10/27/2010

ruğyanız hayrolsun annem

0

rüyamda bölümden bir arkadaşım fiona ile, lisede aynı sınıftaymışız gibi gördüm kendimi. böyle kimya sınavındayız[neden kimya], sınav test ve beraber yapıyoruz. ama daha çok tam bir klasik liseli ben tribi ile çalışmamışım ve fiona' dan geçiriyorum sınavı. neyse, sonra sonuçlar açıklanıyor kağıtlar dağıtılıyor falan. fiona 15 almış ben 4. anam ben bir atarlanıyorum. nasıl olur diye. nasıl 4 yæ falan oluyorum ve hocaya; "nasıl olur hocam, biz sınavı fiona ile beraber yaptık nasıl ben 4 alırım?" diye kendimi savunuyorum. evet kendimi sınavı beraber yapmış olmakla savunuyorum.

sonra hoca, siz geçen ders sınıfta bira içmiştiniz ondan puan kırdım diyor. ve adam bunu dediği sırada ben flashback görüntüsü şeklinde fiona ile ikimizi sınıfta böyle birer 50lik[bardakta] ellerimizde, tokuştururken görüyorum. [neden sınıfta bira içiyoruz? şimdi şekerim ben birayı bıraktım, biliyorsun sağlıklı beslenmeyi, yaşam biçimine dönüştürmüş insanım. ama görüldüğü üzere, bilinç altım tam olarak yaşam biçimine dönüştürememiş. hatta fena patlaklar vermiş.]

bu durum karşısında önce nasıl ya, sınıfta bira içmenin nesi kötü ki? diye bir kalıyorum önce. sonra da hocaya, hocam ben sizin bundan alınacağınızı hiç düşünmemiştim.ben öğretmen çocuğuyum, annem öğretmen babam öğretmen .[öğretmen çocuğuyumdan da sonra anne ve baba şeklinde de ayıran ısrarcı yaklaşım] ben öğretmenlerin içinde büyüdüm, bir öğretmene asla saygısızlık etmem. sizi kırdıysam özür dilerim diyorum. ve adam özrümü geçerli bulup, notumu 8'e yükseltiyor[bu nasıl bir not baremi allasen?]. konu da orada kapanıyor.





*görselin yazının önüne geçtiği zamanları sevmiyorum ama bu artık yine rüya etiketi için görselim oldu.

10/26/2010

bunun adına yürek derler

5

doğuş' un unkle' dan klip çarpması da neyin kafasıydı?



internette doğuş' la ilgili bir şeylere denk gelmem üzerine bu klibi hatırladım. doğuş insanı, bu güzelim klibi zamanında gözümüzün içine baka baka araklamış ve muhtemelen telif gibi sebeplerden klibin en güzel yeri olan sonunun içine sıçıp kendi yorumunu katarak kakalamaya çalışmıştı bizlere.


ama gerçek şu ki, işin ilginç olan yanı hala; doğuş' un bu gruptan, thom yorke' dan falan haberdar olması hatta - tabi mcm ya da mtv 'de falan görmedilerse- belki de dinliyor olması. zamanında yıldız tilbe' nin en sevdiği müzisyenler arasında led zeppelin, jimmy hendrix' i sayması gibi bir şey.


ömrü hayatımda sadece 5. sınıftayken servisle gidip geldim okula. onda da çok kıymetli sezai amcamız, bize devamlı olarak doğuş' un 1998 yılı çıkışlı doğuş ve şarkıları albümünü dinletirdi. o kadar çok dinledik ki hepsini ezbere biliyordum. kendi kendime çelik fanı olduğum ve tüm albümlerini ezbere bildiğim çocukluk yıllarımda belki de bir albümünün tamamını ezbere bildiğim 2. şarkıcı doğuş olmuştu. sezai amca, nasıl bir tecavüz etmişse artık körpecik dimağıma, az önce bakınırken şarkı listesine şarkı isimlerini gördüğümde, kendimi mırıldanır(evet mırıldanabiliyorum) halde buldum.


milyoooondaaa birrr milyonndaaa biiiiğğğrrr böyle seveeen bulunurr çiçeğimmm değerini billl........


sabah akşam birer doz bunun adına yürek derler, öyle bir anda silemezler; biz burada neciyiz neyiz? seversek bir defa severiz dinleyerek okullarına gidip gelen ilkokul talebeleri. şu an o servistekilerin hepsinin kafası biraz karışık bence.


*görsel üzerindeki linkten de gördüğümüz üzere; evet, doğuş'un da onun uğruna siteler hazırlayan fanları var.

10/25/2010

hello sallama cay

2

.üşengeç sabahlama gecelerimin vazgeçilmez dostu merhaba.

.beni her ne kadar gersen de, gece gece kendi kendime çay demleyecek kadar delirmediğim için [henüz] sana mahkum gibiyim.

.sabahlarken, ev arkadaşım yattığı anda ne kadar ne kadar demoralize olduğumdan bahsetmiş miydim. mesene listesindeki sayının azalışından bile daha büyük darbeler vuruyor belime belime.

.neyse konumuz bu değil, konumuz sallama çay. sallama çay 12 cm boyunda, dolgun basenli bir poşetti. suyun içine salladığımda gözlerime inanamadım. sütyen giymemişti. ama konumuz bu da değil. öhöm.

.konumuz sallama çayla olan gergin ilişkimiz.diyelim ben poşet çayı kaynar suyun içine salladım ve bununla birlikte ipi koptu. işte o an benim aklım çıkıyor. sudan çıkmış balığa dönüyorum. hayat denilen şey bir ipin ucunda değil mi eski dostum sallama çay. işte o anda, sallama çay bağımsızlığını ilan ediyor ya hani, gerekli demi alsan da ipinden çay kaşığına dolayıp parmağınla hafif bastırmak suretiyle içinde kalan son çay damlacıklarını alamıyorsun ondan.gitgide acılaşmasına tanık oluyorsun bir kupa çayın. işte o an, insanın minicik bir poşet karşısındaki çaresizliğinin çok güzel bir özeti.

.öte yandan ne zaman ki sallama çay içsem, yılan hikayesindeki yavan sallama çay muhabbeti gelir aklıma. köylü kızının sallama çayı balık tutmaya benzetmesi. bu espri üzerinde ısrarla durulması. o neyin kafasıydı arkadaş?

. böyle deyince de yılan hikayesini izlemişim gibi anlaşıldı. o dizi yayınlandığı sırada 5 veya 6. sınıf mıydım neydim, bizim sınıf yılan hikayesi sevenler ve delik yürek sevenler olarak ikiye ayrılmıştı. ve herkes birini seçmen gerekirmiş gibi davranıyordu. ben de deli yürek grubuna katiyen dahil olamayacağım için yılan hikayesini seçmiştim. - keşke hayat hala bu basitlikte olsa değil mi?- sonra madem o tarafı seçtim. birkaç bölüm izlemeliyim en azından fikir sahibi olayım şeklinde izlemiştim. ama yok olacak gibi değildi sevmiyordum.

fakat o zaman asıl sebep sınıfımızdaki nilsen adındaki kızdı. nilsen, normalde gayet iyi bir insanken konu yılan hikayesine geldi mi akan sular dururdu onun için. ve kendi tarafına geçmiş bir erkek bulunca ilk kez, bu hususta pis bir baskı kurmuştu üzerimde. zaten o zaman küçücüksün ve sınıfında nilsen diye bir kız var. durum başlı başına yeterince tuhaf. ve bir diziyi sevmem, onunla memolinin harika saçları üzerine uzun sohbetler etmemi istiyor.

nerededir acaba şimdi. yo yo yo facebook'tan arayacak kadar merak etmiyorum.




bak sen sallama çaya. nasıl da çağrıştırıverdi.

10/24/2010

max's small penis

1

how i met your mother 6.05 dizi tarihindeki en iyi 5 bölüm arasına bile girer bence. max' in küçük penisi muhabbeti, marshall'ın bunu aklından çıkaramaması, kızların aralarında her şeyi konuştuklarına dair göndermeler, lily ile robin'in her şeyi ayrıntıları ile konuştuklarını öğrenen marshall'ın konsantrasyonunu kaybetmesi, sevişirken  lily'e -odaklanamadığı anlamında- robin' le ikinizi düşünmeden edemiyorum diyince lily'nin " birkaç kez ben de düşündüm,sorun değil bebeğim" cevabı , erkeklerin soyunma odaları hakkında kızların yanılgısı. her şeyiyle her şeyiyle gül gül öldüm. bu kadar. aşk tazeledik how i met' le.

10/19/2010

ağlayan ve ağlatan aynı insan kimsin sen

1

nostalji köşemde bugün kara melek var. bugünkü dizi hastalığımın temellerini Şehnaz Tango ile birlikte adan dizidir kendisi. daha güzel bir jenerik var mı bildiğiniz? bence yok. cıngıl cıngıl bas gitarlı melodisine kurban olduğum.

10/18/2010

bir daha asla verme

2

-ben şehirler arası arası otobüs yolculuklarında cam kenarında oturacağım o allahın emri zaten. ama yetmez. şu güzide resimde çizdiğim duruma düşeceğim diye öyle geriliyorum ki. hani o camların arasındaki doğramalar. ah o doğramalar. önde oturanı görüyor musun? nasıl da mutlu. pis. ama ben. o öndeki net camlı koltuğu en çok arzulayan ben, o doğramanın azizliğine nasıl uğramışım bak. güya cam kenarındayım. ama dışarı bakmaya kalksam doğrama görüyorum. işte o anda hayattan soğuyorum.koltuğu yatırmaya kalksam da yine o netliği, o bütüncül camı yakalayamıyorum; ona sahip olamıyorum. isterim ki kimse bunu yaşamasın. yaşayacaksa da gamsızlar yaşasın.

-biraz, iş bankasının kuntisliğine laflar hazırladım. para çekeceğim, her zaman makbuz verilsin mi? nin cevabında hayırı işaretlediğim yere, BİR DAHA ASLA VERME tarzı bir buton koymasınlar mı?! abaoouuvv. nasıl da orayı tuşlamaya alışmış parmağımın, o alışkanlığından faydalanma çabasıdır bu. tamam bak ben zaten hiç almıyorum makbuz, yazık diyorum o kadar ağaca. mesela projelerimde felan hep ekolojik tasarımlar yapıyorum yaa ama böyle küçük numaralara da karnım tok efendi. ya peki ben ona basmış olsam, BİR DAHA ASLA MAKBUZ almayacağımı bildirmiş olsam ve bir gün gerçekten o makbuzu almam gerekse. hayır bak, önceden şifreyi girdikten sonra GİRİŞ butonuna bastırıyordunuz sonra iptal ettiniz ben hala ısrarla basıyorum kurtulamıyorum alışkanlığımdan ama olsun tamam kabul. sonrasında, önce kartı sonra parayı vermeye başladınız o da bizim iyiliğimiz için ona da kabul.  ama bu makbuz numarası kabul değil dostum. yo yo yo. iş bankasının hayatına katmaya çalıştığı heyecana benim üzerimden sahip olmasına izin vermem.

-kral tv'den şarkı isteyen insan. çok ilginç bir kafa. çok cesur bir vizyon ama gamsız bir cesaret aynı zamanda. öyle bir şeye kontör harcamak. misal benim gözümde bu asla bir sevgi göstergesi olamaz. olsa olsa tırtlık göstergesi olur.

allah korusun bir sevgilim bir gün bana kral tv' den şarkı hediye ederse ve ben de onu görürsem -ki o zaman gerçekten çok tırt bir çiftizdir- ben arkama bakmadan uzaklaşırım. kimse sorarsa neden bitti diye, yalnızca "please" derim barney stinson edasında.

ama bir yandan da karşılıksız seviyor o insan sevdiklerini. şarkılar türküler paylaşmak istiyor; sevdiği görmeyecek belki o hediye şarkıyı lakin, önemsemiyor. lise arkadaşlarına hediye edenler olsun, askerdeki nişanlısına hediye edenler olsun. lise arkadaşların okulda? askerdeki nişanlın, askerde? düz is more düsturu ile yaklaşırsak, o insanlar nasıl görecekler o hediye şarkıyı.

-son olarak kuaförde tıraş olurken, mesleği öğrenme amacı ile izleyen çırak mı yoksa arkadan öylece tüm genişliğiyle senin orada kırpılmanı izleyen akran mı daha gergin karar vermem mümkün değil.

10/16/2010

hiç bilmediğin dilde dertlen mesela

0



olmadıysa; buika - no habra nadie en el mundo

10/14/2010

hepsi benim

7

geçenlerde, hatta geçen cumartesi gece dışarıdayız eğlenecek bir yerler bakıyoruz ama her yer tıklım tıklım. giriyoruz çıkıyoruz bulamıyoruz, giriyoruz çıkıyoruz bulamıyoruz. son olarak araf'tan çıkmış başka bir yere gidiyorduk ki, arkamdan birisi pardon dedi. burada, hikayenin anlamlı olabilmesi için şu ön bilgiyi vermek gerekir ki; toplamda 4 kız 2 erkektik ve o esnada ben bir kız arkadaşımla yürümekteyken arkamdan da diğer kız arkadaşlardan ikisi yürümekteydi. - şu son iki cümleyi ifade edeceğim diye beynim ezildi -

arkadan bir ses: pardon ?
döndüm baktım
aynı ses: pardon, arkadaşlar sizin mi?
ben: (mavi ekran) ?
aynı ses: ya biz ege üniversitesi' nden geliyoruz.[değişik] araf'a girmek istiyoruz da damsız almıyorlar. arkadaşlar sizinse [ bu ifade şeklinde ısrarcı] girmemize yardım edebilirler mi?
ben: ( hala mavi ekran)

böyle temizce suratlı benim yaşlarımda bir çocuk arkadaki iki arkadaşı kast ederek, yardım istiyordu ama soruş biçimi itibari ile beni bitirdiği için hiçbir şey diyemedim. evet uzunca bir süre yalnızca bakabildim. kızlardan birinin, oradan daha yeni ayrıldığımızı tekrar çıkmaya üşeneceğimizi ifade etmesiyle uzaklaştık.

sonra da babamın sempatik, iyi garsonlardan sonra mutlaka kurduğu cümleden kurduk arkasından; "yalnız çok efendi çocuktu. çok."

10/13/2010

ccc breaking bad ccc

0







dizi bitmesin, yeni sezon için aylarca beklemeyeyim diye nasıl yavaş izleyeceğimi şaşırdım ben bu diziyi.

10/11/2010

yaşam biçimine dönüştürün hı hı

5

" de ki; müsli, yalnızca insanlığa hakaret için gönderilmedi mi? onlar ki zayıflamak uğruna bunu da yerlerse, onların hali pel - perişandır. "

daha önce burada bir zaman dilimine kadar az yese de kilolu bir insan olan benin, bir anda çok yese de kilo almayan birine dönüşmesinden bahsetmiştim. halbuki bu tip tehlikeli cümlelerden kaçınmam gerektiğini çok daha önceki hayat deneyimlerimden biliyordum. ben bu sene hiç hasta olmadım diyen birinin çok geçmeden hapşırmaya başlaması gibi bir lanetti bu aslında. ve tohumları çok önceki ankara ziyaretimde atılmıştı. sevgili uğur bircan, hakkımda ileri geri bu çocuk yese de kilo almıyor diye pis pis atıp tutmuştu.bunun üstüne ben de hiçbir şey olmamış gibi ortalık yerde benzer cümleler kurunca en sonunda lanetlendim. [lucy tespiti]

bunda kötü alışkanlıkların ve yeme bozukluklarının etkisi büyük olmakla birlikte, insan bir yerden sonra ciddi anlamda salmaya başlıyor. hani göz göre göre vücudun patatese doğru evriliyor, fark ediyorsun ama; amaaan sikerler bilinciyle devam ediyorsun.

ama ne oluyor bir an geliyor, evet gerçekten de bir an geliyor, bu iş böyle olmaz hacı diyorsun. gerçekten kendine hacı diyecek boyuta geliyorsun.


işte benim 2010 yılındaki kısa şişmanlama öykümün girizgahını dinlediniz. kolayı, su yerine tüketirken; proje sabahlamalarında hoşbeşleri lümbür lümbür götürürken bir anda müsli ile başbaşa kalışın kısa ve keskin öyküsü.

bu döneme girerken dedim ki; bu iş böyle olmaz hacı. derhal spora başlanacak ve derhal diyete girilecek. kararımı önceden almıştım. okulun ilk günleri ne duysam beğenirsin. ne o göbek önden gidiyor diyenlerini mi ararsın, erkek adam ele gelir zaten iyi olmuş diye taciz edenini mi ararsın, semirmişsin diye rencide edenini mi?

ben de men's health alan her insanın, harika vücuda sahip olacağı bilinci ile koştum hemen bir men's health aldım. bu spor ve sağlık dergilerinin çok sevdiği sloganı hepiniz çok iyi biliyorsunuz. önemli olan bunları belirli zaman dilimlerinde yapmak değil; yaşam biçimine dönüştürmek. onun üstüne batu ile şu tip konuşmalarımız oldu.( bu arada batu'nun blogu çok güzel benden söylemesi) diyelim en bariz ve gözler önünde olan örnek madonna. madonna ne ile besleniyor, özel diyet programlarıyla. kadın böyle bok gibi paranın içinde yüzüyor, her şeye sahip ama sadece pirinç lapası yiyebiliyor. sonra sen gidip tereyağlı pilav yiyip, madonna olmayı bekliyorsun çok ayıp.

sonra gittim bir spor salonuna yazıldım. bu tempo içinde hayatımı nasıl zorlaştıracağım diye düşünüp bulduğum bir şey olsa gerek. spor salonu ile ilgili ise sayfalarca yazabilirim de okur musunuz bilmem. zaten bir giriyorsun içeri. balon olmuş insanlar karşılıyor sizi. balon olmuş insanlar oranızı buranızı ölçüp, evet şunu yap bunu yap diyorlar. adam mesela bütün gün orada duruyor, spordan ekmek parası kazanıyor ve sen onlardan bolca olan bir ortamda sağlıklı ve fit olma çabasına giriyorsun. baştan mağlubiyet gibi. o 60 metrekarelik alan içindeki insanların aynı şeyleri başka yerde yaptığını düşünürsen 1 dk bile olsa, kafayı yersin. içeride 3 tip insan var;

1-çok şişman olup gelenler


işte bu grup 2. grup için en büyük motivasyon kaynağı. öyle olduklarını bilseler biraz kırılırlar bence. bunların yanında bir de 3. gruptan arkadaşları oluyor. mesela onlar koşu bandındayken, arkadaşları gelip hadi oğlum süpersin aslansın danasın şeklinde gaz veriyor.


2-(benim gibi) hareketsizlikten illallah gelmiş azıcık fit olayım diye gelenler


evet. okul da sağ olsun her birimiz birer tosbağaya dönüştük. yalnızca bilgisayar karşısında oturabilen ucubeler. 40 yaşımızdaki hallerimizi hayal bile edemiyorum. mesela bu grup da salonda 3 numaralı grup tarafından asla anlaşılamayan gruptur. adamlar, spor salonunun amacının sağlık için olabileceği ihtimaline yanaşmıyorlar. yalnızca balon olmaya gidilebilirmiş oraya gibi takılıyorlar.


3-(genellikle) komünler halinde takılan, balon olmaya gelenler


işte bu grup çok leş.sürekli aynadan kendilerini kesiyorlar. ben de onların bu halini kesiyorum. ve kesinlikle antrenörlerle çok kanka oluyorlar. bu baklavalarla çok karı-kız götürdüm muhabbeti yaparken bir yandan da hangi protein tozlarını kullandıklarını tartışıyorlar. ağızlarındaki kaşar tekerleğini hayal edebiliyorum.
bir de soyunma odasında yalın ayak gezen insanlar kesinlikle bunların arasında. yani aslında en çok çekindiğim insan modelleri içinde rahat bir şekilde 9 numarayı hak ediyorlar. böyle ben rahatım, her an soyunabilirim ayakları falan.

tekrar gelelim men's health tarzı yaşam stiline. spora zaten gidiyorsunuz. o cepte. ben ne yemeliyim ne yapmalıyım az buz biliyorum aslında da, bu tip yaşam stili dergilerin üslubunu çok saçma derecede eğlenceli bulduğum için açtım başladım incelemeye. derginin, yaşamın her alanında başarı gibi bir mottosu olduğu için; her konuya değinelim çabaları mevcut. tatile çıkarken suçluluk duymamak için ne yapmalıyım? aa soruya gel. adam bir nevi ben nasıl yaşamalıyım basitliğinde bir soruya bile kendisi cevap veremiyor.  kadınlar kavga sırasında neden ağlar? evet tüm erkekler duygusal zekası olmayan birer öküzdür. ilk randevu sırasında ayakkabı bağının açıldığını gördüm ve eğilip bağladım bu çok mu ezik bir davranış? aa olur mu hiç, cHoOOhk ttAtLısııAann! yemin ediyorum ben kız olsam ve bana böyle bir şey yapsalar gülmekten altıma işerim. insanı bir yerden sonra hipnoz etkisi altına alan dergi sayesinde kendinizi göz kapaklarınız kırışmasın diye gözünü yüzük parmağınızla kaşır halde buluyosunuz.(en güçsüz parmak yüzük parmağı olduğu için minimum basınç yapıyormuş, hı hı)

daha önce de dediğim gibi bir de ne yemeliyim kısmı var.sizin için birkaç tane seçtim.

~evinize bir keçi alın. keçi en sağlıklısı. arada sevişin arada peynirinden sütünden faydalanın.
~antremanlardan 2 saat önce müsli yiyin.gerçekten bu şeyi yiyebilecek kadar gaza gelmişseniz, sizden her türlü olur zaten.
~avokado yiyin. [ sakın bana avokado yemeyen bir aileden geldiğinizi söylemeyin kuzum]
~pilav yerine arada karnabahar tüketin. mesela karnabahar üstü kuru. mis.
~su yerine oolong çayı için. önce ne olduğunu çözmeniz gerekecek tabi.
~sabahları iki adet yumurta beyazını çırpın ve içine pastırma atarak pişirin. yumurtanın sarılarını da koltuk altlarınıza sürün.
~her fırsatta gülün. aka aka ka ka
~uykunuzdan ödün vermeyin. mesela mimarlık mı okuyorsunuz. that's ok. dilediğiniz kadar uyuyun.
~güneşin altında antrenman yapın.beyniniz pişsin. sonra onu yiyin.
~daha fazla seks yapın. vallahi de sadece sağlıklı yaşam için.
~sabah ilk iş olarak antrenman yapın. önce kalkabilin tabi. sonra antrenman yapın, yapış yapış terleyin sonra hemen yıkanıp çıkın ki; sinüzitinizle tango edebilin.
~bir saat boyunca squash oynayın. ama dikkat edin ağzınızdan burnunuzdan havyarlar gelmesin.
~kola mı bırakın onu. valla fayanslara dökünce derzleri eritiyor benden söylemesi.

ve son olarak bu yazıyı buraya kadar okuduysanız unutmayın;
güzellik dünyanın lanetidir.( carver,nip/tuck)

10/07/2010

numara 8

0

çekiniyorum,
  8-
facebook' ta herhangi bir event' in sayfasına cevap olarak "çok isterdim fakat; papua yeni gine' de olduğum için katılamayacağım" ya da "davet için çok teşekkürler yalnız o tarihlerde zimbabve'de olacağım için gelemeyeceğim" yazan insan.

bize ne mesela?

10/05/2010

suat şaşmaz

4

-suat suna ile vatan şaşmaz' ın aynı insan olduklarından neredeyse emin gibiyim. dünya üzerinde herkese sevgi besleyebilirim, yüreğim o kadar geniş. adeta bir öğretmen gibiyim. çevremi aydınlatırken kendim eriyorum. o beybi bi hareketlenme oldu bende. yok yok hiç merak etmeyin. gayet de pis bir insanım. ama birçok insanı sevebiliyorum. ama ne suat suna' ya, ne de vatan şaşmaz' a karşı bir ekmek kırığı kadar sempati besleyemiyorum. takdir edersiniz ki ikisinden ayrı ayrı insanlar olarak bahsetmeme lüzum yok, zaten ikisi aynı ve bir kişi. suat şaşmaz. bu iki adamcağız ne yapsa olmadı arkadaş. vatan şaşmaz' ın sorununu az biraz tahmin edebiliyorum. gerçekten saçları ile ilgili çok büyük bir problemi var. muhtemelen saçları bir kalıp ve gece yatarken çıkarıyor.ve yıllardır bu imajdan asla vazgeçmiyor. normal hayatta da; ya düşerse gerilimi ile çevresine negatif enerji saçıyor; fakat suat' ın sorunu ne hiç bilemedim. suratının tavayla vurulmuş gibi yayvan olması mı yoksa aynı saç yanılgısına düşmüş olması mı yoksa gibi melike' yle evlenmesi mi çok muğlak. buradan görüyorum kemanı bile sevmiyor onu. neden ben diyor? bu suat şaşmaz kişisi farkındaysanız bazen oyunculuğa ağırlık veriyor, bazen müziğe bazen sunuculuğa. ama ne yapsa olmuyor; tuz gibi bir şey eksik kalıyor hep.

-karga tulumba. türkçe, sanırım benim için bir fetiş. resmen hastasıyım. adeta aşığım. deyişe bak; karga tulumba.

-bir diğer fetişim de trenchcoat. her türlüsünün hastasıyım.

-evet iki fetişim de birbirinden çok alakasız.

-bilgisayardan bir şey silmek o kadar büyük tutkum ki. allahım, bana bu kadar basit ve sürekli tekrarlayabileceğim bir tutku verdiğin için devamlı şükrediyorum sana. hayattan başka hiçbir şey istemiyorum. mütemadiyen siliyorum. mütemadiyen saklıyorum; çünkü biliyorum ki bir gün ben onu sileceğim. müzik klasörlerini düzenliyorum, görselleri, fotoğrafları. sürekli ayıklıyorum, sürekli silme imkanları yaratıyorum kendime. ama asıl orgazm yaşadığım an ne biliyor musun? silmeden önce hafızaya bakmak ne kadar boş yer var diye. sonra bir de sildikten sonra bakmak. ve o aradaki fark, o azalışın cigabaytlara dökülüşünün kadifemsi tadı.
bak yazınca bile fena oldum.

-normal hayatta da yapıyorum bunu. illa ki sanal olmak zorunda değil. dergiler mesela. bir süre tutuyorum aldığım dergileri, sonra bir fasıl içinden ayıklamalar yapıyorum. o dergiyi neden almışsam sadece o kısmını tutuyorum ve sonra gün geliyor onu da atıyorum. adeta zevkimi aylara yayıyorum.

- bir yerde bilmediğim bir grubun şarkısını dinledim ve bayıldım diyelim. işte o an sanıyorum ki ben o grubu her şeyiyle seveceğim, her şarkısı beni mutluluk ırmaklarında yüzdürecek. hemen indiriyorum diskografisini. evet o şarkının içinde olduğu albüm ile de asla yetinmiyorum, gelmişi geçmişi ne varsa sahip olmalıymışım hissine kapılıyorum. sonra başlıyorum dinlemeye, bir albüm kötü çıkıyor mesela. diyorum ki, bu geçişi albümleriymiş zaten ondan kötüymüş; sonra 2, 3 derken bakıyorum ki adamlar birer şarkı yapıp yapıp yatmışlar. adeta türk popçusu kıvamında bir kliplik albüm yapar gerisinde de keyfime bakarım hacı sloganıyla yaşamışlar, işte o an zamanıma ve heyecanıma biraz üzülüyorum. toy hissettiriyorlar bana. ama sonra ne oluyor? evet bildiniz. mis gibi siliyorum hepsini.

-kabul edersiniz ki; izleyici sayısını gizleyen, ifşa etmeyen blogger biraz değil baya bir çekinilesi.

-tam tuvalete oturdun diyelim, çok sıkışmışsın. belki de büyük abdest'e çok yakınsın. bırakıyorsun kendini. sonra bir an gözün tuvalet kağıdının olması gereken kağıtlığa takılıyor. ama; orada yalnızca saman renginden hallice bir rulonun takılı olduğu görüyorsun. o an çok keskin değil mi?

-daha önce de yazmıştım. ay ışığında saklıdır filmini, film müziğini, bana hatırlattığı her şeyi çok seviyorum. istiyorum ki filmi izlemeden de o nostaljiyi yaşayayım. genelde eski şebnem ferah'ı özlediğim anlara denk geliyor bu anlar. açıyorum ay ışığında saklıdır' ı dinlemeye başlıyorum. her seferinde elimdeki versiyonu düzelecekmiş hissine kapılıyorum ama şarkı yine ortadan bir yerden başlayarak vuruyor belime kırbacını. olsun yine de dinlemeye değer. devam ediyorum. işte o anda azrailim geliyor kendi. dakikalar 1:06' yı gösterdiği anda o soğuk, muhtemelen dudaklarında kekremsi gri bir ruj olan bir kadın son derece soğuk bir tonla şeboistnet.com diyor. işte ben o anda dağılıyorum. canımın çektiği o ana lanetler savuruyorum. deneyimlemek istersen buyur; ay ışığında saklıdır.

10/03/2010

hayrunnisa' nın first lady olduğu ülke

0

haberlerde çocuk gelinler olmasın adlı bir kampanya tanıtımı izledim. first lady hayrunnisa gül de kampanyanın destekçisiymiş. iyi hoş güzel fakat, kendisinin bu desteği çok ironik değil mi? kendisinin 15 yaşındayken, 30 yaşındaki gül ile evlendiğini düşünürsek, bu durumdan ,aslında, muzdarip olduğunu çıkarmak çok da yanlış olmasa gerek.