriyecek. ama nerede?! ajda' nın ilk cümlesi " bir kere ben senin sesine hayranım.." olunca tansiyonum düşüyor desem abartıyor olmam, az önce soluk soluğa hep vasat bir tonda tüm şarkıyı katleden adama mı söylüyorsun bunu cidden diye elimi sokasım geliyor ekrandan. bir de artiz mektebi var. orada da -tamamen aynı sebeplerden dolayı- nurgül yeşilçay' ı kaybettim. bu konudaki arkadaş yorumu halk izlesin diye jüri üyelerinin beğeni seviyelerini düşürdüğü yönünde. ama ne bileyim bu yarışmalar önceki yıllarda da yapılırdı ve güzel sesli ya da yetenekli insanlar olurdu hep. aman tek derdim buymuş gibi. deli mi ne?!
ama şimdi kimse kusura bakmasın da, sen ajda pekkan' sın orada çıkıp tırt bir adama ben senin sesine hayranım diyemezsin. hanım hanım!

-işim gücüm yok ya şimdi benim ne kadar gereksiz iş varsa uğraşmalıyım o yüzden twitter' da geziyorum. bir baktım david lynch' in takip ettiği 35 kişiden biri de dr mehmet öz. vay be dedim. önce sarsılarak boşaldım. sonra da göz yaşlarına boğuldum. işte türkün gücü dedim. her sabah  kabuksuz 3 badem ve bir avuç fındığı, yeşil sebze suyu ile birlikte önere önere dünya starı olmak diye buna denir dedim. sonra saygı duruşunda istiklal marşını okudum. her zaman dediğim gibi ondan öğreneceğimiz çok şey var, ona inanmıyoruz ama onsuz da kalmıyoruz.

-bugün evde tam 17 yıl önce alınmış micro genius atarimi buldum ve süper mario oynadım. öyle hafife alınmasın, 2028' de bir çocuğun bazasında xbox' ını bulması ile aynı şey değil bu. bu gece sarılarak yatacağım kendisine. paylaşmaya hazır hissedersem kendimi, bir fotoğrafını bile koyabilirim bilöğgğgh hiç belli olmaz. kaseti çalışsın diye oturduğu yere bile üfledim. hey gidinin..

-böyle de bir şarkı var. resmen akıyor.