11/27/2010

hep beraber çekiniyoruz

3

11- hayriye hanım tacı takan erkek

şimdi görsel olarak bulunabilenler futbolcu. onları yine bir nebze anlayabilirim; saçları gözlerine gelmesin de falan da filan da. ama normal hayatta bunu takıp da gezen erkek insanı anlayabilemem. bu tacı gergin bir şekilde taktıktan sonra, arkadan alna doğru ufak bir hareketle -ön kısımları pofuduklaştıracak şekilde -  öteleyerek hayriye hanımlaşan erkek insandansa çok net uzaklaşırım.

11/23/2010

mutsuzluk

2

çok bayıldığın ve masaüstü arka planı yapmaya layık gördüğün görselin; doğru en boy oranına sahip olmamasından dolayı o arka plana asla doğru düzgün oturamaması. ya ortada çük gibi kalması ya da uzat dediğinde tüm sevimliliğini kaybediyor olması.

11/21/2010

giden sevgiliye verilen ayarların şarkıcısı

5

-telefona bırakılan bir çağrıdan ya da bir arkadaştan ilk kez gelen mesajdan onun numarasını kaydediyorsun, başındaki +90' nı da kaydediyor ya; işte ben katiyen o şekilde kaydedilmiş bir numarayla huzur bulamam. uykularım kaçar. o baştaki +90 illa ki silinecek.

-facebook'ta gizlediğim insanı unutup da üzerinden baya zaman geçince hiç sesi solu çıkmıyor öldü mü acaba diye merak etmem. ah bu ben.

-bayramda fasıla gittim. fasılda dansöz vardı. hani bir çok insan, palyaçolardan korkar ya için için. işte ben de aynı şekilde dansözlerden korkuyorum. bu dünyada gerçekten baş etmemiz gereken bir şey varsa cicişler; o da dansöz öz güvenidir. allahım kadın sataşıyor da sataşıyor, ben yerimde gerim gerim oturdukça iyice şımardı - tabi buldu benim gibi ürkek ceylanı- öhöm. üstüme çıkacaktı az kalsın. o üstüme çıktıkça ben mimicik kaldım. en sonunda bir de " utandın mı?" diye rencide etmesin mi?! abaaoouuvv. ablacım sen orada neler yaptığının farkında mısın? bir kere biz hepimiz pantolonlu gömlekli otururken sen bikini gibi bir şeyle takılıyorsun. öz güven tam. o yetmiyor, çılgınlar gibi mutlusun. coştukça coşuyorsun. lütfen. şartlarımız eşit değil.

-bayramda beyaz şov'da demet akalın' ın olacağına dair tanıtım yapılırken " giden sevgiliye verilen ayarların şarkıcısı" gibi şeyler kullanmışlar. tamam zaten kadının başka bir misyonu olmadığını hepimiz biliyoruz ama ne bileyim, böyle resmiyete dökülmesi..

-antep fıstığı nasıl da can. çocukken, kabuğunu dişlerimle açtığımda babam hep müdahale ederdi ve ben onun baktığı zaman tırnaklarımla açıp yerken, öyle yediğime ikna olduğu anda hemen yine dişlerimle açmaya başlardım. onun o tuzlu tadının dudaklara bulaşması. kabuğunun gitgide dudaklarda koyu bir renk bırakması. bunlar olmazsa ne anladım ben o işin keyfinden.

-ne zaman ailemin yanına gitsem illa ki çocukluğumun muhabbeti açılır. bazen onlar anlatır ben hatırlamam ama çoğunlukla ben anlatırım onlar hatırlamaz. mesela anneme " annö sön bono böylö böyle yopordon" derim, annem de "yaa, yapmamışımdır be" der. bu sefer de aklıma şey geldi. ortaokul zamanı - yani ailemle yaşadığım son zaman dilimi- arkadaşlarla bir şey yapılacaksa bir yere gidilecekse; o ortama illa ki gidebilen çocuk ben olurdum. herkesin olmasa bile çoğunluğun ailesi son anda izin vermez göndermezlerdi. bir zaman sonra bu bende takıntı haline gelmişti. ulan herkesin çocuğu kıymetli de ben mi kıymetsizim be beni niye her yere yolluyorlar? o_O pskolojisi oluşmuştu. ahaha psikolojiye gel. bayramda anlattım yarım saat güldüler.

-bir keresinde de babama günlerce öndeki sert kısmı tam kıvrık şapka aratmıştım. priene' ye okul gezimiz vardı ve o şapkanın o geziye yetişmesi gerekiyordu. bakmadığımız dükkan sormadığımız yer kalmamıştı. ama bulamıyorduk. en sonunda rengi güzel ama önü düz bir şapka alıp onun ön kısmını birkaç gün iple bağlı tutmak suretiyle kıvrık olmasını sağlamıştık ve anca o zaman huzur vermiştim.

-çok bilene leylek kaçar (kol,08).
çocukken ben mandolin çalıyordum. 23nisanlarda çıkıyor coştukça coşuyorduk.gurbette yorgun düştüm be ceylan hasret tükettim bittim be ceylan. en favori parçamızdı. sokakta biri görse sen ne çalıyorsun be kızanım derdi hemen. mandolin deyince de ne mandalin mi keh keh diye esprisini yapmadan geçmezdi. sonra müzik hocası çıktı bu çocuk gitara geçsin daha da iyi yapar dedi. sonra ben geçtim gitara. türlü çeşit kursa gittim ama yok cık olmadı. hep bir yere kadar sevebildim gitarı. belli ki akdeniz akşamları bana göre değildi. oysa ki mandoline devam etmiş olsam şu an belki de bir mandolin virtüözüydüm. müzik kariyerimi bitiren hep o kadın bence. benim hiç suçum yok çünkü bence. evet.

-annem, " sen şimdi baya seneye para falan mı kazancan?" diye sordu bayramda. aa dedim. ne oldu beğenemedin mi dedim. yok yani bana hep sen sonsuza kadar okucakmışsın gibi geliyodu. ondan yani dedi.
ondan sonra okul beni baydı deyince nazım hep mızmız oluyor.

-geçenlerde bir fan sitesinde bir hayran tarafından çizilmiş şebnem ferah portresi gördüm. sürekli denk geldiğim bir vakayı anımsattı bana yeniden. şimdi bu çizimler çoğunlukla - her ne kadar sevgi ve emekle yapılırsa yapılsın- iğrenç oluyor. mesela bu resimdeki bayan, şebnem ferah'tan ziyade daha çok bir tuğçe san-seher dilovan kırması olmamış mı?
referans vermeyip dedikodunun sonsuz enerji ırmaklarına dalıyorum izninizle.

11/16/2010

minimal 7 fark

4

pars, bence daha orijinal ve çok asil bir isim ( şallı,2010).
nedense, erkek çocuk annesi olmayı çok havalı buluyorum (ergen,2009).

11/15/2010

mutlu azınlık vol. 5

0

mesela ben deprem olursa nereye gideceğimi, nerede toplanacağımızı bilmiyorum. siz biliyor musunuz? eveeet, siz de bilmiyorsunuz. biliyorum. ama bu apartmanda oturan mutlu azınlık erhan gedikpaşa lisesi karşısındaki boş alana damlayıvericek allah korusun bir şey olsa. lakin mesela onlar, emin adım o boş alana doğru ilerlerken biz sudan çıkmış balıklara döneceğiz. allahım bizim neden toplanacak bir boş alanımız yok diye kakalak gibi kalacağız.

o değil de, geçenlerde insanların 2010 yılına dair evrim yolundaki hayal kırıklıklarının uçan arabanın hala icat edilememiş olmamasının yanında, benim en büyük hayal kırıklığımın hala saç yağına bir çözüm bulunamamış olması olduğundan bahsetmiştim. deprem karşısındaki çaresiz halimiz de bununla kapışır nitelikte. deprem bilimcileri çok kınıyorum.



*aslında görseli salı akşamı arkadaşımın apartmanından çektim ama birtakım çetrefiller yüzünden yazıyı yazamamıştım. o süreçte memleketimin beşik gibi sallanması da ayrı bir mesaj gibi oldu. 

11/09/2010

kayseri'li sweeney

0

tarz gibi bir şey miymiş o?

11/02/2010

böyle evin ortasında, dökümden

5

-bak günlerdir yazamadım, sinsi gibi kabuğumdayım orada. kimse de demiyor ki bu çocuğun bir sıkıntısı mı var? neden yazmıyor. neden ota boka bok atıp rahatsız ruhunu deşifre etmiyor. bu kez anladım bilöğghh. kuru yapraklardan bi köprüden geçiriyorum.


-2 dakika duygusal anlar yaşayayım istedim. aklıma emre aydın geldi ve duygusallıktan soğudum bak.

-geçen hafta mütemadiyen karnım ağrıdı. artık öyle bir an geldi ki, vücudumun ufak bir rahim oluşturduğundan emin gibiydim. ne yaptıysam geçmeyen ağrı, sizleri çok iyi anlamamı sağladı karşı cinslerim. acımız büyük. artık daha da yanınızdayım. çünkü çektiğinize çok yakın olduğuna yürekten inandığım ağrılar çektim. bu hususta özellikle en çok kıllandığım şey karnımın sürekli sıcak olmak isteğinde olmasıydı. karnıma koyacak soba üzerine ısıtılmış bir tuğla aradım. tanıdığım bir teyze yapardı. çok iyi geldiğini söylerdi. aynı teyze, soba dışındaki tüm ısınma aletlerine karşı çok katı bir tutum da içerisindeydi. bu konuda annemden sonra tanıdığım en katı kadındı belki de. annem yıllar yılı soba dışındaki ısıtıcıların hep karşısındaydı. diğerlerinin hiçbirinin ısısının, sobanınkini tutmadığına dair net cümleler kurardı. ama ben soba bulamadım tabi. bir pet şişenin içine kaynar su doldurup karnıma koydum. oyyş diye mutluluğa yelken açtım. o gün çok emindim, gerçekten vücudumun imkanı olsaydı küçük bir rahme sahip olmaya hayır demezdi o gün.
bir dahaki sevgilimin pms kölesi olacağım. söz.

-sene 2002. çocuklar duymasın nasıl patlamış, nasıl sükse yapmış. heh işte tam o zamanlar. bir bölümde soba muhabbeti geçmişti. şimdi soba deyince aklıma geldi. istanbul' da kaloriferli evde büyüyen çocukların soba bilmezliği - evde yangın çıkmıyor mu? O_o  şeklindeki yaklaşımları-, meltem'in çok bilinçli bir anne edasıyla böyle evin ortasında, dökümden..  diye sobayı tarif edişi.işte bir başka "götüm" vakası, mutlu azınlık hikayesiydi.

-sizce de kemal kılıçdaroğlu, gerçek değil de; olacak o kadar'dan fırlamış bir levent kırca tiplemesi gibi değil mi? ben çok pis kıllanıyorum. her an öyle olduğunu açıklayabilirler.

-kral çıplak' da cemil ipekçi'yi izledim. daha doğrusu ağzım açık dinledim desem yeridir. adamın o böyle buram buram kültür fışkıran konuşmaları beni benden aldı. tüm bunlar bir yana. artık ön yargılar mı yoksa kendisinin oluşturduğu birtakım imajlar mı nedir, hep aklıma başka şeyler geliyor onu dinlerken/izlerken. mesela kendisi modacı değilmiş ve modacılardan nefret edermiş. hayda. verebileceğim tek tepki bu. bir başka zaman da başka bir yerde izlediğimde, cildinin tazeliği ile ilgili sırlar paylaşıyordu misal. diyellim cemil, meyve yiyor. meyveyi sadece yemezmiş. kayısıyı şeftaliyi bir yandan yer, bir yandan yüzüne gözüne siler/yapıştırırmış. bir de kendisinin "erkek sabun kokar" şeklinde bir iddiası olmuştu ki, o günden beri parfüm ve koku sevgimi sorguluyorum. güya bir gün cemil, bir mankenle görüşme yapacakmış. manken de etkilemek için olsa gerek, kokular sıkınıp gelmiş. fakat; erkeğin yalnızca sabun kokması gerektiğine sonsuz inancı olan cemil, adamı duş alıp gelmesi için evine yollamış.
bu yazı içindeki "götüm" vol. 2 vakası diyorum.

-balkondan aşağı düşmüş telefonu almak için iple alt kata çocuk sallayan kadının hayat yolundaki aceleci tavrı, bazen benim de yakamı bırakmıyor. neyse ki, onun aksine kendimi dizginleyebiliyorum.

-hayatım bilgisayarla geçiyor ama bilgisayarım beni kırmaktan hiç gocunmuyor.
"bu bilgisayarda insanlar oturum açtılar" . bunu nasıl bir atar arkadaşım? resmen bir insan gibi ayar veriyor. yalnız sen bunu kapatmaya çalışıyorsun ama; pardon da....[orada bilgisayarın es verişini hissediyoruz]... bu bilgisayarda insanlar oturum açtılar.

- öte yandan, caps lock açık olduğu anda tarifsiz bir huzursuzluk yaşıyorum. onun ışığı sönmediği müddet de huzura eremiyorum.

-geri dönüşüm kutumun boş olması gerekliliğinden uzun uzadıya bahsetmeye gerek bile yok zaten.

-tüm program firmaları, kendi programlarının kullanılması konusunda ısrarcı oluyorlar ama apple' ın baskıcı tavrı daha bir başka. müzik çalarıma şarkı atabilmem için i-tunes yüklememi beklemesi yetmiyormuş gibi, onunla birlikte bir de quick time media player' ı yolluyor. o da yetmiyor safari yolluyor. ve asla ama asla vazgeçmiyor. başka bir şey olsa böyle ısrar etmezsiniz. pisler.

- o hani alışveriş merkezlerinde tuvaletlerde falan olan kurutucular var ya. onlar aslında huzurla el kurutmanın haram olduğu şeyler. asla yeterince süre üfürmez. kendi kafasına göre üfürür. canı isterse ara verir, sonra canı istemezse hiç üfürmez. yapacak hiçbir şey yok.

-çaycı diye bir alet var ya. nasıl can. böyle devamlı sıcak duran çaydanlık. şimdi onun altındaki su, kaynama noktasına ulaştıktan sonra muhafaza olması için pıt diye sabit dereceye alıyor kendisini. ama sen kapatmazsan da o sabiti korumak için, sonsuza kadar da uğraşmayı bir görev biliyor. işte eğer sen unutmayıp da kapamazsan mekanizmayı yanıverir o alet. işte bu yüzden kendisi benim için, ya çaycının altını tümden kapamadıysam ya suyu biter yangın çıkarırsa diye uzayan listeler şeklinde kafamda sıkıntılar yaratıyor. ben de oluşan bu tik üzerine, kafam rahat olsun diye alet hiç çalışmasa da içine biraz su koyuyorum mutlaka. asla boş bırakmıyorum.nasıl küçük bir hesaptır bu? güya, en azından o suyla meşgul olan alet bir yaramazlık yapmayacak. bence hiç yoktan iyi gibi. bence öyle. bence bilöğğghhh.

liste kabarıyor

0

10- bilgisayarındaki tek ortam yürütücüsü windows media player olan insan. internet explorer kullanıyor aynı zamanda. daha önce de dedim. daha güzelleri var oğlum! niye gençliğinizi çürütüyorsunuz salak media player ile.

9-(bu daha önce bir yazıda geçmişti, listede ayrıca da görünsün.)
toplu kullanılan yapıların banyolarında yalın ayak gezebilen, duşa girebilen insan. karşıma bir daha çıkma sakın demek istiyorum. kanım çekiliyor yeminle.