7/24/2011

yapıcam. yapmıştım. allam yardım et

2

dün bahsettiğim şekilde bugün atarimi fotoğrafladım. ehe.
benim de atari başında delirmişliğim çoktur. hepimiz birer zehra betül değil miyiz zaten? sol alttaki ısırık izleri de o cinnet anlarından kalma, hıncımı kollardan çıkarırdım.

 bu tenis oyunu benim hayal gücümü ne zorlamıştır arkadaş. bu dandik görselli oyunlardaki tenisçiler, andre agassi mi olmadılar, pete sampras mı olmadılar, steffi graf mı olmadılar martina hingis, lindsay davenport mu olmadılar?
fakat bugün fotoğraf çekerken fark ettiğim üzere hakem koltuğunda tanıdık bir isim var; super mario!! inanılır gibi değil. mario gündüzleri prensesi kurtarırken, boş zamanlarında da o anları finanse edebilmek için hakemlik yapıyormuş meğer. bir nevi geceleri taksi çeken devlet memuru.
yaşasın televizyondan fotoğraf çekmek ve tüm camların yansımalarının tvnin içinde olması.

martina hingis' i de ne severdim tüm şımarıklığına rağmen.

kafamda deli sorular

0

harry potter' da gryffindor quidditch takım kaptanı oliver wood' u oynayan çocuğu nereden tanıyorum diye delirmek üzere iken, cashback filmindeki başrol oyuncusu olduğunu hatırlayıp rahat bir nefes aldım. artık yaşamaya devam edebilirim.

hayır, imdb diye bir şey var değil mi? niye çile çekiyorsam kendim hatırlamak için..

istersen şu insan kendisi.

7/23/2011

ben şakamı yaparken

0

selam bilöğgğgh;
-bence tatilde evde olmanın en güzel yanı, anneye " hani senin bir kurabiyen vardı.." diyip tarif etmeye geçmeden; annenin çoktan kulak memesi kıvamını tutturmuş olması.

-ben önceki yıllarda deniz konusunda çok sabırsız bir insandım ve genel olarak mayısta kömür kıvamına ulaşmış olurdum. şimdi bakıyorum şu gün olmuş hala denize ayağımı sokmadım. daha neler!

-harry potter bittiği ve dokuz yüz elli altı tane dizi izlemekten öeh geldiği için televizyon izliyorum bu aralar. kanallarda ise tam bir yarışma programı hegamonyası. öncelikle star tv' yi ne yaparlarsa yapsınlar hep ama hep o sönük beyaz florasan renginde kalmayı başardıkları için tebrik ediyorum. bence artık olmadıklarını kabul edip kendilerine yol verebilirler. o akademi türkiye' ye denk geldiğimde hayretler içinde izliyorum. ben ajda pekkan seven insanım. kendini ucuz popa vermiş olsa da onun vokal gücüne ve karizmasına hasta oluyorum fakat; o tv programındaki ucuzluğu ne olacak ajda' nın? bence bu konuda en doğrusunu tarkan yapıyor. -eğer kendi özel hayatlarında böylesine ucuz ise bu insanlar- mesafeli olsunlar halka. izliyorum diyelim bir yarışmacı performansını. diyorum ki allah seni bildiği gibi yapsın, ekran karşısında küçülüyorum koltuğun arkasına düşersem kurtulurum gibi hissediyorum ve diyorum ki bu sefer var ya çok pis gömecekler benim de yüreğimin yağları eriyecek. ama nerede?! ajda' nın ilk cümlesi " bir kere ben senin sesine hayranım.." olunca tansiyonum düşüyor desem abartıyor olmam, az önce soluk soluğa hep vasat bir tonda tüm şarkıyı katleden adama mı söylüyorsun bunu cidden diye elimi sokasım geliyor ekrandan. bir de artiz mektebi var. orada da -tamamen aynı sebeplerden dolayı- nurgül yeşilçay' ı kaybettim. bu konudaki arkadaş yorumu halk izlesin diye jüri üyelerinin beğeni seviyelerini düşürdüğü yönünde. ama ne bileyim bu yarışmalar önceki yıllarda da yapılırdı ve güzel sesli ya da yetenekli insanlar olurdu hep. aman tek derdim buymuş gibi. deli mi ne?!
ama şimdi kimse kusura bakmasın da, sen ajda pekkan' sın orada çıkıp tırt bir adama ben senin sesine hayranım diyemezsin. hanım hanım!

-işim gücüm yok ya şimdi benim ne kadar gereksiz iş varsa uğraşmalıyım o yüzden twitter' da geziyorum. bir baktım david lynch' in takip ettiği 35 kişiden biri de dr mehmet öz. vay be dedim. önce sarsılarak boşaldım. sonra da göz yaşlarına boğuldum. işte türkün gücü dedim. her sabah  kabuksuz 3 badem ve bir avuç fındığı, yeşil sebze suyu ile birlikte önere önere dünya starı olmak diye buna denir dedim. sonra saygı duruşunda istiklal marşını okudum. her zaman dediğim gibi ondan öğreneceğimiz çok şey var, ona inanmıyoruz ama onsuz da kalmıyoruz.

-bugün evde tam 17 yıl önce alınmış micro genius atarimi buldum ve süper mario oynadım. öyle hafife alınmasın, 2028' de bir çocuğun bazasında xbox' ını bulması ile aynı şey değil bu. bu gece sarılarak yatacağım kendisine. paylaşmaya hazır hissedersem kendimi, bir fotoğrafını bile koyabilirim bilöğgğgh hiç belli olmaz. kaseti çalışsın diye oturduğu yere bile üfledim. hey gidinin..

-böyle de bir şarkı var. resmen akıyor. 


7/19/2011

abi rihanna var ya hani, işte onunkinden olsun

2

rihannabugün kuaförde ilk kez bir apaçi saç kesimine tanık oldum. gerçekten ilginçti. kuaför çok tanıdık olmadığı için bu mevzuya, uzunca bir süre konuya hakim olamadı. apaçi kardeş de istediği modeli abi bak böyle sağ soldan daha uzun olacak, sonra o sağ kısım sola doğru havaya kalkcak diye anlatmaya çalıştı. sakalını da, hani şey yapıyorlar ya, bir favori yanak boyunca bir şerit halinde devam ediyor ve diğer favoriye uzanıyor. heh işte önce onu hayal edin. sonra da o şeritin ortasını da tamamen kazıyın. öyle yaptırdı. çocuk çıkıp gittikten sonra arkasından uzunca bir süre dalga geçtiler haberiniz olsun. hani diyelim içinizde küçük bir apaçi yaşıyor ve onu dışarıya saç ve sakalınızla yansıtmak istiyorsunuz -ve bir tane bile iyi arkadaşınız sizi uyarmıyor- öyle ortalarda millete malzeme oluyorsunuz ya en başta kuaför bile sizi hor görüyor. aman diyeyim.
asıl bomba ise bir sonraki adamın rihanna modeli kesim istemesiydi. istesen bu kadar denk gelmez.. ve inanır mısınız bilmem ama gerçekten saçını böyle kestirip umarsızca çıkıp gitti. ve benim aklımda yine aynı soru vardı; "bakkaldan yarım kilo peyniri nasıl alacaksın?"

7/13/2011

daha neler

3

bu ara tamamen yerli yapımlara sarmış durumdayım. aşk tesadüfleri sever, incir reçeli ve bizim büyük çaresizliğimiz' den sonra özcan deniz' in filmi ya sonra' yı izledim. bu filmde başrol oyuncularından birisi mimar ve kendisi için çok önemli bir projeyi kapmaya çalışıyor. kadının işine yeterince ilgi göstermeyen koca, sunum günü öncesinde planların üstüne kahve dökülmesine sebep oluyor ve ertesi gün sunum sırasında mimar ile işveren arasında şöyle "ohalık" bir diyalog geçiyor.

-peki şu kahverengi olan bölge ne?
-o..şey..kahve..
-o kadar büyük bir alana kafeterya yapmayı mı düşünüyorsunuz?
-hayır.o bizzat kahvenin kendisi.

üstüne kahve döküldüğü buram buram belli olan yere bakıp da buraya kafe mi düşünüyorsunuz deme kafasının yaşandığı bir dünya var mı ya? ayrıca hangi mimar kafeteryaya kahve demiş bugüne kadar? madem mimarlı film yapacaksın, bu işi bilen birinden danışmanlık hizmeti almak çok zor olmasa gerek. gerçi özcan deniz falan, ya ben neyse tamam bir şey demiyorum.

7/10/2011

teşekkür et hayvann!!

0


bir şeyler indirmek için saçma sapan forumlara üye olmayanınız yoktur herhalde. tüm hepsine aynı nick ile kaydolduğum için yıllar sonra tesadüf eseri girmiş olsam bile bazı sitelere, rastgele kullanıcı adımı girince üye girişi yapmış olabiliyorum. ve o an orgazmdan bile zevkli anlar arasına girebilir. -küçük mutluluklar- bu forumlarda yazılan şeylerin bazılarına çok gülüyorum ama beni en çok yaran emeğe saygı muhabbeti ve bir teşekkür beklentisi. tamam onları upload etmek geri zekalı türk telekom hizmeti için oldukça zahmetli olabilir fakat o agresif tavır neden? bir teşekkür' ü çok görmeyin! internet kullanıcısının tembellik seviyesi o derecelere varmış ki, oraya teşekkür ederim yazmaya bile üşenilince, teşekkür et butonu konuldu forumlara. baya orada bir tıklama alanı var, ona tıklayınca bir teşekkür' ü bile çok görmemiş oluyorsun. çok çılgın değil mi? sizin yerinize dua okuyan siteler gibi. tıklıyorsun sevaplar download(cem yılmaz' ın download esprisinden bile ucuzdu, kabul) . forumda paylaşım olayına girmediğim için raconu bilmiyorum muhtemelen, herhalde teşekkür' ünün çokluğuna göre bir hiyerarşik yükselişe geçiyorsundur. o yüzden siz siz olun emeğe saygı gösterip, bir teşekkür' ü çok görmeyin.
kafalar güzel.

animal kingdom

1

bizim büyük çaresizliğimiz, o harika kitaptan sonra film olarak büyük hayal kırıklığı. filmde en çok beğendiğim şeyse bu şarkı;

sakin-animal kingdom

7/08/2011

zaytungvari

0

bir türkiye birincisi daha, kendinden beklendiği şekilde; günde 1.5-2 saat ama konsantre bir şekilde çalıştığını, fazlasına gerek olmadığını, gerektiği zaman arkadaşlarıyla takıldığını gerektiği zaman da konserlere gittiği açıklamasını yaptı.
diğer loser' lar da çok daha fazla çalışmalarına rağmen nerede hata yaptıklarını düşünmeyi bir kenara bırakıp, geri zekalı olduklarını kabul etsinler.

loopar

6

selam bilöğgğh,

-yarın cevahir' de bugün ne giysem elemelerine loopar desenli kıyafetimle gidiyorum bilöğgğgh-severler. üstüne de çok trendy bir kaayiş kombinledim. ama saaaçimi ne yapsam henüz karar verebilmiş değilim.

-manga' nın tarkan' ın ön grubu olması? nerede o alternatif, isyankar, protest duruş? protest duruşunu bozmayan tek insan uğur ışılak kaldı zaten. o duruşla barınamayınca da azalarak bitti tabi.

-güzel ülkemde, ne zamana kadar tvlerde erkek kılığına girmiş kadın görmek durumunda kalacağız aklım almıyor.

-nur yerlitaş' la ev arkadaşı olur musun deseler 1 dakika bile düşünmem.

-foursquare kafası da anlayamayacağım bir şey. hayatım çok sönük olduğu için muhtemelen. en fazla ne yazabilirim ki, gittiğim mekanlara kafayı takıp sürekli aynı yerlere gidiyorum. ama herkesin ne kadar bebeksi hayatları var anasını satayım?! kendi hesabımla bir kaç bildirim giriyorum; @ev... @ev.... hala @ev .gördünüz mü?

-ivana sert, belindeki kaaayiş olayım. beraber tüğlümlere girelim.

-kasvetli bir istanbul akşamında gözümüz gönlümüz açılsın dedim. kimse yazıya odaklanamadı muhtemelen. gördüğünüz gibi hala @ev.

7/07/2011

kekilli gücü

4



game of thrones' da sibel kekilli' yi görüp, gururla karışık saçma bir sevinç yaşıyorsam; kesin türküm demektir.

bir de sibelciğim, o burun ne de güzel olmuş. o şehla bakışlar, bir de üstüne ayar vermeler falan. öptüm canım.

7/05/2011

yakın gel uçan mor yel

0


"vicdanizm diye bir felsefe yok; ama kurucusu benim. "



yeni albüm imajı için tom ford ile çalışan morgül ekledi;

secret diye türeyen felsefeyi benden çaldılar. nasıl ki türk musikisi iki yüzlü ise, dünya da aynı şekilde hırsızlarla dolu.





söyleyin şimdi, gülben ergen kafasını taşlara vurmasın da ne yapsın?

7/04/2011

sil baştan başlıyoruz, madde 1: önce bir bağırmayı keselim

0

sil baştan' ı topluca unutsak mı, en azından biraz ara mı versek, ne yapsak bilemedim ki?! böyle bir sıkmak, baymak olamaz gördüğüm duyduğum yerde arkama bakmadan kaçmak istiyorum. duymamak imkansız bir de her yerden çıkıyor adeta. bir de bu şarkı yeni çıktı sanrısı yok mu iyice fena oluyorum. sene 2001' di, o zamanlar ben kral tv müzik ödüllerinde teoman' ın o yıl çıkarmadığı albüm ile şebnem ferah' ın yerine ödül almasına kahrolmuştum falan.

şebnem ferah' tan ben bile bu denli sıkıldıysam, kendisinin acilen bir şeyler yapması gerekiyor demektir. bir kere kendisine chill demek istiyorum. artık hepimiz yaşımızı başımızı aldık bir sakin olalım önce. bir de o yandaki hep aynı tonda çalan arkadaşlarla aranıza kara kedi mi soksak da farklı tınılar duyabilsek ne yapsak bilemedim.

böyle bir şeyden daha önce de bahsetmiştim ama şimdi akademi türkiye' de sil baştan söylenince yine bir fena oldum.kim derdi bir gün bu kadının şarkıları akademi türkiye' de söylensin, tanıtımında onda star ışığı var diye bahsedilsin falan. ab-ı hayat işte.

bir de; öykü serter' in omuzları ayrı eve çıkacakmış, öyle duydum.

sıva is more

1

hadi yalıtımı geçtim, o tuğlaların arasına arasına ve üstlerine sürülen harcı sıvayı adam gibi yapsalar; şu an hallerini tiplerini bildiğim karşı komşum olan yurdum teyzesi ile amcasının şehvetli inlemelerini dinlemek zorunda kalmazdım. o kadar net duyuyorum ki, hayal gücüm yüzünden gözlerim acıyor. nasıl bunu bu netlikle duyuyorsam, yarın sabah da duş alışlarını ve amcanın tıraş bıçağını lavaboya tak tak tak vuruşunu duyacağım. teşekkürler müteahhitler.

mountain, hey maşşallah

0



bir darbe ile at kafası koparılır mı diyeceğim, siz de o hikayede bir bunun gerçekliğine mi inanmadın diyeceksiniz. ne deseniz haklısınız.

palahniuk + fincher

4

"you do not talk about fight club" 

dövüş kulübü,beğenmeyenin olmadığı filmlerden. hatta o kadar çok
üstüne oynanmasına rağmen hala inanılmaz bir keyifle izlenebiliyorsa bir film gerçekten olmuş demekten başka bir şey kalmıyor. kitabını okumadan izlediğim filmin, sonunda kitabını da okudum. kitabın son kelimesini okur okumaz da filmi tekrar başlattım. kitaplardan uyarlama filmlerin başarısız olduğu artık neredeyse kabul gibi bir şey. bunun en iyi şekilde çürütüldüğü filmlerden biri de fight club.  öncelikle kitabı okuduktan sonra filmin kurgusuna çok daha fazlasıyla hasta oldum. bazı yanlarıyla kitabın anlatımını bile sollamış diyebilirim. burada da fincher isminin büyüklüğü su götürmez bir gerçek. filmi bilmeyen yoktur, o yüzden şu oldu bu oldu demenin anlamı yok. ama fincher' ın bu filmi gerçekten inanılmaz bir başarıyla yorumladığına dair düşüncem son nefesimi verirken bile devam edecek sanırım.


palahniuk' tan hastası olduğum bir kaç şeyi not düşmek istiyorum.

"böyle içi dışı bir yabancılar sinirlerimi altüst eder, ne demek istediğimi biliyorsanız." (sf.21)
"iki senedir her kucaklaşma vaktinde benim kollarımda ağlamış olan chloe artık bir ölü; toprağın altında ölü ölü yatıyor....tanrım, bugün bin bir düşünce içinde kendini oradan oraya sürüklerken, yarın soğuk gübreye solucanlar için açık büfeye dönüşebileceğinin kanıtı işte." (sf.35)
"mobilya satın alırsınız. kendinize derseniz ki bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe." (sf.44)
"dövüş kulübünde gördüğünüz şey, kadınlar tarafından yetiştirilmiş bir erkekler kuşağıdır." (sf.51)
"tyler'ın dediği gibi: mesele şişkin görünmekse, sufle de şişkin görünür." (sf.52)
"kıçına tüy taktın diye, tavuk olmazsın." (sf.71)
"...sahip olamadığım bütün güzellikleri yıkıp yok etmek istiyordum.....yemeye paramın yetmediği bütün balıkları öldürmek, asla göremeyeceğim fransız kumsallarını kirletmek istiyordum....o çocuğu yumruklarken asıl yapmak istediğim, sikişmeyerek türünü tükenmeye mahkum eden her pandanın ve pes edip kendini karaya atan her balinanın, her yunusun alnının ortasına kurşun sıkmaktı." (sf.129)

fur/ ya da/ öküz koca içinizdeki sanatçıyı ortaya çıkarabilir

0

ya da "dünyanın bin bir türlü derdi var."
ya da annemin tabiri ile; "sapık!"

diane arbus' un fotoğrafçı kimliğine dair daha çok şey izlemeyi beklerken tamamen yaşadığı ilginç aşk üzerine yoğunlaşan bir film fur. gerçi ucubelerin fotoğrafçısı olarak adledilen sanatçının bu kimliğinin açığa çıkmasında, aşırı kıllanma hastalığına sahip lionel ile yaşadığı aşk büyük rol oynuyor. filmde anlatılan aşkı çok sevdim. fotoğrafçı kocasının yanında asistan olan diane bir buhran içindedir ve o süreçte lionel apartmanlarına taşınır. kocasının öküz tavrı kadını o kadar bezdirmiş bir haldedir ki öteki olarak kabul edilebilecek lionel bile tamamen ilgi alanına girer. filmde kılların fetiş elemanı olarak kullanılışı çok başarılıydı,

özellikle diane' in tamamen lionel' in kıllarından yapılmış ceketi, diane' in henüz lionel' le birlikte olmamışken kocasının kol tüylerine yaklaşımı, lionel' in son nefesi ile şişirdiği deniz yatağının içindeki havayı sonrasında diane' in müthiş bir arzu ile yüzüne boşaltması. işte bu noktada annemin yorumu çok keskin bir "sapıkk bu, manyamış" oldu.




filmle ilgili iki sıkıntım oldu. ilki; öteki aşkı ile fotoğrafı da keşfeden diane arbus' un -sonradan araştırdığım kadarıyla- ne kadar güçlü bir fotoğrafçı iken filmde çok ezik bir karakter olarak anlatılması.


ikincisi tamamen kişisel olmakla birlikte modern family' de izlediğim phil dunphy' yi, burada ciddi koca rolünde ciddiye alamamış olmam.
diane arbus' un ötekiler fotoğraflarından