2/27/2010

67

0

1967 yılında yani aynı anda Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band ve The Piper At The Gates Of Dawn albümlerinin beraber çıktığı yılda genç olsam, şimdiki yaşımda olsam mesela, ne hissederdim acaba; oldukça merak ediyorum. ne şanslı yılmışsın 1967.

999.999.999.999 in 1

0

böyle bir iddia ile karşımıza gelmiş atari kasedinin içinden, üçüncü sayfadan itibaren sürekli aynı oyunların çıkması gibi bir mutsuzluk var üzerimde. acaba diyorum; şöyle bir çıkarsam o iki plastik yanağın ortasındaki karta doğru üflesem var gücümle, tozundan kurtarsam yeniden çalışır mı düzgün

2/26/2010

0

twitter' ımı kapadım. blogum var benim mis gibi. twitter da neymiş. neyi nereye yazacığımı şaşırıyordum zaten. nasıl olsa burda da kendi kendime takılıyorum. ne olacakmış allah allah.

cuma akşam evde oturmaktan ciddi anlamda tiksiniyorum. öyle böyle değil.

ups

3

"Esra ceyda kardeşleri yatağa atmışlar hemde videolarını falanda çekmişler tıkla www.esraceyda.info"

uzun zamandır konuşmadığım bir arkadaşımdan gelen messenger iletisi. başta ciddi ciddi okudum, sonuna doğru oldukça şaşırdım. virüsçüler artık kendilerini aşmışlar.

.

0

bir babadan duyulabilecek en sevgi dolu cümlelerden biri; "al oğlum, lop et"

2/25/2010

klişe'nin yakın tarihçesi

0

"ey insanlar, biz size klişe' yi bir süre oyalanın diye göndermedik mi?!"

biz ademoğulları, gün geçmiyor ki yeni bir şeyler öğrenelim. çok karanlık dönemler, sonrasında aydınlanmalar; süslenmemiş bir şeylerin kullanılamadığı zamanlardan sonra süslemenin cinayet olarak görüldüğü dönemler; sıkıştıkça tarihe dönmeler, aynen kullanıp adına historisizm biraz değiştirip kullanarak adına postmodernizm denilen cici gösterişler yaşamışız. bu süreç insanın varoluşundan itibaren yaşadığı bir süreç olduğu kadar, her bir insanın kendi bünyesinde tekrarlıdığı bir dönem oluyor aynı zamanda. aynı insanın geçirmiş olduğu evrimi, bir embriyonun bebek olana kadar anne karnında aynen yaşaması gibi. tabi ki bu bahsettiğim süreç yani evrilme, farkındalık ve tekrarlar süreci biraz bir şeylere ilgi duyan, bakan, gözleyen, merak eden, düşünen ve bu huyları yüzünden mutsuz olmaya mahkum edilmiş insanlar için geçerlidir. yoksa bir gaffur emminin hayat döngüsünün buna benzediğine pek ihtimal vermiyor aklım. neyse efendim, farkındalık kavramına takmış insanların hayatlarında en çok taktıkları şeylerden biri klişedir. bundan önceki girizgahın amacı klişenin tarihçesinden bahsetmeden önceki ısınma turu olmasıdır. klişenin hayatta var olduğu süreci yüksek müsadenizle 3' e ayırıyorum.

1) pre-klişe dönemi
insan bu süreçte pragmatik uykusundan henüz uyanmamıştı. olabildiğince gücüyle kendinden bir sonraki döneme ortam hazırlıyordu. kendi üzerinden ekmek yiyecek olan bir sürü insan olacağının bilincinde değildi. aslında yaşadığı şeyler belki de gayet normal şeylerdi. yalnızca, sonrası dönemde insan çok sıkılacaktı ve gerçekten yapacak bir şey bulamadığı için geçmişe sarmayı tercih edecekti. bizimkiler' i ya da mahallenin muhtarları' nı izlerken keyfini olabildiğince alıyordu. ya da geri zekalı herhangi çocuktan biri olduğu için koridorda ayaklarını duvara gergin olacak şekilde dayaya dayaya yukarı doğru tırmanıyordu. imkanlar kısıtlıydı atari bir devrimken, play station bir hayaldi. türk pop o zaman da boktana yakındı, çok nadir sanatçı çıkarabilen bir ülkeydik belki de buna mahkum edilmiştik. annelerimiz, öğle uykusuna yatırmak istiyordu bizse istemiyorduk. her türlü ortam hazırdı. bu şartlar altındaki kuşağın patlama yapma süreci yakındı, ufukta görünüyordu..

2) klişe/tespit dönemi
teknoloji biraz gelişti diye insanın geçmişe gülerek baktığı bir sürece gelindi. ekşisözlük altın çağını yaşıyordu ki ersin karabulut ve umut sarıkaya tespit olayında geldikleri nokta ile pre-klişe döneminin sona erdiğini ve artık tespit döneminin başladığını tüm ülkeye duyuruyorlar idi. diskmanlar yerini ipod'a bırakıyordu. o 80'ler 90'lar neydi öyle furyasını çıkarmak için zaman tam zaman idi. kotun içine kazakları sokan ebeveynlerin dönemi ile dalga geçerken ilerde kendi way farer' ları ile dalga geçileceğinden bihaber bir nesil ortalıkta cirit atıyordu. sandık içi' nde ya da benim de söyleyeceklerim var başlıklı yazılarda herkes adeta kendini buluyordu, nasıl akıl etmiş abi ya en popüler merak sorusu olmuştu. bizimkiler izlenirdi ya denildi, abi temel vardı çaydanlık vardı böyle şarkılarla sosyal sorunlara parmak basılırdı diye zamanında bayılınan şeylere namkörce diller çıkarıldı. sosyal ağlarda, ayaklarını duvara dayayarak tırmanan çocuk gruplarına katıldı zamanın ayakla duvarlara tırmananları. atari diye bir şey vardı, kaset çalışmazsa çıkarır üflerdik tozu çıksın diye abi ne günlerdi cümleleri yankılandı. o zaman öğle uykusuna duyulan nefret anlamsız bulunurken şimdi izin verseler de uyusak denir olunmuştu. bu tip şeylerden ekmek yiyen böyle bloglarla dolmuştu ortalık, sanal doku yöreleri dolup dolup taşıyordu..

3) post-klişe dönemi
tüm bu koşullar altında bugünlere geldik sevgili okur. artık zaman tespit yapan adamı tespit yapma dönemi. herhangi bir klişe olayla karşı karşıyasınız ve siz o klişenin gayet net bir şekilde farkındasınız ama hemen davranmıyor adeta sinsi gibi yerinizde bekliyorsunuz. sonrasında o klişeyi tespit ederek ekmeğini yiyen insanları acımasızca yerden yere çalıyorsunuz. böylelikle 'farkında' ama umursamayan insan olmuş oluyorsunuz. arada bir de herkes e.karabulut, u. sarıkaya oldu ya serpiştirirseniz tam olmuş oluyor. döneminizden geri kalmıyorsunuz.

tüm döngüleri göz önünde bulundurduğum kadarıyla bundan sonra olmasını beklediğim süreç ne0-klişe dönemi. bakalım yaşayıp, göreceğiz..

six feet under

1

bir dizi düşünün ki; ağzınıza ediyor. ağzınıza etmekle kalmıyor, sorgulatmanın dibine vurduruyor. bazen en tepeye çıkarmışken ordan dibe çalıveriyor. ne için yaşıyorum ki lan ben dedirtiyor ve tüm bu kesif karamsarlığa rağmen deli gibi kendine bağlıyor. işte öyle bir şey. niye bu kadar zaman ertelemişsem..

2/22/2010

o da insan

2

duygusal: sen ağlama. dayanamam. ağlama göz bebeğim sana kıyamam ( aksu, fi).
açıklayıcı: taraftarının baskısı ile yerini bir başka takım arkadaşına bıraktığı için, nasıl da ağlıyor için için.
teyzece: çok yükleniyorlar bu çocuğa, çok üzülüyorum ( herhangi bir teyze, n.d ).
galatasaraylıca: ağla lan, pis fenerli! hahahahah

undo

1

-crazy yazacağım zaman sürekli crayz miydi diye ikileme düşüyorum. direk türkçe okur gibi y' yi öne almaya çalışan bir beynim var. sonra beynim ne yapmak isterse onun tersiydi diye doğrusunu yazıyorum.

-allahım, sen bizi tek başımıza yorgan kılıfı geçirmekle terbiye etme yarabbel alemin. amin.

-facebook'u türkçe kullanmaya başladım. aslında türkçe' ye geçişin ilk dalgasında ben de geçmiştim ama, ta ki ali' yi dürt tabirini görene kadar. anında dönmüştüm ingilizce'ye. neyse geçende yine türkçe sevgim kabardı, dedim varsın öyle olsun ben yine döneyim türkçe' ye. ben türkçe' yi çok seviyorum. dolup dolup taşıyorum. ama, şimdi de unlike' ın çevirisine takmış durumdayım. beğenmekten vazgeç. hiç olmamış gibi geliyor. olduramıyorum. ama olsun alışabilirim.

-ingilizce' de en sevdiğim kelimelerden birisi undo . o küçücük haliyle resmen içi dolu turşucuk. undo. gurban olduğum.

-bir de tadao ando var ki sormayın gitsin.

çığır

0

işte nip tuck' ın karşıma çıkardığı mükemmel şarkılardan bir diğeri. 79 yılında bu şarkıyı yapmış olduğuna inanamıyorum bu amcanın.ne varsa yetmişlerde var canım diyen insan olmama çok az kaldı. adeta bir pre- depeche mode eseri.

*gary numan - cars

bir de rock müzik sevenler için feac factory ile yaptıkları cover mevcut.

2/21/2010

irite olunmuş

2

dünya üzerindeki en tehlikeli kadın türü, tatmin olamayan kadındır. bunun bence en güzel işlendiği yerlerden biri ' american beauty' adlı başarılı filmdi. kadın ve aileden sorumlu devlet bakanı selma aliye kavaf' ın talihsiz açıklamasından sonra aklıma gelen ilk cümleydi başlangıç cümlem. kendisi şöyle beyan etmiş : "dizilerdeki erotizmden irite oluyorum". sevgili selma aliye, sana cümleler hazırladım. sen de kısmen de olsa gece yatmadan önce üzüldüğüm insanlar arasına girme aday adayısın. türk dizilerini savunma gibi bir pozisyonum olabileceğini hiç sanmıyorum ki tam da kavrayamadığım sebeplerden dolayı çok nadir adam akıllı dizi çıkarabilen bir ülkeyiz. benim burda anlayamadığım nokta insanların erotizme yaklaşımı. erotizm öcü değildir. cinsellik yaşının düşmesinin sebebini buna bağlamış. çocuklar bu olguyla çok erken yüz göz oluyorlarmış. ciddi anlamda bir öcüyle yüz göz olmaktan bahseder gibi. erotizm, iki insan arasında yaşanabilecek en güzel şeylerden biridir ve bunun bilincinde yetişmiş insanların olduğu bir ülkede bastırılmış, sapıklaşmış, çarpıklaşmış şeylerin yaşanma oranı azalır. bir çocuğun dizi içinde umarsızca öldürülen insanlar izlemesindense öpüşen iki insanı izlemesi çok daha hayırlı bir şeydir. şimdi bir kadınsınız ve dizi izliyorsunuz. erotik bir sahne var ve izlerken irite oluyorsunuz. allah allah, biyolojik sistemi nasıl çalışıyor bu kadının hiç bilemedim. hiç mi erotizm yaşamamıştır ya da?! tadında kullanılması gerektiğini vurgulasaydı çok da mantıklı yerlere çekilebilirdi, özellikle 'prime time' diye adlandırılan zaman dilimi için. bu talihsiz açıklamanın diğer bir talihsiz noktası ise bir bakanın irite olması. biz de aramızda kullanıyoruz bu kelimeyi de eğleniyoruz yani. sen koskoca bakan ol, sonra bir de git irite ol. ooolduu!

*görsel; milliyet.com.tr

bal

0

en çok izlenen filmi recep ivedik olan canım ülkemde kıymeti bilinmeyen filmlerin, bu filmleri ortaya çıkaran güzel insanların kıymetinin dünya' da bilinmesinden inanılmaz derecede bir haz duyuyorum. bal, altın ayı ödülünü kazandı.

*hayır; altın ayı, bal sever demek yok. büyük yasak hem de.

2/19/2010

.

3

calve,bana bunu yapmayacaktın! neyin üstüne sıkıp yiyeceğimi şaşırdım resmen. zaten bence birden deli gibi kilo almaya başlayıp bir anda 150 kilo olabilirim. çünki imkansızı dene tadında çok yiyorum ve calve bu yolda ateşime körüklerle geldi. sen al o tadımlık minicik kutudaki şeyi böyle kocaman kabın içine koy,satışa sun. sonra niye obezite.

2/18/2010

nazımoğlan

3

118'in yeni numarası neydi 1sen?
hebenin hamıydı birsen
peki senin adın niye birsen
peki benim ses tonum? 1sen
bu kadar gıcık olmak zorunda mıydı birsen
hiç bilemiyorum ki 1sen..
sexenmiş birsen!
çağrışımı hissettin mi peki birsen?
kör göze parmak sokar gibi aynen
illa akıllarda bu şekilde mi yer etmeliydik birsen?
bilmem ki hele bir bilsem..

2/17/2010

Elephant / Fil

1

çok sıradan bir gün, sıradan bir amerikan lisesi. çok sıkıcı bir gün, sıradan bir hayat günü. film gerçek hayatla aynı anda ilerliyor, beni en çok çeken yanı da o. hava çok güzel, güneşli. bulutları görüyoruz; ama ışıl ışıl. bir amerikan lisesine, bir saatliğine gidiyoruz. sıkıcı bir günü tüm sıkıcılığı ile yaşıyoruz. günlük sıradan muabbetlere birebir tanık oluyoruz. ezik genci, inek genci, fotoğrafçı genci, yakışıklı genci, aile travması olan genci, görüntü kaygısı olan genci, şiddet eğilimi olan genci, hiçbir işlevi olmayan genci, yeniliklere açık genci. film o kadar hayatın içinden ki, onların sıradan muabbetlerini filme çekip 1 saat boyunca izletme cürretini kendinde buluyor ve izlettiriyor da. herhangi bir karaktere odaklanacağımız zaman, bir önceki karedeki karakterden yenisine geçişi, bir şekilde görüyoruz. aynı olayları tekrar tekrar, farklı gözlerden görüyoruz ve bu sıradan günü en ufak ayrıntısına kadar yaşıyoruz.. ve sonunda bam! bambaşka başladığımız bir gün, bambaşka bir şekilde sonuçlanabilir. filmin sonunda tekrar bulutları görüyoruz. bu sefer karanlık.

sık sık lise katliamları görülen ülkede, katliamı böyle bir açıdan yansıtan gus van sant çok başka bir kafada, olmak istediğim bir kafada.

2/15/2010

electric girl

2


Bedük - "Electric Girl"

bu orijinallikte fikirler barındıran bir klip hazırlıyorsun ( duvar zemininde hareket eden yüz, elektrikli kızın avatar saçlarıyla beynini kontrol etmesi, tabakta gelen eski tip bedük gözlüğü, tavşan kanı vurgusu, şarkıyı söyleyen kuzu) , bari renk tonlarını da bad romance klibinden seçme de; bu güzellikteki iş mükemmele dönüşebilsin. yine de çok başarılı olmuş, gözlerinden öperim.

.

0


kusura bakmayın da, mirkelam' ın kargo' nun solisti olması; at sikine konan kelebekten farksız görünüyor gözüme.

yapılacaklar listesi

0

bülent ersoy' un yaşamına yakınsayan bir haftasonu geçirdim. bülent ersoy, yemek konusunda hiçbir masraftan kaçınmazmış, canı kebap mı istedi hop atlar adana'ya, canı kaz mı istedi hop atlar kars' a gider, canı şarap mı istedi hop atlar bordeoux' a gidermiş. bizim de canımız iskender çekti, hop atladık bursa' ya gittik. cumartesi öğlen, komşu fırın' ın zencefilli kurabiyeleri ile başlayan gün bir araba ve üç sevimli insanla bursa yolunda devam etti. hava da şansımıza ne güzeldi. olayın çıkış noktası, günümüz modern insanının en büyük sorunsalı olan hayatından sıkılma buhranına dayanıyor. bundan sonra hayatı boşa harcamamak, her günü son gün gibi yaşamak temel slogan; yerseniz. neyse işte, ne yapalım ne yapalım adlı uzun sürecin akabinde neden bursa' ya iskender yemeğe gitmiyoruz ki kararı alınınca ben de dahil oldum. arada bir uzaklaşmak lazım değil mi canım?_ istanbul' dan uzaklaşma gereği duyan günümüz modern insanı_ bursa' da iskender, neden bu yapılacaklar listesinin en tepesine gelmiş hiçbir fikrim yok, pek de sorgulamadım. yolda sonsuz geyik ve eğlence yaşadık. bence işin en eğlenceli kısmı, ciddi anlamda o kadar yolu gittiken sonra yalnızca iskender yiyip hemen geri dönmekti. halbuki, bursa' ya ziyaret edip o anda karar verip şu an hayatını bursa' da sürdürmekte olan bir aile tanıyoruz. öyle ilk görüşte vurulunası bir şey göremedim ben pek. iskender' ine sözüm yok, o ayrı. iskender iskenderoğlu, iskender isminin patentine sahip insanmış. ateş üzerinde yatay eksende pişen kuzuyu dik kaldırmayı akıl ederek bir devrime imza atmış, ne de güzel yapmış. adı iskender iskenderoğlu olan bir insan evladı eğer iskenderi keşfetmemiş olsaydı, o onun başarısızlığı olurdu zaten ben öyle düşünüyorum. iskender( 1+oğlu) yani daha ne olsun. restoranın menüsünde başka hiçbir alternatif olmamasını oldukça iddialı buldum. o mükemmel iskenderin ardından ciddi anlamda herhangi bir şey yapmadan hemen geri döndük. zaten amaç buydu bence çok doğru bir karar yani. sırada tekirdağ' da köfte yemek var, bir gün canımız feci şekilde kebap veya künefe çekerse oldukça zorlanabiliriz ama olsun..

2/13/2010

fessbuk

1

ey facebook gençliği, yeni feysbuk iğrenç öyk ıyk mıyk tiksinç kusmunç çok nerd alışmıştık zırt pırt gibi söylemlerden vazgeçin artık. eskisini özlemekten de vazgeçin. nasıl olsa buna da alışacaksınız, daha önceki isyanlardaki gibi. değişim güzeldir, monotonluktan kurtarır hem. bence gayet de güzel olmuş ayrıca!

2/12/2010

eklemlerden çocukluğa

2

eklemleri aşırı esnek olan insanları kıskanıyorum biraz. zira benimkiler aşırı derecede katı. baş parmağını bileğinin üst kısmına değecek şekilde ters döndürebilen insanlar var. benimki katiyen 20 dereceden daha fazla kıvrılamıyor. tüm parmaklarını diğer elini kullanmadan son kıvrımından kıvırabilen insanlar ise bu işin son noktası. parmağın alt iki parçası bir bütün halde dimdik, en üst boğum ise kıvrık. pençe gibi bir manzara. hiçbir yerim kırılmamış olan benim, çocukken köprücük kemiğim çatlamıştı. onun tedavi yöntemi ise bambaşka bir tat. tüm omzu alçılayamayacakları için omzunu havada tutabilecek şekilde koltuk altlarından sertçe bir sargıyla bağlıyorlar. kabadayı gibi geziyorsun ortalıkta.

çocukken, oyun bahçesinde moda bir oyun vardı. normalde dünyanın en garantici insanlarından biri olan ben bile, ne olduysa artık arkadaşların arasına girme gazıyla sanırım, dahil olmuştum. salıncakta sallanırken, ulaşabileceğin en yüksek noktaya geldiğin anda kendini salıncaktan bırakıyorsun ve eğik atış şeklinde uçuyorsun. bir gün yapmıştım ve o günden sonra oyun bahçesinde daha çok kabul görmüştüm; ama o uçuş aklımı uçurmuştu çok net hatırlıyorum. bir de çevreye o korkuyu hissettirmeme çabası yok mu. 10 metre menzilli eğik atış yaptırılmış bir cisim gibi uçuyorsun, ama düştüğün anda çevrene gülücükler. nasıl korkunç bir kabul görme dünyasıymış yarab.

-bir başka hoca klişesi olarak, " tüm yaptıklarınız size yol,su ve elektrik olarak dönecektir". bu ne be? duyduğum anda ortamın sevimsizlik kat sayısı tavan yapmış gibi hissediyorum.

-ülker reklamında, vapurda karşısındaki akranı olan çocuğun uzattığı gofreti hunharca eliyle bölen çocuk yok mu hani? işte o yaşlarda olsak, ben o çocuğa katiyen gofretimi uzatmazdım. kaza bela böyle insani duygularımın kabarması ile uzatmış olsam bile o şekilde kopardıktan sonra onun adına utanırdım diyeyim. nitekim her şeyim çocukluğumdan beri pek kıymetlidir. özellikle şeytanlarımın almadığı insanlara karşı. sevmediğim bir komşu çocuğu vardı ilkokul 1 zamanı. bize geldiklerinde oyuncuklarımla oynamak isteyecek diye aklım çıkardı. işin kötü yanı, annem bile benim gazabımdan çekiniyordu ki bir gün babamla dışardayken yaptığım yapbozu, darmadağın edince o çocuk oturmuş yapmış o yapbozu. bir de sevdiği bir arkadaşının oğluydu. ne desin kadıncağız. ben de ne pis çocukmuşum be.

-makarnayla o kadar yakışan ketçap mayonez, pilava gelince asla o etkiyi vermiyor ya kainatın gizemleri işte. halbuki vermesi lazım. ha makarna, ha pilav.

-bu dönem yine aynı hocamdan, türkçe dersinin ikinci kısmını almaktayım. ilk derste hoca, geçen dönemin final kağıtlarından bir kaç yazı seçmiş sınıfta okumak için değişik diye. içlerinden biri de benim yazımdı, oldukça mutlu olduğum bir anda sevgili blog. öyle işte.

2/10/2010

serhat moby

0

bedük, bir dahaki albümünde direk moby adıyla çıkacak diye çok korkuyorum. dance revolution güzel albümdü ama, yiğidi öldür hakkını yeme.

2/09/2010

Architecture, cities and cinema

3

geçen dönem başlamadan bir yazı yazmıştım, hayalimdeki ütopik okula yönelik. itü, bu dersi bu yüzden açtı bence. ismin kadar güzel geç, tamam mı?!

2/08/2010

aforoz '7: metin ve civcivler

2

metin arolat evine kuluçka makinesi almış. yaklaşık 30 kadar civcivi olmuş. öncelikle kendisine akıl fikir diliyorum; nitekim kendisi de gece yatmadan önce biraz üzüldüğüm insanlar arasına eklenmiş oldu böylelikle. ne kadar anlamsız bir hobi. hobi demek bile doğru değil buna gerçi. bir de renkli civcivler de elde ediyor görünen kadarıyla. bu uygulama bana çocukken bile sevimli gelmezdi, uygulamada patladığı zamanı çok iyi hatırlıyorum. yumurtasına renk şırınga edilen bu civcivler direk katledilmiş gibi oluyorlar yaşamıyorlar zaten. aranızda hiç pembe, yeşil, mavi tavuklar gören oldu mu? ben hiç görmedim. avatar' da bile yoktular.

metin'i bir kenara koydum şimdi de; civcivken o kadar sevimli olan olan o hayvanlar ergenlikleri diye adlandırılabilecek dönem olan piliçlik evresinden itibaren nasıl o kadar sevimsiz hayvanlara dönüşebilirler anlamak zor.

the dude lebowski

1

"the dude" ve "walter" ile aynı anda kanka olmak istiyorum. beraber mariuhana içer, bowling oynarız!

bir de bu filmde jeff bridges, bana sürekli olarak metallica' nın solisti james hetfield' i hatırlattı onu izliyormuş gibi oldum. hatta biraz zorlarsam da pearl jam solistinin yaşlanmış hali.

Wachowski Brother's Bound/ Tuhaf İlişkiler

0

ilk 20'me girer bu film benim, belki daha da yüksek derece yapar. matrix' in yapımcılarının ilk filmiymiş. harika bir senaryosu var. gerilim filmiyim diye ortalıkta gezen filmlere taş çıkaracak derecede geriyor. kan bile harika duruyor filmde. benim gibi çok az mekan kullanan hatta çoğunlukla tek planda geçen filmleri seviyorsanız( tape gibi) mutlaka izleyin. hiç açıklayıcı bilgi -spoiler- okumadan izleyin bir de; o yüzden minimum seviyede yazmaca yaptım.

çay

0

-bugün haberlerde gülümseyen köpek vardı ya. töbe bismillah. baya gülümsüyor hayvan. böyle naif bir gülümseme bir de. abartılı değil. hafifçe. seni mutlu etmek ister gibi. bazen karşımızdakini dinlemiyorken, dinliyormuşuz duygusu oluşsun diye gülümsediğimiz gibi.

-makarena dansı diye bir şeyi atlattık biz dünyaca ya. 2012 vız gelir tırıs gider.

-bazen, çok isteyerek içtiğim halde çay böyle ağzımı bir ekşitiyor böyle saçma kekrek bir tat kalıyor ya işte o an çok üzülüyorum. bir de çayın yardımcı eylemi ( phrasal verb) nedir allah aşkına. çay koymak diyorum ben, yadırgıyor insanlar. çay dökmek diyen var. onun zihnimde oluşturduğu görüntü böyle çayı al yere dök öyle bir şey. bir de çayı katmak var. bizim orda katmak da kullanıyor gibi. o da böyle daha katı bir şeyin ilavesi gibi. bilemiyorum. çay koymak iyi be.

-insan oğlu ne güzel şeyler icat etmiş. of be arkadaşım. çaycı diye bir şey icat etmiş misal. bence tam mimarlar için etmiş. çok güzel etmiş. aklını yidiğim.

2/07/2010

potpori döndü

1

-metro ile ilgili bir sürü düşünce içerisindeyim. bir çoğu da saçma olabilir. öncelikle metroda ayakta gidenler, oturanlardan önce inmelidir gibi tuhaf bir adalet anlayışım olması bazen gereksiz yere insanlara atar yapmama sebep oluyor. ama ben oturunca öyle yapmıyorum, gerçekten de ayaktakilere inme önceliği sunuyor gibi oluyorum. fakat bazen tabi ki ben de her insan gibi canavarlaşabildiğim için "ne öncelik tanıcam beeöö, oturduysam oturdum baane" iç sesi ile birlikte hoop atlayıveriyorum herkesin önüne. yaparım yaparım bu ülkenin düzenini ben mi koruyacağım. ( düz adam) böyle bir denge de olmayıversin efendim, sanki her şey tıkırında işlemekte de.. sonrasında da bence metro hala 4.levent-taksim arası işleyen metrodur. bu konuda yeniliğe açık olamayışım beni çok şaşırtıyor. katiyen uzantı olan kısımlara ısınamıyorum. bunda daha önce de değinmiş olduğum gibi ( eteklerini toplayıp diğer tarafa geçen metro), araç değiştirme hususunun etkisi olabilir, bilemem. bir de o altta kırmızı, üstte kırık diş rengi gibi olan metro iç düzenine aşırı alışmış bilinç altım da olabilir. bej tonlarını seviyor olmama rağmen, yeni kısımlar bana daha uzak geliyor. evet. 4.levent- taksim arası daha bizden. diğer kısımlar biraz daha jakoben, biraz daha burnu büyük. halbuki ben tadında burnu büyüklüğü de severim. insan azıcık kendinin farkında olacak. hafif ukelalık iyidir. mesela hülya avşar ukelalığı. fazlası zarar. ama sen metrosun, bana burnu büyüklük yapamazsın. ama koltukların rengi mavi mavi güzel şimdi allah için. ona bir şey diyemem. bir de şişhane tarafının istiklal çıkışı yok mu?! resmen çıkamayalım diye dolandırmışlar gibi. ben o kadar süre onun içinde kalırsam, içini ne kadar süslerseniz süsleyin sevmem o süsü. itü' ye arılar koyup sempatiklikler yapmaya çalışsanız bile sevmem. bitti.

-axess kartın casper bilgisayar hediye ettiği reklam yok mu.. her seferinde için için eleştiresim geliyor. o elif mutlu( karlı da olabilir bunun için beni mi kıracaksın) adlı kızın öss sonucunun böyle harf harf açılması, sonuçta sadece elif mutlu - tıp fakültesi yazması.. allahım reklamcılar ülkenizden bu kadar mı habersizsiniz. her yıl öss diye kızıl kıyamet kopuyor. ne olur orayı gerçekçi yapıverseniz. tıp fakültesi. hağ hağ. böyle türkiye sınırları içindeki tüm tıp fakülteleri onun. hepsi kucak açtı elif karlı geelll geelll gel! hele hediye olarak gelen casper' ın yalnızca dizüstü bilgisayardan ibaret olması, üstünde bir kurdelayla bir de.. tüm laptoplarımızı öyle aldık hepimiz zaten değil mi. kablosudur, klavuzudur asla olmadı. hele bilgisayar çantasından falan bahsetmiyorum bile. böyle koltuğumuzun altına sıkıştırdığımız gibi hoop çıktık tekno-marketlerden. gidin adam gibi reklamlar yapın ülen, yormayın beni böyle gereksiz detaylarla.

-dvd koleksiyonu yapmak süpersonikliğinin yanında; kültürel anlamda en yorucu aktivitelerden biri olabilir. asla sonu yok. asla yetinme yok. asla yetebilmek yok, maddi-manevi. ucu bucağı yok. hele ki bir yandan cd koleksiyonu da söz konusu ise, o insana hayat güzel olduğu kadar zor..

-beyaz show bitsin mi artık, bence bitsin. daha fazla bir şey diyesim yok bu konuda. beyaz kendine bir los angeles bileti alsın, okyanus karşısında bir ev kiralasın (şebo kafası). biraz kendini dinlesin, orijinallik adına çalışmalar yapsın. yazmayacağım dediğim halde bunlar çıktı valla.

-bulutsuzluk özlemi hakkında hiçbir şekilde güzellikler düşünemiyorum. yapacak bir şey yok. sadece politik olmak üzerine bir müzik duruşu olamaz. müziğin üstüne oturamadığı sürece, o sözler isterse mükemmel olsun tüm dünyayı kurtaracak mottolar taşısın nafile; ı-ıh yok cık olmuyor.

-izmir'i fetiş haline getirenlerin aksine, ben istanbul'u daha çok seviyorum ulen. bende mi sorun? inanılmaz derecede güzel bir lise hayatını izmir' in en güzel yerlerinden birinde ve okulunda (bence!) yaşamış olmama rağmen rahatlıkla söylüyorum. I love istanbul. uh-huh

-yarın okul mu? yok artık daha neler!

2/06/2010

şakacı habercilik

2

teslim zamanı yemek yerken bir haber izledim. kanal, star tv. türkiye' de bu şakacı habercilik anlayışı ne zamana kadar sürecek çok merak ediyorum. konu beyaz et fiyatlarına gelen zam. sebebi ise türkiye' nin rusya' ya fazla fazla tavuk ihraç etmesiymiş. bunu de gitsin değil mi? bunu bildirmek için o kadar kasmışlar ki. öncelikle tavuklara dublaj yapmışlar. evet yanlış duymadınız. böyle tavuklar telsizlerle insanlar ile iletişmekte. rusya' ya gidiş hakkında sohbet ediyorlar. hay allah. neyse sonra vatandaş beyaz et yiyemeyecek bari kırmızı et yesin muabbetine gelecek ama, vatandaş kırmızı et ile bağlantısını çoktan kesmiş. fiyatlar uçmuş da uçmuş. bunu anlatmak için de şu sütaşın reklamı var ya ineklerin havalara uçtuğu, gerisinde candan erçetin çalan başarısız mı başarısız reklam. onu koymuşlar. inekler uçuyor da uçuyor halktan giderek uzaklaşıyor. halk bu durumda ne yapsın peki, ne yesin? bok yesin afedersin. sanki yiyecek iki alternatifimiz var; ya inek ya da tavuk. halka da domates, biber, patlıcan kalmış. tahmin edin arkasında hangi müzik çalıyor. evet, hepiniz tahmin ettiniz tabi ki. hepinize gelsin barış manço' dan. hem de hiç üşenmemişler, bir şişe domates, biber, patlıcan dizip koymuşlar közün üstüne.. bir haber için bu kadar uğraşmaya, onu bu kadar betimlemeye şarkılar türkülerle desteklemeye gerçekten gerek var mi ki.. bu haber böylelikle 20 dakika sürüyor. gelin bir de bu haberi benden dinleyin şimdi:
rusya' ya beyaz et ihracatı arttığı için tavuk fiyatlarında artma gözlenecektir. nokta. 50 sn.

o değil de ruslar, sıcak denizlere inemediler bir türlü. o ne olacak?

2/05/2010

laiva/liersta

2

bence ikea, bir gün hepimize sahip olacak. çünkü ben de biraz hoşlanıyorum galiba kendisinden.

kaplan tenli yılan balığı

3

forum istanbul' un akvaryum kısmı çok güzel. şuna bakın; böyle kaplan derili, yılan vücutlu ama balık olan ve bunun gibi çeşitlendirilebilecek saçma sapan balıklar var (: özellikle üstünüzde köpek balıkları yüzerken alttan yürünen tünel kısım çok başarılı. ben de zamanında projeme koymak istemiştim böyle su altında takılabilinecek mekanlar ikinci sınıfta da; hoca boşver öyle kıl yün şeyleri, basit düşün demişti. işte biz buna halk arasında ' götüm' diyoruz. neyse sayın seyirciler, güzel burası hem çıkışta kurban olduğumun ikea' sına da gidersiniz, mis.

2/04/2010

aforoz ' 6: çocuklarım olmadan asla

1

bu güün bir şey yapamadımmm dışarrrdan söyledimmm.

o aliye adlı dizide aliye' nin kızı rolündeki çocuğun, bir çikolata reklamında sarfettiği bu repliği her duyuşumda içim sıkışıyor, abartmıyorum. evladım olsa sevmem, öyle tarif edeyim size!

ugly truth

1

gece uyumaya çalışırken aniden sinsi gibi gelmiş bir çiş, asla gitmeyecektir. hatta siz tuvalete gitmeye üşenip de ertelemeye çalıştıkça, aman nasıl olsa şimdi sızarım unuturum, ay şimdi kim kalkacak sıcacık yataktan da tuvalete gidecek dedikçe katmerlenerek artacaktır. en iyisi, ilk hissettiğiniz anda kalkın ve çişinizi yapın.

aforoz ' 5: havuç, git!

3

havuç musun nesin, bir zamanlar hayatımızın bir yerinden girmiş turuncu turuncu sevimli bir velettin. fakat ergenliğe girmenle birlikte nasıl da çirkin bir şey oluverdin. havuçlukla başlayan bu serüven ufo' culukla devam ederken, kardeşini de sokmaya çalıştın hayatımıza ama olmadı. yemezler. bir de şimdi çıkmış şarkıcı olacağım triplerindesin. üstelik şarkın adeta bir haluk levent şarkısı. bir de birden adam mı olmuşsun yaşlanmış mısın o haller nedir? şaşordom böbeğim. klibin de hiç orijinal değil üstelik metroda cool adam tripleri ile klip fikri adeta bayat. havuç, yol yakınken çık git! istersen hiç başlamasın.

itü' lü müsün? yazık.

0

üniversite tercihimin itü olduğunu lise 1' de belirlemiştim. nerden estiler şu an hatırlamıyorum bile. kesinlikle bir mantık çerçevesi içinde olmadığı bir gerçekti. istanbul' da okumak kesin bir fikirdi de itü böyle bir sempatik geliyordu sanırım. halbuki okul ile istanbul geizi düzenlendiği zaman yalnızca maslak kampüsüne götürülmüştük. onda da gölet yurtları ve yemekhanenin olduğu parlak camlı binaya. bana kalırsa itü demek kesinlikle taşkışla demek; ki bu noktada işin duygusal boyutu devrede ama yine de maslak kampüsünü görüp de itü' yü seçmez bir insan normal şartlarda. itü %80 taşkışla, %10 gümüşsuyu,maçka ve % 10 oranda maslak kampüsüdür. lisede okurken üniversite hakkında bir fikrim vardı, ona göre tercihimi yaptım diyen olursa kesinlikle inanmam. kimse kusura bakmasın. üniversite, eğitim sürecim içinde ciddi anlamda en kazık mevkide yer alan eğitim kurumudur ve beklediğim hiçbir şey beklediğim gibi olmamıştır. sonra sınava girdik neyse, ben uğur dershanesinin izmir şubesine gitmiştim. sonuçların açıklanması ile tercihlerle ilgili yardım için dershaneden bir mesaj aldım. benim tercihlerim belli ki dostum tadında bir gülümse belirdikten sonra yüzümde, dershaneye sırf bu formalite olguyu gerçekleştirmek üzere gittim. rehberlikçinin ne düşünüyorsun sorusuna cevap olarak; yalnızca istanbul yazacağım, özel okul olmayacak ve tasarım/ mimarlık gibi bir şeyler yazacağım dediğimde kadının burda ne işin var o zaman deyişini çok net hatırlıyorum. uzun süre mühendislik yazalım o zaman, özel okul da yazalım puanına yazık olmasın gibi saçma çırpınışlarını da. neyse, bir şekilde bütün bu süreci bir çok genç gibi yaşayarak itü' ye geldim. itü, öğrencisini seviyor mu diye düşünüyorum sürekli. eğer tüm üniversiteler böyle değilse itü' nün, öğrencisini sevmediği bir gerçek; bundan daha acı bir gerçek varsa o da itü' nün, mimarlık fakültesini zerre kadar sevmediği gerçeği. bu okulun yarı yıl tatili neden 2 hafta? ben bu konuya parmak basmak istiyorum. diğer her türlü sorunsalı geride bıraktım. o yarı yıl tatilinin ilk haftasına mimari projelerin teslim tarihini koyma hamlesi ile de 1 haftasını daha yemek niye? o 1 hafta yenmiş tamam hadi canları sağolsun, kalan hafta bari net 1 hafta olsa. onu da internetten ders seçtirme stresi ile harcatmak niye? bu tip hamlelerin hepsinin açıklaması mimar/ mühendis sabrını kazandırma amaçlı mı? biz sabır taşı olmuşken, diğer üniversiteler bu özelliği nasıl kazanıyorlar? onlar da bir şekile kazanıyorlarsa, bize fazladan yüklenilmiyor mu? benim bünyem net 1 hafta bile olmayan yarı yıl tatili ile dinlenemiyor sevgili itü, bilesin..

2/03/2010

mithat

2

şu yaprak dökümü dizisinde izlemeyeli olaylar iyice çözümsüz bir hale gelmiş baya da, bence ferhunde' nin kocası ( mithat mıydı neydi) ile ferhunde' nin anası evlenseydi daha uygun olurdu gibi geliyor bana hep. tamam diziyi çözmezdi bu durum da ben her denk geldiğimde buna takılmazdım en azından.

2/02/2010

avatar

0

sonunda avatar izleyen milyonlar arasına ben de katıldım. şu güne kalmış olmama rağmen salonun hala tam dolu olması bir başarı hikayesidir heralde. bugüne kadar bir çok sebepten dolayı izleme şansına sahip olamadığım film hakkında, tahmin edeceğiniz gibi, bir sürü ön yargıya ve fikre sahip olmuş olarak gittim. şimdi onların hepsini bir kenara koyuyorum ama en çok bu hafta sonundan sonra gittiğim için mutluyum, sebebine geleceğim. filmle ilgili duyduğum genel kanı hep şu yöndeydi; senaryo olarak araklama ama görsel olarak gerçekten çok başarılı. gerçekten de doğru bir yorum. benim izlerken ilk başta aklıma 'minority report' geldi. bunun dışında zaten yasaklı birine aşık olma ve bu sebeple birilerine karşı savaşma fikri resmen bayat. diğer bir yönden amerika' nın hiçbir şekilde duygu barındırmayan bir ülke olduğu gerçeği ve daha zayıf olanın iman gücüyle zaferi elde etmesi gibi temalar defalarca kez işlendi. james cameron, zaten harika bir görsel dünya yaratıyorum, senaryo da olmayıversin artık demiş gibi. filmde yaratılmış görsel dünya gerçekten çok etkileyici. özellikle na'vi halkının kutsal ağaçları başında yaptıkları ayin sahnelerini nefessiz izledim. renkler, ışıklarla süslü doğa, doğal yaratıkların soyutlanması ile oluşturulmuş hayvanımsılar ( özellikle atlar) - resmen dekonstrüktivizm-, na' vi halkının iletişim dilleri, saçları aracılığıyla ikranlar ve doğa ile iletişim ( bağ) kurmaları gibi ayrıntılarla süslenmiş görsel yan gerçekten çok başarılı. bu filmi ilk izleyenlerden olsaydım yorumum bu yönde olurdu direkt olarak. ama maalesef cumartesi, önce sabah bir magazin programında sonrasında da disko kralı' nda izlediğim okan bayülgen yorumundan sonra bu yöndeki başarı da gölgelendi. efendim, benim roger dean hakkında bir bilgim yoktu. ama okan bayülgen, bu ressam amcadan gösterdiği eserlerle filmin görsel yanının da roger dean eserlerinden aşırma olduğunu benim gözümde kanıtladı. siz ne düşünürsünüz bilmem. ben de izlemeyenler için paylaşmak istiyorum. okan bayülgen, resmen önemli adamsın.

aforoz '4

2

allah aşkına, bakın yalvarıyorum. bu adamın çektiği filmlere kim gidiyorsa gitmesin. türk sineması dendi. çeşitlilik dendi. sayı arttı iyi oldu dendi, kabul. ben de gidiyorum, seve seve takip ediyorum. ama şafak sezer maalesef ki olamıyor. bu tip filmler nasıl izleniyor, izlenmesini bir kenara bıraktım böyle bir film nasıl çekiliyor ya da bazı insanlar nasıl bu filmlerin bir parçası olup gururla arkasında durarak altına imzalarını atıyorlar anlamam mümkün değil. böyle güya yabancı yapımlarla dalga geçtiğini sanmalar, efendim bir takım komikli şakalı film isimleri.. bu adam yalnızca vodafone reklamlarında oynasın, hatta daha da özele indirgemem gerekirse; yalnızca hakkı devrim taklidi yapsın. asla ama asla film çekmesin!