9/30/2010

bırakınca rahatladım

2

*
GLEE. bunun için tam 10 bölüm direndim; ama glee gerçekten de fazlasıyla abartılmış, son derece başarısız bir dizi. başta sevdim bile sanmıştım, popüler şarkıların yeni versiyonları falan keyifliydi. ama senaryo olarak o kadar bir şey vaat etmiyor ki; o kadar olur. böyle bir diziden senaryo mu bekliyorsun diyenlere, cevabım evet bekliyorum olacak. maalesef ki senaryo olmadan dizi dediğin çekilmiyor.
senaryonun boş olması yönünü geçtim; madem boş bir senaryo ile sadece eğlence için dizi izliyoruz o zaman kör gözüme parmak sosyal mesaj da verilmesin.

-dizide lise son sınıfa gelmiş ve jakuzide yüzen spermler yüzünden kız arkadaşı hamile kalmış bir çocuk var, hem de baş rol. bu durum bana adeta haydar dümen' in sayfasına gönderilmiş kolpa soruları hatırlatıyor. prezervatif yerine balon takmış bir insanın gerçekçiliği bile fin hudson' dan daha fazla.

-dizide koskocaman yaşını başını almış bir çift var ve karısı adamı hamile olduğu yönünde kandırıyor. tesadüfe bak tesadüfe bak, adam asla karısının karnını göremiyor. ben diziyi bıraktığım için gelişmelerden haberdar olamayacağım lakin ciddi ciddi, o adamın karısı bu numarayı 9 ay sürdürebiliyorsa işte o an bu dizi için bu yazıyı yazmanın bile gereksiz olduğunu anlamış olacağım.

-dizide evli bir adama aşık olan ve bu umutsuz aşk ve ilerleyen yaşı yüzünden bir daha evlenemeyeceğini düşündüğü için nefret ettiği bir adamla evlenmeyi düşünen bir rehberlik hocası var. ve işin gerçeği aslında o hocanın her türlü gideri var.

-böyle hüzünlü anlarında falan koridorlarda şarkılar söyleyerek dertlerini anlatıyorlar ya hani, işte o şarkılarda çoğunlukla ekrana bakamıyorum. kötü oyunculuk mu kötü dramaturji mi bilemedim.

*görsel kaynağı ; http://icecreamparade.deviantart.com/art/Glee-140320529?q=boost:popular+glee&qo=26

MAD MEN. ikinci sezonun 5. bölümüne kadar izledim. başta don draper' ın karizmasına hasta olmuştum. yalnız gün geçtikçe gözüme ölümüne itici gelmeye başladı. o karısını aldattıkça benim midem bulandı. karısını aldatan bir dizi karakteri yüceltildikçe diziden soğudum. özellikle kendi başlarına gelirse neler yaşayacaklarından emin olduğum kızların sevgisi, biraz tuhafıma gitti. aldattığı kadın, tüm güzelliğine rağmen gerçekten de uyuz, hayatında bir baltaya sahip olamamış, sigara içişinden dumanı içine çekmez tavrından bile buram buram özentilik akan bir kadın.bu durum bile, o şekilde davranılmayı açıklamıyor.-ama pardon dizi zaten bu tip insan ilişkilerini irdeliyordu-
dizideki en favori karakterim kuşkusuz ki, şu an adını bulmak için gerçekten kasamayacağım patronla yatan iri göğüslü kadın. evet, patronuyla yatıp bunun üstünden hayata tututan bir kadının favori karakterim olması kendi içimde çeliştiğimi gösteriyor olabilir; lakin en azından bir ayak bağı olmayan single bir hanımcağızdı kendisi.
dizide çok güzel kıyafetler olabilir, atmosfer çok iyi oluşturulmuş olabilir ama tüm bunların bu kadar heyecansız anlatılmasına gerçekten gerek var mı diye düşünüyor insan. tüm aldığı ödüllerine, tüm sevenlerine rağmen üzgünüm; başıma bir şey gelmeyecekse mad men' i sevemedim. gerçekten iyi bir drama izlemek istiyorsanız, six feet under izleyin.


*bir de son olarak, kimse bana silah zoruyla dizi izlettirmiyor tabisi de. başladım mı bitireyim istiyorum.

9/26/2010

fakat şebnem dönmez'in bıyıkları?

3

-bu konuda zorlu çabalara girişsem de görsel bulamadım bilöğgğgh. ama bir kez rastlasan hislerimi sen de iyi anlayacaksın biliyorum. neden böyle bir şey yapmışlar anlamasam da şebnem dönmez imaj değişikliği için bıyık bırakmayı uygun görmüş. hayır ben mi yanlış görüyorum diye dikkatle baktım, yok yanlış falan değil. baya bıyık. sonra arkadaşlarla konuştuk, gerçekten de bıyık. bıyığın yanında, sadece bıyık da değil şebnem, o eski bildiğimiz şebnem de değil gibi. tamam su' nun annesi olacak diye çirkinleştirdiyseniz anlayabilirim bunu.

zamanında bir demet tiyatro'da binnur kaya' nın oynadığı bir karakter vardı şamuran diye. lütfiye, ona sürekli ağdayla ilgili espriler yapardı. bir lütfiye de ece(ş.dönmez)' ye lazım.

-üstüne ne kadar düşünürsem düşüneyim, derste güneş gözlüğü kafada oturanları anlayamam. hayır kimse benden bunu beklemesin.

-onu geçtim, bazı insanlar sahip oldukları rahatsız öz güvenle gerçekten çılgın şeyler yapabiliyorlar. üniversite' nin ilk haftası mı neydi, matematik dersindeyim. tüm o havuz dersleri gibi çılgın ve birbirinden olabildiğince alakasız bir kalabalık. oturuyoruz ders başlayalı baya olmuş. kızın biri - suratı son derece teyzemsi ama tarzı itibari ile gotik -elinde beyaz bir fincan hatta altında da tabağı ve tabağından tutar vaziyette içeri girdi hocaya baka baka oturdu. işte ben bunu rahatsız öz güven olarak adlandırıyorum.

-dün, şu ahir hayatımda yeni bir şey daha yaşadım.öncelikle şu ön bilgiyi vermem gerekir. mimar insanların hayatta en çok karşılaştığı sıkıntılardan biri, karşılarındaki mimar olmayan insanların mimarlığın bir meslek değil de bir kısaltma olduğunu düşünmeleridir. evet kimse mimarım cevabını kabul etmez. ikinci soru olarak iç mi dış mı diye sorar. er kişi, gerçekten çok idealistse bu durumu açıklamaya; mimarlığın içi dışı olmadığını izah etmeye uğraşır. eğer ki bu soruya gerçekten çok alışmış ve karşısındakinin ne açıklarsa açıklasın tatmin olmayacağını( iç mimarlık daha iyi değil mi ya? ben çok seviyorum dekorasyonu misal, böyle deri koltuklar zigonlar felan) deneyimlemişse, dış dış hıı evet dış dış diye yanıtlar geçer.
ama dün spor salonunda antrenör, ne okuyorsun sorusunun cevabında mimarlığı alınca; peyzaj mı? diye sordu. ben de yok abi, genel dedim. genel ne ya?

işiniz nedir?
-mimar
peyzaj mı?
-evet abicim dış peyzaj mimarı.

9/25/2010

bence hussein chalayan

4

bıraktım bunun izlediğim en iyi moda şeysi olmasını; belki de izlediğim en iyi şeylerden biri. bir ders kapsamında istanbul modern' deki hussein chalayan sergisine gittim ve kelimenin tam anlamıyla hastası oldum. bu hussein chalayan 2007 collection' a dair video' nun tam versiyonunu bulamadım, zaten gidip orada dev ekranda ve istanbul modern' in müthiş atmosferi içinde izlemek bambaşka bir haz.
hani herhangi bir dizi veya film içinde ufacık da olsa türklere dair bir şey olsa çok mutlu oluruz ya [how i met your mother' da jlo' nun türk kahvesini seçmesi gibi, madonna' nın candy shop' unda turkish delight demesi gibi], asıl mutluluk bu adamın azıcık da olsa kıyısından köşesinden bizden birisi olması fikri.

9/23/2010

_

0

yalnız, soğumuş soğan halkası da amma enerji emer ha.

9/22/2010

neyin teşekkürü

0

uzun bir aranın ardından geldik numara 7'ye
7-
evlilik ne zaman sorusuna,
" çok teşekkür ediyoruz aakadaşlar" diyen ünlü.

bence hepimizin cine5'ten öğreneceği bir şeyler var

2

yanlış mıyım. mesela ben. en kötü anlarımda aklıma cine5'i getiririm.
çok uzağa gitmeye gerek yok aslında. ne biçim de kanaldın sen cine5. bir kere maçlar sendeydi. maçları kaybetmeyeceksin arkadaş. o gitti mi şifreli kanal falan tın. sonra playboy yayını vardı. az genç feda olmadı o uğurda. neslin yarısı astigmat oldu. oz gibi bir diziye sahipti. bir nevi şu anın digiturk'u ile cnbce karışımı bir kanalıydı. o zaman yabancı dizi bize çok daha uzak bir kavramdı. bir de bu durum içinde oz' u yayınlıyorsun, internetten dizi izlemek diye bir şey yok onu bırak internete en iyi ihtimalle tıkı-tıkı-tıkı sesi eşliğinde bağlanabiliyorsun.
şimdi ise kanal listesindeki herhangi bir kanal, asla bir kanal d show tv olamayacak bir kanal. zap yaparken bile ilgi çekmeyen bir kanal. yani kanallar arası bir ilişki olsa şu an cine5' in kankası gala tv olur anca. öyle diyeyim ben size.

liseden bir kızın annesinin sözüyle bitirmek istiyorum yazımı; "mercedes' ten inip megane'a binecek kanal mıydın sen cine5?"

elveda büyük başkan

0

eğitim hayatım boyunca bizimkilerin bana çalış çocuğum dedikleri hiç olmamıştır. yalnızca her sene öss'de çıkmış soruları çözmem konusunda çok büyük bir tutkuları vardı. abartmıyorum 4. sınıftayken bile annem sınavın ertesi günü, ilk iş o soruları veren gazeteyi alırdı ve gerçekten o soruları çözmemi beklerdi. o iğrenç gazete sayfasına sıkıştırılmış, bir-iki işlem yapsan parçalanacak olan soruları gördüğüm anda midem bulanmaya başlardı. sınava girene kadar her yıl, o sınavın açıklanacağı gün mutlaka televizyon karşısına geçilip über insanların isimlerini ünal yarımağan'ın tüm meymenetsizliği ile zikretmesini izlemek hobimizdi. kırık beyaz tonların hakim olduğu bu insan evladının her zamanki mutsuz hali, zaten başlı başına bir karın ağrısı olan sınavı daha da sevimsiz kılardı. ben sınava girdikten sonra, ailecek ilgimizi kaybettik kendisine. yıllar geçtikçe sınavın açıklandığı günden haberimiz bile olmadı. şimdi , benim için o sınavla özdeşleşmiş ünal yarımağan'ın istifası ile birlikte öss tam anlamıyla tarihe gömüldü. elveda tüy bıyıklı öss birincileri, elveda sadece gerekeni yaptımcı kalpazanlar. tüm açıklanan sınavları ünal yarımağan'ın emekliliğini geçirdiği foça'daki yazlığında birlikte öğrenmeniz dileğiyle..

9/19/2010

türk dizilerindeki sıkıntı açılımı

0


stephanie jeong angelina germanica (aynı zamanda lady gaga olarak da bilinen) artık öyle bir fenomen haline geldi ki dün alakasız bir türk televizyon kanalında, kendisinin yayınladığı bir aktivist videoya denk geldim. orijinal adı makbule hande özyener kadar gizlenesiymiş gerçekten. kendisi eş cinsel haklar konusunda ciddi anlamda efor sarf etmeye devam ediyor. videodaki hüzünlü halini gördükçe insanlar arasındaki adaletsizliğin, ırka bağlı olarak sanatçılar arasında bile bu kadar bariz göze çarpması insanı biraz yıldırıyor. kadın şu an dünyadaki en büyük problemi buymuş gibi bir tutum içinde, yüzünden düşen bin parça. telefonda senatörleri arıyor falan. isteyenler için link.
bizim dizilerimiz de halkın bu yanını yadsımaktan yavaş yavaş vazgeçiyor. bu tip bir açılımın osman sınav' dan gelmiş olması şaşırtıcı olsa da.. genco bu rol için 1 ay eş cinsellerle birlikte takılmış mıdır acaba?*

bu noktaya gelene kadar asıl halledilmesi gereken nokta dizilerimizdeki sıkıntı atmosferi. yeni gösterime giren iki dizi fatmagül'ün suçu ne ve öyle bir geçer zaman ki' nin ilk bölümlerini izledim. izlememek ne mümkün; farklı günlerde tekrar gösterimi geçtim, dizileri arka arkaya 2 kez göstermeye kadar ileri götürdüler işi. ikisinin sonunda da bu dizileri izlememesi yönünde anneme baskı yaptım, ama biliyorum ki izleyecek. ne yapsın akasya durağı' nı mı izlesin?

allahım ikisinde de bir kasvet bir kasvet. buralarda sıkıntıdan başka işlenecek konu yok mu arkadaşım? tv karşısında beni kanser etmeye ne hakkınız var. zaten yaprak dökümü ve küçük kadınlar ile yeterince yürek sökülmüştü. sıkıntı ekolünü yiyen yaralı halkın yumuşak karnından vurmak. hayınsınız.

*üstteki soru tamamıyle piyasadaki oyuncu klişésine bir gönderme amaçlıydı. kim bir role bürünmesi gerekse bir triplere giriyor ki sormayın. özellikle bu, rol için izlenimlere sahip olmak o insanların hayatlarına daha rahat bakabilmek için onlarla bir süre geçirmek gerekliliği klişesi. beren saat de bu rol için psikolojik destek almış. işte ben o desteği, o seanslarda ne konuşulduğunu ölümüne merak ediyorum. mesela çeşitli tecavüz ritüelleri üzerine mi konuşuluyor? genelde ağzını bağlarlar, elbiseni yırtarlar - ama zengin çocuğuysalar memelerinin üzerine tekila dökerler- gibisinden. ya da ne bileyim işte üzerine bir hayvan(tecavüz edene insan demek fazla iddialı olurdu) çıkmışken o anda içini rahatlatabilmek için çiftleşen kaplumbağalar görüntüsü aklına getirmek gerekliliği üzerine mi konuşuluyor?!
bundan sonra ben de proje dönemleri gelmeden önce hocalar veya işverenler ruh sağlığıma tecavüz etmesin diye psikolojik destek alacağım.

ya da olmadı en azından 1 ay ustalarla işçilerle falan bir arada yaşarım.

9/18/2010

hayata dair iç burkan detaylar

1


yıllar önce bir gece istanbul'dan ege kıyılarına doğru seyahat ediyoruz. ve de tabi ki susurluk' ta tost yiyip, ayran içme ritüelini atlamıyoruz. bu mola esnasında iyi bir üniversitenin iyi bir bölümünde okuyan birinin ağzından şöyle bir kişinin ismi dökülüyor muhabbet sırasında; kongar barlas.
biz de içimize içimize gülüyoruz tüm kopan fırtınalara rağmen.
bu gece, ikilinin programanı izleyince aklıma geldi bu güzide anektot.

not: şarkı californication' ın 2. sezon 10. bölümünde çalıyor ve diziden beklenmeyecek şekilde yamultuyor insanı.

9/16/2010

subscribe

0

-allah bu kelimenin belasını versin. dipsiz kuyularda ipsiz bıraksın. bir insanı bu kadar aciz konuma düşüren başka kelime var mıdır bilmiyorum. ben çok çekiyorum subscribe' dan. özellikle tüm içeriği türkçe olsa da bu kelimeyi ısrarla kullanan internet siteleri var. işte o siteyi gördün mü ordan götüne baka baka kaçmak ıralamak lazım. bazen bir sitenin büyüsüne hemen kapılıveriyorum misal. hemen basıyorum pıt, subscribe. çok çektim dostlarım çok. ilik nakli yaptırmak zorunda kaldım, o kadar yedi iliğimi kemiğimi. mesela iksv. allah bu kurumun sitesinin, bülteninin tez zamanda belasını versin. ben bu sitenin bataına yıllar önce düştüm. siteyle karşılaştığım ilk anda o bültene üye olurken aklımda bir şey vardı; sanat aleminin kapılarının önümde bir bir açılacağı. yalnızca kaz ciğeri yiyip beyaz şarap yudumlayarak sanat sanat için mi yoksa halk için mi onu tartışacağız sanıyordum. ama ne oldu? kendimi ekran karşısında mail kutumda tonlarca iksv bülteninden kurtulmaya çalışırken buldum. kesinlikle un-subscribe' dan anlamaz bir tavırları var. sürekli olarak adını hiç duymadığım, hatta telafuzunda bile zorlandığım togo, trinidad tobako ya da kabarta balkar gibi ülkelerin etnik caz sanatçılarının taksimin saçma sapan salaş caddelerinde düzenlediği konser etkinliklerinin haberlerinden küfürler eşliğinde haberdar olarak yaşamaya mahkumum. siz kendinizi kurtarın dostlarım.
şarkıcı dumanı kınıyoruz.
şu ara da favori gençlik harekatım bu. böyle bir şey geziyor facebook' ta.şu metinle ve baya öfkeli;
Sanatçı Olarak bilinen Duman'ın Albümündeki Rezil Parçası Hadsizce İhlas Süresindeki '' Lem yelid velem Yuled'' Ayetiyle ' Lem Yelid löp Yutar' şeklinde Dalga Geçiyor .Ve Albümde yer Alan Bir Çok parçada Ahiretin Olmadığını vurgulayarak Ateizm Propagandası yapıyor.

-üzülerek söylüyorum ki bence de ahiret yok. gerçekten ben de isterdim. chuck palahniuk, gösteri peygamberi' nde diyor ki;

kızın ölü olabileceğine dair müthiş bir umut uyanıyor içimde. insan etine susamış vampir ve zombilerin mezarlarından çıktığı eski filmleri izlerken hissettiğim şeyin aynısı bu. bu gözü dönmüş yarı ölüleri izlerken içimi aynı müthiş umut dolduruyor ve lütfen, diye iç geçiriyorum, ah lütfen, lütfen.

zombi diye bir şeyin olması ihtimali ölümden sonraki yaşamı destekler görüşte olduğu için, o bile sempatik geliyor insana.

-burada bunları duymak istemediğini biliyorum bilööğgh-sever. gelin bunlarla uğraşmaktansa şendoğan isminin aslnında ne kadar çılgın bir isim olduğu üzerine kafa yoralım. düşünce şendoğan çok çılgın bir isim. bugüne kadar şendoğan isminin anlamını hiç sorgulamamıştım. bir an da olsa düşününce, biraz şaşırdım. hayatta böyle süprizli çok kelime var. mesela nurgül yeşilçay' ın soyadı. baya yeşilçay. uzun süre farkında değildim halbuki. ben aslında şuraya gelmek istiyorum. bizim bir şendoğan teyze var. dünya üzerinde ondan bir tane daha yok. şendoğan teyze çok soru soruyor. ama hiç dinlemiyor. bir de melek yüzlü. kaşık kadar suratı var ama 150 kilo falan. o melek yüzüne kanıp da sorularını cevaplamaya başlarsan 1 saat içinde 25 kiloya düşersin. ama ben en çok kendi içinde çelişen soru - cevaplarından hoşlanıyorum. geçende de şöyle bir dialog geçti aramızda. komşunun çocuğunun doğumgününü kadınlar arasında kutlayacaklar ve ben de tabi ki gitmeyeceğim.

şendoğan: leen. nazım. gitmicen mi sen doomgününe? ( sitemli gibi soru, kırk yılda bir geliyorsun onda da insan içine çıkmıyorsun allahın cezası edasıyla) sonrasında tam ben cevaplayacakken;
şendoğan: e gitme zaten napcan bissürü gadının içinde?! ( evet ben gitmeye can atıyordum)

o bir şendoğan olduğu için her şeye hakkı var. 1-0 önümüzde.


- müsadenizle son zamanlarda yapılmış, en zor sözlü türkçe ve ingilizce şarkıyı seçtim.

türkçe ödülü gidiyor ona: candan erçetin- ben kimim
english award goes to: rhcp - can't stop

ikisi kapışırsa da birinciliği kuşkusuz ben kimim alır. candan erçetin bu şarkıyı nasıl ezberlemiş, yemeyip içmeyip bunu düşünüyorum.

9/12/2010

1 saatte tersten konuşma seti

9

dün bir an kendimi, oturmuş bullet express adlı mucizevi ürünün reklamını izlerken buldum. o bıçaklarıyla olsun, mutlakta sadece ekmek kızartma makinesi kadar yer kaplayan ergonomisyle olsun, gözlerimi dolu dolu etmişti.

şu dünya üzerinde en çok inandığın şey nedir diye sorarsanız, hiç düşünmeden bu reklamlardır derim. mesela şu an benim her türlü inancım bullet express. bu 1500 değil 1000 değil 400 hiç değil 315 tl değerindeki mucizevi ürün şu an sahip olmak istediğim tek şey olabilir. o reklamların karşısına geçip de hipnoz olmayanınız yoktur heralde. misal ben bir ara da nicer dicer fanıydım. böyle küp küp kesilen meyveler olsun, makarnanın üstüne parmesan peyniri kesmelerle olsun, soğanları ya da patatesleri kızartma olmaya çabucak hazırlama bakımından olsun, zahmetsiz salatalar hazırlamak bakımından olsun çok büyük tutkum vardı.

ama dünya üzerinde 2 çeşit insan var sen de biliyorsun. 1. tip; bu ürünlere inanan. 2. tip ise bu tip ürünlerin tamamıyle karşısında olan, sanki hayattaki tek düsturu bu ürünü kötülemekmiş gibi takılan insan. işte o 2. tip insan beni hep engelledi yollarıma taşlar koydu. canım güzelim nicer dicer' ıma laflar söyledi. o söyledikçe içime attım. gerçekten de zahmetsizce salatalar yapabileceğimi, ya da dostlarım geldiğinde pratik meyve salataları yapabileceğimi bunun hayatımı gerçekten olumlu etkileyeceğini anlatmaya çalıştım ona ama olmadı.

ondan sonra sauna belt çıktı. nicer dicer yüreğimde tatlı bir heyecan oluşturuyordu hala ama; gönlüm biraz sauna belt' e kaymıştı. çünkü artık spor salonlarında harcanan vakitlerden yorulmuştum. evimde kitabımı okurken filmimi izlerken dostlarımla zaman geçirirken bir yandan da belime taktığım bu mucizevi aparatla yağlarımdan kurtulup baklavalara kavuşabilirdim. hem de 8 saat içinde başvurursam türlü çeşit hediyelere losyonlara indirim kampanyalarına hak kazanabilirdim. ama yine o 2. tip insan geldi ve yok yæ o iş o kadar kolay değil o yağ mağ eritmez su kaybettirir sadece dedi ve gitti. yine yıkılmıştım.

sonra da okulun 1. yılında, mimari proje kapsamında verilen saçmalamak konulu kısa film projesi için çektiğimiz mızan 1 saatte tersten konuşma seti adlı kısa filmim geldi. yıllar sonra yeniden izledim, yeniden güldüm. çekim tekniği, ters ışıklar,sallanan kameraya rağmen amatör ruhunun hastasıyım bu filmin, nacizane.

canınız ne istiyorsa onu yiyin

0

mehmet öz' ün kansere çevirebilecek bir tümöre sahip olması haberi ile birlikte tüm gastronomi, beslenme ve diyetetik dalları ve her sabah mutlaka bir avuç taze bademi koltuk altlarınıza sürtüp yanında bir bardak yeşil su içinci insanların tüm inandıkları şeyler çöktü.

artık herkes rahat olabilir.

9/09/2010

geçmiş yaşamlarında sarma dolmasıydılar

0

-maymundular afedersin.

internet sitelerininin çok büyük bir problemi var; ünlü insanların ünlenmeden önceki hallerini çok merak ettiğimizi düşünüp durmaları. gerçekten ama gerçekten hiç merak etmiyorum. haber yapıyorlar yapıyorlar ve sonunda haber olabilecek şeylerin kıtlaştığı bir döneme giriyorlar ve hemen sürüyorlar piyasaya geçmişte neydiler hikayesini. işte türkiye'nin yıldızlarına katılmış da yıldızı parlamış da. oyuncu olabilmek için yönetmenin kapısında yatmış da bir şeymiş de. madem bu konuyu irdeliyorsunuz yazsanıza böyle ünlenmeden önce orospuydu. misal hülya avşar, misal ajda pekkan ( pek inanmasam da tanıdığım tüm büyyükler öyle diyorlar) garsonken arta kalan biftekleri götürüp evinde yemesinden daha ilgi çekici olur.

-arabaya binmeden önce güneşin hangi tarafa geleceğini hesaplayıp ona göre konumunu belirleyen insandan ölümüne çekiniyorum. nasıl bir küçük hesapların insanısın sen öyle. pis. o kadar hesaplıyor ki; diyelim gidişte güneş gelmeyen tarafa oturdu ama bu sefer de döneceksiniz o zaman da hop geçiyor diğer tarafa. bari herkes geldiği yerde dönseydi. bir yolunu buluyor illa ki.
valla ayağımızdan donumuzu alır haberimiz olmaz.

-nerede denize girişte uzunca bir süre tüm vücudunu suya sokmayan, sokmamaya çabalayan bir insan var; orada çok sevimli bir insan var. istiyorum ki hep onun yanında olayım. o beyhude çabasına helikopterimden halat sallayıp yardımcı olayım. neyin peşindesin diyenlere, uzaktan ona pışır pışır su atan yakınlarına karşı birlik olalım. canı çok kıymetli çünkü onun. ben bodozlama dalsam da anlıyorum onu. sırça saraylarda büyümek kolay değil.

-ama nerede sarmaya dolma diyen bir insan var, işte orada gerçekten sevimsiz bir insan var. sarma sarmadır, dolma dolmadır. bu kadar da bariz bir gerçek. yaprak sarmasıdır misal. yaprağın içine malzeme konur ve sarılır ammavelakin patlıcan, biber,kabak,domates,patates o malzeme ile doldurulur.

-tanrıdan en büyük dileğim ne kadar kilo alırsam alayım, dolma gibi parmaklarım olmamasıdır. böyle de küçük mutlulukların peşindeyim.

-hidayet o ağzındaki damaklık mı her neyse artık. onu çıkarıyor parmağıyla elliyor tekrar ağzına alıyor. maça konsantre olamıyorum. pis pis adamlar elledi ama o topu hep. sonra sen de elledin. öğretmen çocuğu olmanın ağır hezeyanları.

-öğretmen çocuğu olmanın ( bana göre) en büyük getirilerinden biri de devamlı uzun görünen tırnaktır. sübyan zamanlarda dibinden değil neredeyse kökünden kesilen tırnakların beyaz kısımları, tırnağın asıl kısmı olması gereken pembe gövdeden büyük hale gelir. bu yüzden önrümü lan tırnaklarım uzun mu yoksa takıntısı ile yaşamak zorundasındır.

-tırnak deyince de, hani tırnağın uzunluğunu kontrol etme amaçlı genel bir kabul vardır ya. avuç içine doğru düz bir şekilde bakarsın. tırnakların o bakıştan görünmüyorsa uzun değildirler. bu kabul nasıl kabul haline gelmiş?
asma yaprağının arasına, pirinç domates soğan karabiber tuz harcı yapıp koymayı kim akıl etti sorusuyla aynı soru aslında bu. herhangi bir şeyin ilki nasıl oldu merakı.

-mazide kalmışken bir anda tekrar parlayan sanatçılar olmasa mı hiç acaba diyorum. nil burak ile yeliz'e bir honolulu bileti alalım takılsınlar orada derim ben. zira olamıyorlar tekrar.

9/06/2010

gizliajans

3

ana karakterimiz musa kitabın başlarında, aşık olduğu sanem' in gece kalmaya ona geleceğini öğrenir ve şunu geçirir aklından;

"işte havayi fişeği icat eden Çinli' ye esin kaynağı oluşturan duyguyu keşfedişim tam o ana denk geliyordu."

erkek beyni ve hissiyatı daha net ve sade ifade edilemezdi.

facebook'tan karakter tahlili

4

uzun süredir böyle bir doya doya coştuğum, yerli yersiz atıp tuttuğum bir inceleme yazısı yazamadığım için hayıflanmaktaydım. dedim hazır tatile de girmişken neden msn' le başladığım karakter çözümlemeleri(1-2)ne bu seri ile devam etmiyorum?! başlıyorum

1-profil fotosu mavi zemin üzeri beyaz adam olan insan

bildiniz değil mi? onlar gerçekten de varlar. bu insanlar ya gerçekten çok dolular ve herkesin delirdiği bu site için oraya bir fotoğraf koymaya bile zamanları yok; ya da bunların hepsi amerika' nın tüm dünya hakkında istihbarat sahibi olmak için kurduğu oyunlar düsturundan yola çıkan insanlar. ya da bunlardan tamamen alakasız şekilde benim gibi fotojeni yoksunular ya da fotoğraf çekmeyi seven insanlar hiç yok çevrelerinde.

2-1116 arkadaşı olan kız/ insan ama çooğunlukla kız

bundan daha önce de bahsetmiştim. ( isteyenlere ismail yk dan gelsin, bu numaradan beni tıhkla) daha önce yeterli açıklamayı yapmışım o yüzden şimdilik yalnızca istediğim eklemeyi yapacağım. efendim bence bu grup da kendi içinde 2'ye ayrılıyor. 1- yaklaşık 36 tane fotoğraf albümü olanlar; çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı sorusunda tercihlerini neyden yana kullandıklarını çok net anlayabiliyoruz bence. 2- neredeyse 362 tane şeyin fanı olanlar. sanırım ben bu 2. gruptan biraz daha fazla çekiniyorum. neden. herkes çok yönlü olabilir ama bu artık über yönlülük gibi bir şey. düşünüyorum ben hayatta 362 tane şeyin fanı mıyım diye, yok cık değilim. mesela bir filmi seviyorum diyelim, sonra görüyorum ki o fanı olmuş. halbuki ben çok daha kendimi vererek izlemişim o filmi, konuşunca anlaşılıyor gabak gibi.

ayfon ya da bilekberi' lerinden çözünürlük katili fotolar yüklemek de genel tutumları.

3-hiçbir şeyin fanı olmayan insan

adeta üstteki insana tam zıt bir insan. ne uğraşacağım yæ diyor bize farkında mısınız? ben burada bir saymaya başlasam var ya u-huu diyor. benim bildiğim şeylerin burada sayfası bile yoktur hatta diyor. bu insan genelde kings of convenience ya da suede falan tarzı gruplar dinliyor genelde.

kendisi hakkında bir şeyler yazması gerekirse de kimsenin anlamayacağı bir şeylere referans veren ingilizce, genellikle de farklı advanced cümle yapılarında, şeyler yazıyor. hatta kuvvetle muhtemel bu tip paylaşımları olan bir tumblr' a da sahip.

4- bir tane profil fotosu olan insan

işte bu çok güzel bir insan. şekilcilikle uzaktan yakından alakası yok bu insanın. gerçekten birileri arattığında fotoğrafından tanısın diye koyuyor o tek fotoyu da besbelli. hatta çoğu zaman girmiyor da. ne uğraşıcam abi hayat sokaklarda diyor çoğu zaman. sigarasını içiyor bir köşede.

5-neredeyse hiçbir şey paylaşmayan insan

bu psikoloji sadece bende mi var bilmiyorum ama; bence karizmatiklik-paylaşma grafiği yapılırsa eğer kesinlikle ters orantılı bir grafiğe sahip olur. böyle bir grafik niye yapılsın tabi o da ayrı konu.

bir de bunların genel olarak profil fotolarını ya da etiketlendiği fotolarını tıklattırmama özelliği olanları var.

ama genel olarak, arada net tespitler ya da herkese laf sokan iletileri olabiliyor.

6- profil fotoğrafı gül olan aile büyüğü teyze

ailerin bu olayı keşfetmesiyle hepimizin tadı kaçtı biliyorum. ben şahsen birisi saçma sapan bir fotoğraf koyar da yazar da bizimkiler görürse gerilimi yaşarken kendimden çok şey kaybettim. 35 kiloya düştüm. onu gizlemenin engellemenin yolları var biliyorum ama eğer biraz teknoloji bilir bir aile mensubu iseniz işler biraz daha değişiyor.
fotoğrafı gül olan teyze hepimizde ekli bence. bu teyze genelde duygusal şeyler paylaşmayı seviyor ama volkan konak duygusallığından hoşlanıyor. milli bayramlarda da türk bayrakları ile donatıyor profilini. ve de genel huy olarak çoğu fotoğrafa yorum yapmaktan hoşlanıyor.

bu insan geçenlerde de can yücel' in nasıl kadın olunur nasıl adam olunur şiirini paylaştı. hepiniz gördünüz.

7-facebook siyasetçisi

gerçek anlamda sanal alemde tanıdım ben bu insanı. yılmaz özdil güruhu tam olarak ya da tam karşıtı. çok ısrarcı paylaşım konusunda. adeta biz cahil beyinlere dikte ediyor ve genellikle karşıt görüşe tahammülü az. uçlarda olmayı seviyor, genel olarak da; orospu türkan saylan grubuna katılıyor örneğin; ya da başbakanımıza gıcık olanlara gıcık olanlar

8- her şeyi geriden takip eden insan

en çok bu insan için hayıflanıyorum. hayata tutunduğu dalı olayım istiyorum. biz zehra betül'ü artiz ne arar la bazarda ' yı çoktan tüketmişken o daha yeni paylaşıyor çünkü. hayatı hep biraz geriden takip ediyor. mesela sertab' ın koparılan çiçeklerini yeni keşfetti bu insan. amma illa da paylaşmayı çok seviyorlar. o koparılan çiçekler o yılmaz özdil' in yazıları illa ki paylaşılıyor.

bu insanla, sürekli oyun daveti gönderen insanın da çok ortak noktası var. hatta ayrıldıkları nokta nüans gibi bir şey.

9-kendi paylaştığı şeyi beğenen insan

bir noktada söz gerçekten bitiyor.

10-zaytung insanı

efendim bu grup; hayata dair paylaşabildiği en komik şey zaytung haberi olan insan. bir bakıma hüzünlü yani. kendi söyleyebileceği komik bir şeyler olsun o da çok isterdi herhal. ama olmayınca olmuyor.

11-hayatta edebildiği tek muhabbet futbol olan insan

erkeklerin genellikle %60 oranında dahil olduğu bu grubun en sevdiği üçleme de recep ivedik. genellikle forma namustur?! siyah ulan?! kafasında testosteron fışkıran sloganlar paylaşıyorlar. ama bu erkeklerin şaşılır bir şekilde genellikle 6-7 yıllık çok düzeyli ilişkileri de oluyor. futbolu gerçekten sevmek var; misal ben. bir de forma namustur kafası var. çok ilginç.



gece gece kategorizasyonun dibine vurdum. hadi hayırlısı.

9/04/2010

ccc bıyık ccc

0

-devlet bahçeli' nin rocker işareti yapması yukarı, rocker işareti yapması aşağı. hava alanının orada toplanan gençlere ülkücü diyorlar, ne bilgisizler ayarı vererek; yıllardır kulis arkalarında kanayan bu iki işaretin karıştırılması yarasına son noktayı koymuş oldu. büyük adamsın.

-geçende ülkücülerin bıraktığı yanlara sarkık bıyığın amacının, kaşlarla birlikte suratta CCC oluşturmak olduğunu öğrendim. o andan itibaren hayatıma reset attım desem yeridir.

-mehmet turgut' un çektiği çılgın türkler adlı fotoğraf çalışması ve röportajında bebeğim canımın içi serra da var. hiçbir şeyden eksik kalmasın. cemil ipekçi de bir gün bir restoranda herkes şıkır şıkır bir vaziyette yemek yerken her şeyin çok sıkıcı gelmesi üzerine havladığından bahsetmiş. six feet under izleyenlerin aklına eminim ki brenda gelmiştir. iki psikiyatr evebeynin kızı olan karakter brenda küçük yaşlardan itibaren pskolojik tedavi altına alınmasına tepki olarak doktora konuşmak yerine havlamayı seçmişti. onu, yapsa yapsa brenda yapar ama; cemil ipekçi' nin böyle bir şey yaptığına inanmıyorum. tamam gerçekten marjinal bir adam ama, ne ayaksın oğlum sen derler adama. madem bu kadar sistem eleştirmenisin, gitme madem o şıkır şıkır restorana. git marmaris büfe' de patso ye. susuzluk neymiş, ekmek arası parates yemenin dayanılmaz hafifliği neymiş yeniden deneyimle bakalım.

- u2 ne ara dünyanın( tüm zamanların diyen de var) en büyük rock grubu oldu da ben kaçırdım, bilemedim. kim gelse ülkemize en büyük oluyor. beatles, pink floyd, led zeppelin, rolling stones,radiohead................. derken u2 hangi sıraya gelir belirsiz.

-tatilsizlik staj üf püf derken son gün patron elime para içeren zarfı tutuşturduğunda tüm sıkıntılar bitti. her zaman dediğim gibi; parayı sevmiyorum ama sinirlerimi yatıştırıyor. ( joe louis)