12/29/2010

adeta 2010'un özeti gibi

2

özene bezene ve çok mutlu olarak bir kitap aldığımda; içine mutlaka aldığım tarihi, bulunduğum şehri ve adımı yazarım. ve o yazı hiçbir zaman tam istediğim gibi olmaz, böyle bir olduramam, bitirdiğimde mutlaka biraz pişmanlık duyarım, şöyle yazsaydım daha böyle serbest el gibi dursaydı daha umursamaz gibi dursaydı daha iyi olurdu diye düşünürüm.

12/28/2010

' ole

1

bilmeyenler için; somewhere over the rainbow

tiplerini bilmeden dinlediğim çok sanatçı/şarkıcı var ve kafamda hepsinin tamamen tesadüfi şekillerde imajları var.bana en büyük şoku yaratan ise Israel Kamakawiwo'ole olmuştur. toprağı bol olsun şeker gibi sesi.

öte yandan keşke benim soyadım da kesme işareti  'ole  ile bitse.
















sinem o kadar gergin ki; akord etsen çalacak

2

ayşegül bölüm başı 15 milyar alacak diye delirmiş kendisi. bence bu kadar gergin olmasının bir sebebi, gerçekten ne kadar yeteneksiz ve itici olduğundan ve haksız bir şekilde haftada 14 milyar kazanışınından haberdar olması.
asıl acı olansa, birçoğumuzun ne yaparsak yapalım haftada 14 milyar kazanacağımız bir işimiz olmayacağı gerçeği. bu durum da beni o kadar sinir ediyor ki, akord etseniz çalacağım yani o derece.

*başlıkta geçen tabir dizide geçmiş ve bendenizin en sevdiği dizi repliği ünvanını ele geçirmiştir.

ben de bu tip şeylere takıyorum işte

0

12- galatasaray'a
GAASSARAY diyen insan.

13-galatasaray'a
GALASSARAY diyen insan.

çok küçük hesap

1

mutfaktan bir şey alıp geleceğim odama diyelim. ama çok şeyi aynı anda götürmem lazım. her seferinde hepsiyle inatlaşıp aynı anda her şeyi götürmeye çalışıyorum ve bu esnada ışığı falan da kapatmak gerektiği ve boş elim kalmadığı için türlü çeşit akrobatik hareketler yapmak zorunda kalıyorum. bir de elimde bardak olduğunu ve ışığı kapama butonun buzdolabının arkasında olduğunu ve elde bardakla o elin oraya giremediğini falan hayal edin. sonrasında bu zorlu görev tamamlanmış bir şekilde odama geldiğimde; minicik ama elzem bir şeyi unuttuğumu fark ettiğim an, işte o an oğuz haksever'le O AN programına bile konu olabilir. ikinci tur yapılıp da elde o minicik şeyle geri dönerken, biraz evvelki çekilen ızdırabın nafileliğinin akla geldiği o an..çok şiirsel..çok hüzünlü.. daha fazla konuşamiciğim..

12/26/2010

yalnız bıyık öyle bir şey değil

6

12/24/2010

zincirleme blog tamlaması

3

önce mika'nın yazısı
sonra;black' in cevabı


-rotring, -son derece overrated- arkasına basınca ucu olağanca şuursuzluğu ile yanlış ölçüde çıkaran markadır benim gözümde. ideal ölçüde uç çıkarması için illa diğer elinden yardım almak gerekir. yalnızca arkasındaki sivri silgisini severim detay şeyleri silmeye yaradığı için. bir de rot-r-ing , bu aradaki r'nin varlığını öğrenmek zamanında tüm arkadaşlarım arasında şok etkisi yaratmıştı. şimdi düşününce roting ne ya oluyor insan.

-lisede ben de penguenlerimin katlanmasına şiddetle karşı çıkıyordum. hatta ilgili yazı.  hatta geçende annemler yeni eve taşındılar, annem alttan alttan o penguenleri napçaz yaa atsak mı ki nolcak ki onlar ki falan derken aklından bile geçirme bebişim dedim. ya şimdi o katlanmama hadisesini düşününce kendime bile fazla geliyorum, ne gerek var öyle gerilimlere. artık almıyorum bile mesela.

-yılbaşının sahte atmosferini ben de birisi sayesinde çok sevmeye başladım.

-yogi mi? daha neler. bu arada spor veya birtakım sağlıklı hayat guruluğu konusunda kesin ve net kararlar alıp bir şeylere para yatırmadan önce çok kere düşünmek lazım derim. zira haftalardır spora gidemiyorum ve resmen sırtımda yük olmaya başladı.

-liseli kızların tek problemi tercih ettikleri aksesuarları değil bence. hepsi çok hormonlu. yalnız kızlar değil hepsi öyle gerçi. bildiğin kocamanlar. allahım yanlarından geçiyorum bin inivirsite sın sınıfım yæ şeklinde. büyükler eskiden derdi de inanmazdım.
erkeklerde de nike' ın elde taşınan minik spor çantasından(kocaman makyaj çantaları gibi duran) taşıma modası var.

-bence tasarımcı olmanın belasını versinler. nisan ben tasarımcı gibi hissetmiyorum kendimi? ayrıca bu dönem ciddi ciddi öğrendiğim tek ders, akustik. neden? çünkü hoca çılgınlar gibi yoklama alıyor. o yoklamanın sıkıntısıyla her derse gitmişim neredeyse. okula yeni başladığım zamanlarda, bence bu yaşa gelmiş bir insanı yoklama zoruyla buraya dikmeye çalışmak çok talihsiz ve başarısız gibi büyük büyük laflar ediyordum. kendime demet'ten alıntılıyorum; "burada tecrübe konuşuyor."

-astroboy, geri dönmeyeni dövüyorlarmış.

o balerini gerçekten sağa dönüyor olarak gören var mı

14

bu kolpa ya da tunnel sitelerde saçma sapan sitelere yönlendiren çeldirici, flash oyunlar ya da gifler var ya hani. ben onlara çok takığım. şurdan şuraya nasıl gidilir kalemle yol çiziyorsun mesela, ama kolay ötesi yani. ben o yolu illa ki çiziyorum her seferinde. bir de yol tam tamamlanamadan o asıl amaçlanan siteye yönlendiriyor ve oyun kayboluyor ya, işte o zaman çok bozuluyorum dostlar. işte silahla bir şeyleri vurmalar olsun, dartlar olsun.

ama yine bu balerine gelirsek, anam ne yorumlar dönmüş işte matematik fizik düşünürsen sağa dönüyormuş da müzik düşünürsen sola dönüyormuş. ben bakıyorum dümdüz sola dönüyor. gitti tüm beyin kıvrımlarım yazıklar olsun.

12/22/2010

ben şu anda bu kediyim

5


sırt ve bel ağrım dağları aşınca, doktor önerisi ile yakı* diye bir şey kullanıyorum. tıp bilimi karşısında çaresiz miyiz biraz?

*yakı, sırta yapıştırılan ve orayı çok ısıtan, çıkarırken -muhtemelen- çıkarıldığı bölgeye ağda muamelesi yapacak olan çok güzide bir tedavi aracıdır.

12/19/2010

yoksa siz hala?

3

gülriz sururi. ömrümün sonuna kadar bu ismi söyleyebilirim. allahım bu ne ahenkli bir isim. ismi çok ahenkli insanlar var. bugün gülriz sururi'yi gördüm. hacı gibi bir şey oldum bence. a la luna jeneriği çaldı kafamda. ürkek ürkek geçti yanımızdan. gülriz sururi. gülriz sururi. mesela başka insanlar da var böyle ahenkli isimleri olan. bence yani. mesela ümit davala. davala ne biçim de soyad. yabancı futbolcu var mesela. nuno valente. allahım ahenge gel. tardu flordun var sonra. dilim adeta can atıyor tardu flordun demek için. lisede çocuğunun adını nuno valente davala koymak isteyen arkadaşım vardı. ondan sonra nurseli idiz. resmen akıyor isim. halbuki iki i yan yana sıkışacakmış gibi duruyor ama akıyor. çocukken bir kere bulmaca çözmeye çalışırken nurseli idiz'in adına nursel idiz yazmaya çalışmıştım. nurseliğdiz gibi sanki. oradaki i birleşip akıp gidiyor sanmıştım. ama en akıcı isimler kapışması olsa nuno valente ile gülriz sururi kapışır gibi. sonra da en saçma kapıştırma ödülü bana verilir gibi. ales'e de silgi kalem götürülmeyecekmiş. mutlu oldum. silgim yok benim resmen. ev arkadaşımdan istedim. kalem de vereyim mi dedi. yok o kadar değil kalemim var dedim. kalemime uç bile almıştım. büyük bir emek. anahtar da götürülmeyecekmiş. anahtarla birbirimizi oyabiliriz sonuçta maazallah. bir de ben arka arkaya yüz elli soru okuyamam bence. neyse ki şekerlemeyi onlar vereceklermiş. içime su serpildi.

bu yazıda adı geçen insanların hepsinin aynı anda bir yazı içinde bahsedilmesi ihtimali nedir ki? kentrilyonda 5 gibi bir şey mi? kentrilyon diye bir şey var mı cidden ya? sentrilyondan bahsetmiyorum bile farkındaysan

insanlar çok

1

bugün alışveriş yaptığımız yerde adamın biri, ceket-kot kombinasyonu yapmaya çalışıyordu. kendi kotunun üstüne göre olduğunu düşündüğü bir kadife ceket bulmuş sanırsam ama oradaki çalışan çocuktan "o ceketin altına kotunuz tam uymadı sanki, daha class bir şey istiyor" gibi olumsuz bir tepki alınca tam olarak şu tepkiyi verdi; "300'ü boşuna mı verdik yani? ehi ehi"

bok atmanın da bir sınırı var.bence

0

okan bayülgen'in, resmen "madonna'nın aslında pek bir numarası yok artık sahnede çok hareket de etmiyor zaten genelde de çok abartılmış bir insan" demesi. "tüm insanlar ona çalışıyor, en iyi elbise ona dikiliyor, en iyi şarkı arenjeleri ona yapılıyor, en iyi dansçılar onun için dans ediyor, herkes en iyi bestesini ona vermeye çalışıyor" diye eklemesi.

bir süre ciddi mi bu yæ diye dinledim. insan bir düşünür, en iyiler neden bir insan için çırpınıyor diye.

12/18/2010

salak,yemin ederim gerizekalı

4

yarın ales'e gireceğim. saçmalık ötesi. ne bir konu baktım ne de bir soru çözdüm. bayram zamanı falan evde 2009'un çıkmış sorularını bastırtmıştım babama; hem daha çok vardı sınava. bir gün elbet çözerdim ki. sonra zaman geçti. asla çalışma isteği doğmadı içime. erteledim de erteledim. hem zaten neye çalışacaktım ki? şekil uzay yeteneği konusuna mı yoksa vektörel kuvvetler konusuna mı? sonrasında ise tam olarak bir nazım çözümü ile yaklaştım olaya: ben yüksek yapmayacağım. evet. kendime diyeceğim tek kelimelik net cevabım bu. evet. önceden bir şeylere çözüm falan üretmeye çalışıyordum lan ben. şimdi çözüm üretme kısmı kendini tamamen yapmıcam baane 'ye dönüştürdü. önceden uyanamadığım sabahlar içimde huzursuzluk oluştururdu, şimdi ise alarmı duyup uyansam da, gitmesem mi ki o_O evet bence gitmeyeyim hem gitsem de dinlemiyorum ki zaten şeklindeki telkin ve inanışlara dönüştü. para verip kaydolduğum 3dmax kursuna bile milyon devamsızlık yaptım, haftalardır spora gitmiyorum. önceden proje yapmak için oturur ama çalışamaz dizi falan izlerdim şimdi ise bariz bir şekilde oturup dizi izliyorum. nasıl olsa şimdi uğraşsam da proje yapamayacağım ki kafası yerleşti resmen bünyeme. hele de sabah biraz erken kalkar gider proje çalışırım inancıyla kendimi ikna edişim yok mu? allah inşallah tepemden bakar. sabah kalkmak için yatılan gecelerin, sabah uyanamayışlar olarak son bulmasını geçtim zaten bir şey yapmamış olmak duygusuyla tüm günü ekmek asla bir çözüm oluşturmayacak hayatımda bu bilinci neden oturtamıyorum bir türlü. bu neye sebep oldu? 4 yılda yapmadığım devamsızlığı 1 dönemde yaptım. bünyemde her türlü ortopedik problem olarak patlak veren lisans eğitimi, sadece sırtımı s*kmekle kalmadı; aynı zamanda beni hiçbir şey istemeyen ve hiçbir şeyden tatmin olmayan bir insana dönüştürdü. yoksa haftanın en güzel günü olan cuma akşamı bile hiçbir şey yapmak istemeyen insandan insan olur mu hiç? ne bir yere gitmek geliyor içimden, ne bir şey almak, ne bir şey okumak, ne bir şey çalışmak, ne ne ne.. sadece oturup mal gibi dizi izliyorum. yeni başladığım bir dizinin bir anda 5. sezonunda buluyorum kendimi mesela. başka hangi diziyi izlesem ki ya diye belki yapımcısının bile izlemediği dizilere falan başlıyorum. yemek bile yapmıyorum mesela. o kadar keyif aldığım bir şeyle bile alakam kalmadı. herhangi bir şeye girişmeden önce, o şeyi yapmak için gerekli süreçler canlanıyor kafamda ve kendimi aksi yönde ikna etmiş buluyorum en sonunda. soğanı doğra/ ellerim soğan kokacak, yağı kızdır/kapağını açarken elim yağ olacak ve sonrasında kağıt peçeteyle mi silsem yoksa bulaşık detarjanı ile mi yıkasam ikilemi, salça koy/ o salça kızgın yağla her yere sıçrar, üstüne gazete kağıdı koyarsın ama hava da alacak şekilde/ gazetenin mürekkebi buharla yemeğe dahil oluyormuş, sebzeleri ayıkla adam et/ kim uğraşacak kabak soymakla ya da fasülye ayıklamakla ama konservelerin tadı da götüm gibi af edersin. sonrasında gelsin dominos farm.

bir de düşün şimdi, hiçbir şey olmamış gibi yüksek lisansa başlıyorsun. hiçbir şey değişmeden, aynı oturaklarda aynı hocalarla çünkü neden çünkü itü'den asla vazgeçemezsin. ama istemiyorsun da hiç. o devasa değişim için yanıp tutuşuyorsun. nasıl bir değişim?hiç bilmeden belki de.. ama  bir yandan da ölümüne korkuyorsun her şeyin değişmesinden.
kendi içimdeki paradokslarım sonum olacak biliyorum. hem zaten el falımdan kısa bir ömür çıktı. neden bir şeyler için kasmaya gerek olsun ki?

12/14/2010

herkesin lisesi en güzeldir

6

bugünlerde böyle bir lise özlemi. allahım ağzımdan burnumdan fışkıracak neredeyse. sürekli bir anılar canlanması, sürekli bir eski fotolara bakmalar bir şeyler. bir şarkı duyunca ahanda şurası, bir şarkı duyunca ahanda kordon, bir başkasında ahanda kıbrıs şehitleri modundayım. insanları özledim, ortamı özledim, lise yatılısı ortamını özledim, hocaları bile özledim sen düşün.

bizim okulda bizim son sınıflara yaklaştıkça bir teknoloji devrimi olmuştu. ondan öncesinde hiç uygulama yapılmaz, tamamıyla teorik takılırken sonra bir anda uygulama aşkı gelmişti okula. özellikle -isminden emin olmamakla birlikte-teknoloji odası diye bir sınıf yapmışlardı. elektronik tahtalı falan. ama ne hikmetse ısıtmak kimsenin aklına gelmemişti. gittiğimiz kısıtlı zaman dilimlerinde de veba olup geri dönüyorduk. o yüzden de kimse gitmek istemiyordu.

okulun - belki de- şimdi düşündükçe en manyakça gelen özelliği 8'de başlaması idi.
son sınıfta illet ötesi lanet ötesi bir fizikçimiz vardı. özellikle de tüm dersleri ilk saatlerde olurdu. allam, zaten sinir stres altındayız. ve güne o adamla başlıyoruz. her sabah siz hiç çalışmıyorsunuz' dan tut, artık öys sabahı kalkar çalışırsınız' a  kadar varan saçmalıkta laflar dinliyorduk. adam bir kere öys diyor. resmen hala o kafada. çalışmıyorsunuz dediği sınıftan insanlar sonra canavar çıkardı.

ama tabi iş bilime gelince herkes o acar kimliğini sınıf kapısının dışında bırakıveriyor. dalgalar konusunun işlendiği zaman - yine bir haftaiçi çok erken sabahı- o gıcık itici adam bize uygulamalı dalga anlatacak. yine buz gibi bir fizik labaratuvarındayız; ama odanın kendisi bile inanmıyor fizik lab'ı olduğuna. o despot adam, çömeşti içinde su bulunan mavi bir leğenin önüne. belli bir frekansta tek parmağını suya batırıp çıkıyor. bize de oracıkta noktasal kaynaklı dalga oluşumunu öğreniyoruz.

adamın kafasını biraz da şöyle açıklamak lazım aslında, orada sorduğu zor bir soruya cevap veren bir arkadaşın sözlüsüne 100 verip, sonra sınıfta tahtadakileri defterine yazmıyor diye " sen 100'üne mi güveniyorsun; gerekirse ben o notu 30 verip dengelemesini bilirim" tadında bir insandı. tabi sonrasında bize 30 verip dengelemek deyimini kazandırmıştı.

işin daha ilginç yanı, bizim hocalar kim kimle çıkıyor gibi dedikodu bazlı konularla çok ilgiliydiler. bu despot adam bir gün gelip yanımda oturan çok yakın bir kız arkadaşımın kulağına eğilerek siz çok yakışıyorsunuz sevgili misiniz? diye sormuştu. nerede 30 verip dengeleyen adam, nerede bu gossip boi o_O

bence lise sayısal böyle bir şeydi

bir yandan o ergenliğin verdiği buhranları yaşıyorsun; ama bir yandan da eğrelti otunun üreme döngüsünü öğreniyorsun falan.

sonra bir de benim yatılı olma durumum var tabi. yatılı hikayeleri pek gündüzlülere anlatılmaz aslında. dexter kodları gibi kural lise yatılısı için. ama şunu anlatmadan geçemeyeceğim. son sınıftayken, biz artık o hiyerarşinin getirdiği rahatlıkla da arsızlığı iyice elimize almıştık. vaktinde uyanmayınca da yatakhanede kilitli kalıyorduk. ama resmen canımıza minnet biri gelip zorla indirene kadar da umrumuzda olmuyordu. sonra da aynı binanın içinde, 2.-3. derse falan anca gidiyorduk. insanlar da o kadar alışmıştı ki bu duruma, yine kitli kalmışlar bilinci oluşmuştu.

bir de benim minderim vardı. baya minder. insanlar gelene kadar sınıfta uyuyordum falan. şimdi düşününce baya çılgın.

liseye dair en çılgınca şeylerden birisi bana göre, bizim tüm hocaların lise sonda bile bizden delice şeyler bekliyor olmasıydı. beden eğitiminden tut, ebebiyat tarihine kadar. diğer liseler o derslerde soru falan çözebilirken, ben felsefemin 83'ten 5 gelmesi için sözlüye kalktığımı biliyorum. şimdi üniversite ortamından sonra insana bir yabancı geliyor tabi.

yine bir gün edebiyat dersindeyiz.son ders ve artık gerçekten baymışız. herkes ya yanındakiyle sohbet ediyor. ya soru çözüyor ya da başka bir şeyle ilgili bense uyuyorum. hoca da tüm ısrarcılığı ile dersini işlemeye devam ediyor. işte mesele ne olsun. küçük ünlü uyumuna göre o'dan sonra (KEEEÖÖÖAAASSSSS ŞAMATOAOAOAYUUUU) ü gelemez. e'den sonra ö gelemez. falan şeklinde içinden bir anlığına canavar çıkarıp sonra hiçbir şey olmamış ve dünyanın en önemli şeyi küçük ünlü uyumuymuş gibi dersini anlatmaya devam etmişti.

biraz kişisel oldu ama lise anlatmakla bitmez tabi, buraya kadar okuduysan da kordon kokan şarkıyı paylaşacağım. elimde değil.

12/13/2010

inanmıştı vol. n: dexter' dan beklentilerim

0

.öncelikle dexter'ın hapse girmesi, çocukların ölmesi iyi olmadı diyerek tüm dizi keyfimin içine eden diziport kullanıcısı, inşallah dipsiz kuyularda ipsiz kalırsın zira tüm bölüm bunlar olsun diye bekledim. ha şimdi olacak, evet evet bu sefer kesin çıkaracak bıçağı, bak uzun süredir çocukları göstermediler kesin gitti, pis jordan planladı bak aynı geçen sezon gibi sonradan göreceğiz allah belanızı diye diye izledim. sonuna kadar bekledim ama olmadı be bilöğh. sanki öyle olsa mutlu olacakmışım gibi.

hayır yani, nasıl dexter' ın hapse gireceğine inanmış olabilirim ki? prison break olarak mı devam edecekti ondan sonra dizi?

.debra, bizimkileri ele vermeyince sen gerçekten de harbi bir kadınsın dedim ama; debra gibi acar bir karakterin orada öyle romantik davranacağına kuşlar bile inanmaz bence. ki bence debra öğrenseydi, dizi bambaşka bir noktaya gidebilirdi.

.bence dexter' ı romantik yapma çabalarına son vermeliler. bırakın adam işini yapsın. halla halla.

nerede o aklı başında zehir gibi adam, nerede bu aklı on karış havada aşık adam?

.hatta sezonun ilk bölümlerinden birinde, boyd fowler' ı öldürecekken yine hata yapmıştı ve sonra o düşürdüğü şırıngasını her nedense kimse bulamamıştı.

.sonuç olarak 5. sezon kötü başladı, harika devam etti ve vasat bitti. özellikle 4. sezona kıyasla.

.ama zaten belli bir sayıyı geçtikten sonra mükemmellik çizgisini koruyabilen dizi çok az.

.allah aşkına, çocukların ölmesi iyi olmadı yorumunu görünce astor'u bir daha görmeyeceğiz diye yemin ediyorum sevindim. sen nasıl evlat olsa sevilmez bir tipsin.

.bir de dünyanın en güzel çocuğu harrison morgan. bize bu çocuğu daha çok göstermeliler. oynayın oğlum bu çocuğun üstünden. bak cırmık falan bir senaryolar yazmıştınız ilk kan diye. iyiydi o bence.

.bir de çok ara verince kıymete bindiğinizi çok iyi biliyorsunuz. pisler.

sophie ellis bextor babylon konseri

1

ya da 'tüm şarkılarını bilmediğimiz şarkıcıların konserlerine bir daha gitmeyelim'

babylon şıkımsı bir mekan. ama o kadar. yani böyle daha az kitlesi olan sanatçılar için iyi bir konser mekanı olabilir belki. ama bir dünya starı için son derece yetersiz. sophie' nin deli gibi fanı değilim, benim için güzel şarkıları varmış ya diye genelde herkes tarafından bilinen şarkılarından haberdar olduğum birisiydi. ama daha önce de birçok kez bahsettiğim sebeplerden -698 yıldır konsere gitmeyişim ve içimde uhde olarak kalmış birçok konser- dedik hadi gidelim. pastırma sıcakları ile incecik takıldığımız kışın, 2 aydır beklenen konser gününde bir anda içini kusması en baştan farklı bir tat oldu zaten. bununla birlikte, sophie'nin anca belden yukarısını görebileceğimiz bir konuma sahip olmamız diğer bir tattı. babylon zaten kıç kadar, türk insanı desen abazan. oramı buramı elleyen mi ararsın, sürtüne sürtüne geçenler mi ararsın, tüm konser boyunca yanımda önümde bilimum her bir tarafımda kazulet gibi durmayı tercih eden 3 metre boyunda adam mı ararsın hepsi benimleydi. üstüne bir de sophie ellis bextor, daha underground ve romantiğimsi, asimsi şarkılarını söylemeyi tercih edince ben bu işten bir şey anlamadım. hele bir ara tamamen şebnem ferah' a bağladı. çığlıklar gitarlar bir şeyler. yahu normal hayatta brit pop/elektronik müzik yapıyorsunuz ben de sizi ondan seviyorum. ne lüzumu var gaza gelmenin. onun dışında kadın karizmadan ölürken, ona sofiiiiiiiiiii diye bağıran bir fan vardı.( iki dakika sıyrılın şu kimliğinizden şekerim) bunun üstüne ben de ayşeeee diye bağırdım, çok içimden geldi. bir de üstüne 1 saat 10 dakikada sahneden inince, dedim ucuzluk yapma kaç para verdik biz biliyor musun sen? evet yaptım bu ucuzluğu. sophie ellis bextor, gerçekten de böyle işveli işveli danslar eden, bol bol kahkahalar atan, sağlam bir vokali ama vasat şarkıları olan oldukça güzel bir hatun. landın' dan soğuk ve ıslak havayı getirdim kusura bakmayın dedi. dedim böbeğim landın'dan çorap getirsen kabul ederdik biz zaten. böyle bir espriler şakalar.
70 dakika sahnede kalıp gittikten sonra, geri geldiler. evet; dünyanın en büyük konser klişesini sophie de es geçmedi.

dip not: sophie de önceden mankenmiş ( hiç belli değil ), demet akalın' a fazla mı yükleniyoruz yoksa? aha ha ha.

dip bucak not: en sevdiğim şarkısını söylemedi. kırıldım. hepinize gelsin; you get yours.

12/11/2010

hayatın küçük tatlı süprizleri bitmek bilmiyor

0

önce emrah, yağmurlar'ı söylemişti.
şimdi ise;



ikisi de bir kadının, karşısındaki bir erkeğe yazdığı şarkılar olduğu için; sözler makyajlı.yağmurlar'da erkeğim sen gül; şimdi de aslında ben de isterim makyaj yapıp dolaşmayı kısımları. hele; sigara tam bir ekip çalışması olmuş; metin türkcan'larla olsun orhan şallıel'lerle olsun. 
tabi gönül isterdi; erkeğim sen gül diyen bir emrah ya da makyaj yapıp dolaşmak isteyen bir müslüm baba dinlemeyi o ayrı.

12/08/2010

"bakireyim, şahitlerim var"

6

hüner coşkuner(47) -- parantez içinde 47 yani kadın kaç yıldır sabrediyor bakın mesajı--, üç buçuk saat kaldığı sahnede yıllardır iddia ettiği gibi hala bakire olduğunu söyledikten sonra, meydan okumayı da ihmal etmemiş; "bakireyim,şahitlerim var"

bu farafıreyz şiirimi hüner abla'ya ithaf ediyorum..


virjin gibi

bakire gibi
ilk kez dokunulmuş gibi
bakire gibi
kalp atışların benimkilerin yanında olduğunda

sana her şeyimi vereceğim,oğlan
ama çok da korkuyorum
her şeyimi sana sakladım
yalnız, aşk sonsuzdur diyorlar
ama yeter artık
47 yıl bu
sinirim sıkıştı




isteyene; orijinal haber.

12/05/2010

kazak ♥ saat ♥ mont

1


iki kadın, bir adam; aşk çekilir aradan (tilbe,07).

-kazak giydiğim zaman, özellikle de kolları yapışan bir kazaksa; o kazağın saat ile buluştuğu noktada kıvrılması, kıvrışması,buruşması,deforme olması ne dersen artık nasıl bir mutsuzluk. kazağı üste sıyırırsın ama ne yapar ne eder aşağı aşağı süzülerek saate sokulur ve kıvrılır. bundan tuhaf bir zevk aldığından şüphelenmekteyim.

-eğer ki montun kolları da bileğe yapışan türdense buyurun sıkıntı sofrasına. o saat nerede duracak artık, çık işin içinden çıkabilirsen. orası adeta terim terim terleyecek o katmanlaşmanın içerisinde.

-geçende kuzenimin 5 yaşındaki oğlu, annesi ona ceketini giydirmek isterken içte kalan pijamasının en uçlarından tutamadığı ve o pijama kolu ceketin sürtünmesi ile birlikte içerilere doğru meçhul bir yolculuğa çıktığından ötürü cinnet geçirdi. işte o an gerçekten kan bağımız olduğunu hissettim. ben de katiyen katlanamam o duruma.

-dünya üzerinde youtube açılmayan tek insan benim bence şu an. hani açılmasın varsın dert değil de, amanın o meret de açılmadıkça nasıl çekici geliyor. adeta ulaşamadıkça peşinden koşuyorum. neler neler deniyorum ama yok cık. açılmıyor.

-geçenlerde komedi dükkanı izleyip kahkahalar atan hatta kelimenin tam anlamıyla yarılan bir insan gördüm. hem de sınıfta, bilgisayarında izliyordu. bölümleri falan indiriyor yani, o kafa. gerçekten şoktayım.

-gerçi aynı insan 1. sınıfta 150 kişilik amfiye, elinde tabağıyla birlikte kahve fincanı tutarak girmişti. bambaşka bir kafayı yaşıyor kendisi.

-son olarak bir başka mutsuzluğumu daha paylaşmak istiyorum. mesela diğerlerine göre daha az yıkanan çamaşırlarınızı düşünün. onların yıkanması için genelde bir birikim süreci sonuna gelinmelidir ki hep beraber yıkanabilsinler. işte tam o birikme tamamlanıp da o gün gelip çattığında, çamaşırları makineye koyup da yıkanma işlemini başlattıktan sonra bir tane çamaşırın dışarıda kaldığını fark etmek. onu asla oraya, o diğer nadirlerin arasına bu sefer sokamayacağını bilmek; ama yine de beyhude bir çaba ile kapak belki açılır diye denemek. işte öyle bir şey.

küçük hesap

4


bilgisayarda herhangi bir şey hata verirse, hata raporu gönder ibaresi çıkıyor ya hani. eğer o anda mutluysam, ya da sevimli bir şeylerle uğraşıyorsam ve bununla karşılaşırsam, tüm iyi niyetimle o hata raporunu gönderirim. o an sanarım ki karşımda direkt bir insan var ve o raporu alır almaz bu eksikliği düzeltmeye çalışıyor. adeta kanatlarımın rahatsız ettiği anlar yaşarım. lakin; mutsuzsam, gıcık olduysam, o hata raporunu asla göndermem. hatta bir nevi o raporu göndermeyerek intikam aldığıma, o programa belki de deva olacak şeyi göndermediğime inandırırım kendimi. yaparım bunu. böyle de küçük hesapların peşindeyim.

12/01/2010

uccuz sisi

2

adeta bela paratoneriyim. son derece can sıkıcı günün ardından metroya girmişken, önümüzden son derece anarşist ben buralara ait değilim sistemin çarkları o şit şeklinde yürüyen bir abla geçti. üstü başı ve tavırlarının çılgınlığı bir yana arkasından sürüklediği ceketini yerlere yerlere temas etmesi umurunda değildi. ben de aa pis karı yerlerde sürükledin ceketini dedim kendi kendime. bunu dememin ardından 2 dakika geçti geçmedi köşeyi döndük bir de ne görelim, ablam metro beklenen peronun orada bir güzel oturmuş yerlere. bunu görünce biz de ben ne diyorum sen hangi kafalardaymışsın meğerse modunda gülüştük. ama olacaklardan son derece habersizdik. ablanın ceketinin laneti peşimizi asla bırakmayacaktı.

neyse geçtik oturduk ve karşımıza iki tane sisi tadında, sisi'ye yukarıdaki cerrahi müdahalelerin uygulandığını düşünün -ama böyle adam kalmış olsalar 2 yarma adam olurlardı- tip oturdu. iş bu ya, bulacak yani. gerçekten zamanlamasıylan olsun seçtiği yer bakımından olsun müthişti. tabi ben görür görürmez kıkırdadım. - asla kaçırmam, aferin bana-. anam bu sisi çakması bir dellendi. yaoao kızıyorum bok böyle güldüklöründö- ama bir dödü ki o dudoklordon o kölümölör nasıl çıkıyor böyle. kelimelerin suratıma suratıma gelişini görüyorum karşıdan. birkaç tanesini alıp cebime atıyorum o derece. metro o anda buz kesti, arkadaşım kapaklanmış bense mal gibi kilitlenmiş vaziyette sisiye bakıyorum. bu sefer yanındaki devraldı hakimiyeti. yo nüyö kızıyoson, o onun görüzokololoğu, o onun özürlülüğü o onun özürlülüğü o onun özürlülüğü o onun özürlülüğü şeklinde belki de 12 defa tekrarladı. ondan sonra sisi uzunca bir süre atayım mı suyu kafasından atayım mı suyu kafasından şeklinde fake atıyor bana, bense yalnızca boş bakıyorum. ondan sonra dedim arkadaşa kalkalım burdan, götüm götüm kalktık gittik yanlarından. başka yere geçtik ama tutamıyorum kendimi. nasıl bir gülme geliyor.  meğer ben bunları yaşarken arkadaşım o atılan lafların hedefinin ben olduğunun bile farkında değilmiş. üstüne bir de sen inince bunlar beni yemesinler? demesin mi. dedim şimdi jilet tozunu serpecekler suratıma. ( burada çok önemli bilgi devreye gidiyor; efendim şimdi bu travestiler günlük hayatlarında da birtakım sapıklıklara fazlasıyla maruz kalmalarından dolayı yanlarında jilet tozu taşırmışlar. kızdırırsan suratına atarlarmış. sen suratını yıkamaya çalıştıkça elin yüzüne değdikçe o jilet tozları iyice cildine saplanırmış ) şimdi ben bu bilgiyle yetişmiş çok temiz bir çocuk olduğum için hiçbir şey yapmadım tabi.

sonra ilerledik, bir de kimi görelim. az önceki, laneti tutan anarşist abla. nasıl? sisi, onu tamamen unutturmuştu değil mi?

bu da böyle bir anektot a dostlar. mübalağa sanatına hiç başvurmadığımdan da emin olabilirsiniz.