12/31/2009

sayın seyirciler

0

efendim yeni yılda hiçbir şey daha güzel olmayacak hepimiz biliyoruz değil mi? hiç kasmaya gerek yok, hatta bu akşam da muhtemelen beklediğimiz kadar eğlenemeyeceğiz. ama olsun umut fakirin ekmeği annem. yeni yılda gerek klişelerle uğraşmak olsun, gerek beni rahat bırakmayan hafızamın geçmişe gel-gitleri olsun, gerek afarozlar olsun, filmler müzikler olsun, komiklikler şakalar olsun birlikte olmaya devam etmek dileğiyle..
seneye görüşürüz ehe ehe :) !

xoxo, dans pisti itirafçısı

12/28/2009

vize paradoksu

3

derslerine düzenli giden bir öğrenci olamıyorum. o yüzden arkadaşlarımdan notları alıyorum. onlar notları sınav öncesi getirmezlerse bu sefer fotoğraf halinde not paylaşıyoruz. ama bilgisayar ekranından not bakmaya tahammül edemediğim için kağıda yazmak, temize çekmek zorunda kalıyorum. çoğu zaman temize çekme işleminin sonucunda yorulmuş ve sıkılmış olup çalışamıyorum. bugün ise içimdeki temize çekme dürtüsünü durdurmayı başardım. fakat bu sefer hiç çalışamadım. eskiden en azından temize çekip, çalışamıyordum. yine de içim rahat oluyordu.

12/27/2009

yok böyle bi gaffa

5

haberlerde izledim. türkiye' de bir düğün. adamın biri kendi nikahına msn' den katılıyor. evet. şaka değil. herkes bu durumu çok normal karşılıyor. laptop ellerde, damat msn' de webcam başında, gelin bilgisayar karşısında göbek atıyor. ahali gayet mutlu. ayrıntı bilmiyorum, neden böyle yapmışlar hiç bilmiyorum; yalnızca o salondaki herkes ne kullandıysa ondan istiyorum.

muhtemelen düğün yemeği, magic mushroom' du.

nihat the slayer

1

sonsuza kadar nihat doğan' la uğraşasım var.

.

5

disko kralı' nda nihat doğan' a ülkücü selamı ile eşlik eden kızlar var. çeşit çeşit insan var. ( selam mı o bilemedim, o meşur el hareketi işte)

12/26/2009

otobüste samimiyetin dozunu kaçıran küçük çocuk

1

-bunu hatırladınız mı? geçen bir gece uyumaya çalışırken bir anda aklıma takıldı. bu sabunluk ülkemizi ne de sarsmıştı. çok çılgın günlerdi. bunu gördüğüm tuvalet beni biraz hipnotize ederdi. bazen statü göstergesi gibi bir anlamı bile olurdu. bunun iki yönlü duran şekilde kullanımı vardı. eğer dua eder gibi avuç içi tepeye dönükse, o zaman sabun üstüne konurdu o yine kısmen daha iyi bir kullanımdı. ama bunun bir de avuç içi yere bakanı vardı ki o zaman mıknatıs devreye girerdi. insan oğlu ne akımlar yaratıyor. sonra da unutuyor gidiyor.

-otobüste samimiyetin dozunu kaçıran çocuk. var böyle bir kavram. bir halk otobüsünde hayal edin kendinizi. önünüzde ise annesi veya babasının yanında oturan fırlama çocuk. eğer bu çocuğun sevimliliğine bir an için kanar da göz teması kurarsanız yandınız demektir. ondan sonra gözünüzü kaçıracak yer arayın artık. ben yolculuk boyunca bu stresi kaldıramam. hata veririm; çünkü otobüsteki büyük şirin abi hiç olmadım. sıkılırım. ama o velet hep fazlasını ister. sürekli arkasına döner. bir aşama üstünde ise elini kolunu uzatmaya, koltugun üstünde dizleri üstünde durur şekilde takılmaya başlar. o yüzden mümkün olduğunca gudubet görünün ki bu yorucu iletişim başlamadan bitsin. istersen hiç başlamasın şiiri herkese gelsin.

-çocukken bir arkadaşımın evinde akvaryum vardı. ama biraz çılgın büyükçe bir şeydi. biz ikimiz, ailesi evde olmadığı zamanlar o balıklara az işkence etmezdik. şu an aklıma gelen en büyük işkencelerden biri, bir su bardağına maksimum balık sığdırmaca oyunu idi. balıklar böyle aynı istanbul halkının metrobüsteki hali gibi bir bardağın içinde sıcak yakın temas kurardı. bir de ben hayvanları çok severdim o yüzden neden yapardık bunu hiç bilmiyorum.

-geçen hafta yere tüküren kadının bünyemde yarattığı şoktan daha büyük bir şok varsa o da 5 yaşında ayakkabısının arkasına basarak giyen ve yere tüküren çocuktur. geleceğin magandası yetişiyor da o teyzeye sormak istedim,teyzem nerelerde kayboldun sen?!

-alpay erdem twitter hesabı açtığından beri, uykusuz' daki köşesi benim için anlamsızlaştı. ordan her gün her an yazıyor zaten. uykusuz' a da kıytırık şeyler kalıyor sanki.

12/24/2009

manyetik ortamda disket üzerinde

2

bu dönem almış olduğum yapım sistemleri kapsamında 2 ödev 2 rapor hazırlamaktayız. bu bloğa ödev ders mers giremez ama ödev formatını ilk gördüğüm andan itibaren hocanın kafasının çok güzel olduğunu düşünmekteyim. zira dersi alan kalabalık bir grup olarak durumu sene başından beri idrak edebilmiş değiliz. işte o mucizevi ödev şablonundan bazı kubleler;

arial 14 nokta? soldan sıfır cm iki yana dayalı? dostum fantezi yapmıyoruz altı üstü kıytırık bir rapor yazıyoruz. annie are you ok?

son olarak ödevi manyetik ortamda disket veya cd üzerinde de teslim edecekmişiz. disket derken?!

gerekli bilgileri de hocanın sanal doku yöresinden elde edebilirmişiz. ( sanal doku yöresi derken, internet sitesini kastediyor.)

12/23/2009

döşü gıllı ossun

2

-şu zaman dilimi hemen geçsin. saçmalama boyutlarını zorluyorum. her akşam yapması gereken bir iş olan insanlardan saçmalamaması beklenemez, beklenmemeli. az önce acıktım ekmek arası hazırlayacağım kendime. tabi ki o bir sandviç olmayacak biliyorum kıytırık bir ekmek arası olacak. evde hazırladığın ekmek arasının sandviç olabilmesi için en azından ranch sosu ya da iceberg marul falan içermesi gerekir. ben ne koydum arasına salça, peynir ve mayonez. ev arkadaşım salça ile mayonezi karıştırcak mısın diye sordu. nesi bu kadar garip ki? rakıyla votkayı karıştırıp içmiyorum ya sonuçta. neyse ben de salçayla mayonezi karıştırıp koltuk altlarıma süreceğimi söyledim. o saçmalıktayım. bir insanın her akşam yapacak işi olması bedensel ve ruhsal açıdan son derece münasebetsiz bir durum. bir akşam olsun bomboş oturabileyim istiyorum. çok mu şey istiyorum. bence istemiyorum.
-döşü gıllı olsun' u duymayan kalmadı sanırım. kadın televizyona çıkıp fantezilerinden bahsediyor. yeni arzuladığım hayat tadı o. televizyona çıkıp anlatacağım. çikolata gibi olsun diyor hanım. çikolata gibi yesin istiyor. kaşlı gözlü istiyor. döşünde gıl istiyor. gadın gibi pürüzsüz olmasın ama yorgan gibi de olmasın istiyor. bildiğin sipariş veriyor. teyze varsın sana döşü gıllı adam gelmesin. sen böyle de mutlusun zaten. bu muabbet ne şekilde bu noktaya geldi bilmiyorum ama kadınların da döşü kıllı olsaydı nasıl olurdu diye düşündüm. baştan öyle olmuş olsaydı ona da alışmış olacaktık zaten. bence değişik bir kombinasyon olurdu. buraya nerden geldiğimi hatırladım. efendim malumunuz ben nip/ tuck adlı diziyi severek izlemekteyim. şimdi burda evlerden ırak matt diye bir adam var. bu çocuğun yapmadığı saçmalık yemediği halt kalmadı ve sonunda hapse girmeyi başardı. bir amerikan hapishanesi klişesi olarak hapiste hayatta kalabilmesi için bir adamın karısı oldu. karısı olduğu adam, bu matt' in babasının plastik cerrah olduğunu öğrendiği için matt' a silikon takmalarını talep etti. çünkü amcamız 16 yıldır içerdeymiş ve bir kadına dokunmanın hasreti içerisindeymiş. fakat normal bir insan olmadığı için bunu herhangi bir kadınla halletmek istemiyor çünkü matt' i sevmiş. adam en azından sadık. üç kuruş aşım kaygısız başım diyor. ufak bir müdahale ile bu olayı halletmek istiyor. öyle. böyle hayatlar da var. her akşam dolu olduğundan mızmızlanma dostum. msn' de bir şeyler çizmeye bayılıyorum.

- yonca lodi ilk çıktığında lodi' nin soyadı olabileceğine ihtimal vermemiştim. böyle bir albüm adı oyunu gibi gelmişti. sanki bir elifnağme gibi bir komiklik bir espiriler gibi gelmişti. melodi kelimesine gönderme yapmışlar sanmıştım. lodi soyadını bir başkasında hala düşünemiyorum zaten. nazım lodi. yok olmuyor.

-spiralli defter çıktı da defterin hep bir tarafını sevmekten kurtulduk. o ciltli defterlerde hep sağ kısma yazmak isterdik ya hani. sol kısmı bol boşluklu kullanırdık. çok değişik günlerdi.

12/22/2009

dalga geçme san' atı

3



bayıldım!
*tenk yu lucy.

vavien

0

türk filmlerini kalkındırma kampanyası başlatmış gibiyim bu yıl neredeyse hepsini izliyorum. şimdiye kadar gittiklerimden mutlu ayrıldım hep fakat vavien için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. engin günaydın' ın senaryosu ve taylan biranderler yönetmenliğine sahip film aslında bence isim olarak düşünüldüğünde ilgi çekici. taylan biraderler' in küçük kıyamet' ini sevmiştim. engin günaydın senaryosu aslında tam olarak uykusuz' un ilk çıktığı zamandaki köşesindeki yazıların aynısı. böyle kafada bir tahta noksanmış imajı çiziliyor gibi. engin günaydın normal hayatta da ne zaman bir röpörtaj verse aynı hissi yaşıyorum. fazladan bir durgunluk. engin günaydın kendine o kadar gıcık bir karakter yazmış ki izlerken sinirimden çatlama noktasına geldim. hayatından son derece mutsuz, karısını ve çocuğunu sevmeyen bir adam. çılgın porno koleksiyonu ve aşık olduğu bir bar kadını mevcut, sibel ceylan. böyle bir çok erkek var. böyle bir çok türk erkeği var. engin günaydın' ın eşi rolünde binnur kaya. bu kadın nasıl bir insan, her rolde mi bu kadar başarılı olacak her rolde mi beni kıskandıracak? o kadar doğal ki, yanaklarını sıkasım var. binnur kaya da uyuz bir kocaya ve sıradan bir yaşam rağmen eşine olan sevgisi ile klasik bir türk kadını gibi. böyle bir çok kadın var. bölgenin vekilinin yanında çalışmakta, projelere yemekler hazırlamaktadır. vekil rolünde ise serra yılmaz. marjinal kitlenin aksine asla sevemediğim bir insan serra yılmaz. isterse 16 dil bilsin her yerde aynı oyunculuk aynı suratsız hareketler. bu filmde niye vardı kesinlikle çözemedim. vavien ismine gönderme yapılsın diye sanırım. vavien bir ışığın iki farklı anahtardan kapatılıp açılabilmesi anlamına gelmekteymiş. filmle alakasını çözenler beni de aydınlatsın. engin günaydın, eşini ve hayatını sevmediği için bir bar kadınının peşinden sürüklenen herhangi bir erkek rolünde. işin trajik yanı bu yolda karısının ölmesini isteyecek kadar gözü dönmüş durumda. bir planla karısını, saf dışı bırakmak amacında. bir yandan sibel'e kavuşacak bir yandan ailesi almanya' da olan ve düzenli para gönderilen karısının paralarına konacak. almanya' dan telefon konuşmasıyla filme dahil olan baba ve telefon dialogları çok başarılı, çok komik. film yer yer zaten çok komik. karısını yaptığı planla uçuruma da yolluyor ama bir müddet sonrası karısı geri geliyor. mukadderat?! hedefi paralara sahip olmak ve karısından kurtulmak olan engin amacına ulaşmak üzereyken karısı geri dönünce işler berbat oluyor. kadın, her türlü kötü davranışa maruz kalmasına rağmen ben hiçbir şey istemiyorum para istemiyorum ben seni istiyorum tadında. adamın zerre umrunda değil. ama binnur kaya bu sahnelerde yürek parçalayıcı. bir de çocukları var. bence filmin en güzel parçası bu ergen veletin üstünden ilerleyen kısmı. ergen ve hormonları üzerine baya bir şey izliyoruz ve en sonunda ergenin bir sevgilisi olduğunu öğrenen baba, artık oğlunu sevmeye başlıyor ve ta-tam. mutlu son. bu mudur yani enginciğim?!
*evet film tam olarak böyle bir film. bir tahtası eksik gibi. ben de öyle gibi yazdım. yazarken hissettim. filme ithafen öyle olmuş olsun.
*yazıyı yazarken dejavu olmuş olmam apayrı bir tat.

12/20/2009

anadolu' nun kapıları

3

nihat doğan malazgirt savaşına gönderme yapadursun, bu sohbet arasında bir çocukluk sanrısına uzanmamızı sağladı. ilkokulda malazgirt savaşı anlatılırken sürekli kullanılan bir tabir vardı; bu savaşla anadolu' nun kapıları türklere sonuna kadar açıldı. bu tasvir benim gözümde tamamen şöyle canlanırdı. evet kelimenin temel anlamıyla orada bir kapı var ve türkler o kapıyı böyle hurra açıyorlar. kapı çok büyük ihtimalle ahşap ve yanlamasına şeritlerle arkasından destekli. buna benzer kapılar yüzüklerin efendisi' nde bolca vardı. hatta böyle bir çok asker kocaman tomruklar ellerinde koşa koşa kapıya çarpıp kapının açılmasını sağlıyorlar. belki de tomrukların başında koç kafası figürü bile var. bilemiyorum.
*fotoğraf da islam eserleri müzesinden, kendim çekmiştim.

12/19/2009

1071m

8

benim adım orman falan bunlar yalan işler. asıl yıllardır beklediğim albüme kavuşuyorum. nihat doğan 1071 m albümü ile karşımızda. imaj danışmanı olarak kemal doğulu ile çalışan nihat' a allahtan akıl fikir diliyorum. türk - kürt kardeşliğinin başlangıcı olarak görülen malazgirt savaşına gönderme yapan bir albüm olacakmış. ben tarzını çok tuttum, kemal doğulu esintisi net şekilde görülürken içine bir tutam da rihanna katılmış.. (=

12/18/2009

benim adım orman

3


sonunda üzerine bir şeyler diyebilecek kadar dinlediğimi düşünüyorum albümü. öncelikle şunu söylemek istiyorum, şebnem ferah bu ülke için bir şanstır ve adını ağza alırken iki kere düşünmek gerekir. neden? çünkü şebnem ferah bu ülkenin en iyi söz yazarı mı? evet. bu ülkenin en iyi vokalisti mi? kesinlikle evet. ön sözü yaptıktan sonra geçiyorum benim adım orman'a. can kırıklarının üzerinden 4.5 yıla yakın bir süreç geçti bu demek oluyor ki herkesin beklentileri dorukta. çünkü bugüne kadar şebo' dan çıkmış işleri hepimiz biliyoruz. yazımın devamında şebo olarak bahsedeceğim izninizle. bu yüksek beklentiler karşısında albüm adını duyunca burun kıvıranlar çok oldu ve onlara demek istiyorum ki önce besmelenizi çektiniz mi?! albüm kapağını ben beğendim mi hayır beğenmedim, onun yerine sadece dışına geçmiş olan kartonet olsa her şey çok daha mükemmel olurdu. bu asıl kapakta şebo fazla rütuşlanmış. albümün iç kısım tasarımıyla ilgili de fazla karanlık olması gibi şikayetlerim var. özellikle ortadaki fotoğrafta suratı harika çıkmışken, yüzünün hafif bulanık olması beni üzdü. bu bulanıklık arkadaki şehri ön plana çıkarma amaçlı da olabilir, bilemiyorum. bu albüm için fazlaca kilo vermiş ve harika görünüyor tüm fotolarda.. albümü alıp dinlemeye başlıdığım ilk anda, öncelikle algılayamadım. ayrı ayrı şarkılar değil de büsbütün 60 dakikalık bir şarkıymış gibi geldi. kapağı ilk gördüğümde orman temasına vurgu yapılması bana loreena mckennit albümlerini anımsatmıştı, albümün bazı yerlerinde de mistik bir hava var. bunun önemli bir sebebi trompet, korno, flüt gibi çalgıların kullanılması diye düşünüyorum. ben o mistik havayı çok sevdim.
1-merhaba
son albümünü hoşçakal ile kapatan şebo bize merhaba diyor. gümbür gümbür bir şarkı "eğer olduğun gibi geleceksen, olduğum gibi seveceksen merhaba" diyor. "hayattan hayallerinden bahset, düşünden düşündüklerinden hepsini olmuş farz et" bu şarkı bana çok system of a down şarkılarındaki gaz hissi verdi, konserlerdeki atmosferin nasıl olabileceğini düşündüm, büyük ihtimalle giriş şarkısı olacak.
2-benim adım orman
albüme de adını vermiş olması itibariyle beklentim o kadar yülsekti ki itiraf ediyorum ilk dinleyişimde hayal kırıklığına uğradım. harika girdi sakin sakin, ama bir melodi eksikliği var gibi hissettim. fakat şimdi düşünüyorum da şarkının tek kusuru, albüme adını vermişken albümdeki en güzel şarkı olmaması! ama sözleri o kadar güzel ki, şebo' da ciddi bir nazım hikmet esinlenmesi hissediyorum. albümdeki parçaların sözlerinde yoğun bir orman teması hakim. bu şarkıdaki flütün hastasıyım sanırım.
3-yalnız
işte albümdeki beni ilk çarpan şarkı. sokak seslerinin kullanımı, akordeon, bozuk para sesi hepsi harika olmuş. o kadar güzel bir şarkı olmuş ki içimi burkuyor, hüzün doluyorum. albümün en güzel şarkısı olduğunu düşünmüşken, ilk klip parçası olduğunu öğrendim. kardelen geçiyor sözlerinde, artık kısa cümleler kuruyorum albümündeki oyunlar şarkısını hatırlatıyor bana " dikensiz gül olmaktansa, kardelen olurum" diyordu şebo. şimdi de diyor ki " her bahar öncesinde kardelene dönüşmeyi kopmayı koparılmayı anlat" - " karanlıkla dans etmeyi sonra ölmeye yatmayı kahpe dünyayı anlat" ölmeye yatmayı duyduğum ilk anda aklım yerinden çıkacak diye hissettim. ne kadar güzel tasvir ölmeye yatmak. şebo sen ne yaptın? " uzaklara dalıp gitme, gözlerin de dolmasın kimse böyle yalnız kalmasın"
4-istiklal caddesi kadar
"birisinin başka birinin aklında istiklal caddesi kadar yer etmesi". bir düşünün. çok gerçek. yine mükemmel sözler var fakat melodik eksiklik bu şarkıya ısınmamı engelliyor.
5-eski
işte istediğim şebo' ya çok yaklaşan şarkı. hafif bir müzik ve harika sesi. muhteşem sözler. orman teması bu şarkıya da dokunuyor diyor ki " sen nasıl başardın? yüzyıllık ağaç gibisin. nasıl böyle kaldın? yoksa sen de sadece öyle duranlardan mısın?" büyürken eskimeyen, eskise de değerlenen.. eskise de değerlenen bir şey ne kadar kıymetlidir dimi?! zamanında mayın tarlası' nı seven herkes bu şarkıyı da sevecek diye düşünmekteyim.
6-mahalle
rock yönü ağır basan şarkı albümün ağır abilerinden. bana fazlasıyla mimarlığı anımsattı. "kalbimin topraklarına mezarlar kazdın, her birinin üstüne gökdelenler koydun. aklımın yapraklarını bir bir kopardın. binaların üst katlarına süslü teraslar yaptın" orman etkisi yine gösteriyor kendini. ve de diyor ki doğru yolu ararkan kim bilir ben kaç kalp kırdım? düşündürtüyor insana kaç kalp kırmış olabileceğini..
7-ateşe yakın
bir gitar ve bir tutam şebo sesi. "bir kayık iki kürek, ay parlak asil yürek. biraz rakı biraz azık. belki hayat bu demek". niye bu kadar sorguluyoruz ki?!
8-serapmış
işte şebo' nun alıp başını gittiği şarkı. "tüm doğru bildiklerim asfalta akmış, hepsi serapmış" . sözler özellikle çok güzel ama ben nakaratına bayıldım bu şarkının. çok güzel. " gölgesinden sıkılmış söğüt" . hayatından her gün sıkılan insanlara gelsin. misal bana.
9-insanlık
şebo insanlıktan ümidi kesmiş, ormandık kül olduk diyor. girişteki trompetin ve şarkıya kattığı havanın hastasıyım.
10-bazı aşklar
albümde en az sevdiğim şarkı bazı aşklar oldu. bir piyano eşliğinde geçiyor tamam ama bir melodisi yok şarkının.yarım kalan aşkları küskün aşkları anlatıyor. hiç olmasa mı acaba.
11-uçurtma
bu şarkıdaki karanlık havayı ve nakarata yakın kısımlardaki gitar riffine bayıldım. " ben en güzel şarkımı henüz yazmadım " diyor şebo ki bana n. hikmet etkisini en çok hissettiren söz oldu.
12-eski 2
baştaki eskinin bir de akustik hali var. tam istediğim gibi sakin bir gitar,bir adet şebo ve harika sözler. çok seviyorum bu şarkıyı ben. sıradan bir gün için dua etmek.. öyle günler oluyor ki sıradanlığı arıyor insan.

sonuç olarak evet en iyi şebnem ferah albümü olmayabilir, biraz başka bir şeylere geçiş gibi olabilir ama şebnem ferah' ı ne için dinlediğine iyi karar vermek lazım. yepyeni şeyler mi bekliyorduk, yoksa çok büyük bir tarz değişikliği mi? hayır. albümün ilk dinleyişte hissettirdiği şeyleri bir kenara koyun ve bir şans verin. ben şebo' dan böyle şeyler duymayı seviyorum zaten. hala diyorum ki şebnem ferah bu ülke için bir şanstır!

12/17/2009

hüzün

0


aklıma ne geldi. hani pokemonda tam charizard ehlileşirdi, ash' le aralarındaki münasebet güzelleşirdi bundan sonra ash' ın sözünü dinleyecek olurdu işte o zaman yeniden ilk bölümden itibaren göstermeye başlarlardı ya pokemonu. ne çok üzülürdüm. her seferinde bu sefer öyle olmayacak diye inanırdım bir bakardım ve..hüsran. şu an yarınki jüri için de bu kadar üzgünüm sevgili okur, bunu sen de yaşadıysan her seferinde; hislerimi iyi anladın biliyorum.

12/15/2009

fark var

1

-ciddi anlamda meraklıyım, eğer ceza bu şarkıyı yapmasaydı türk medyası dizileri neyden beslenecekti. dizilerin müziği ne olacaktı, birbirine laf sokmak isteyen ortaya fark koymaya çalışan birinin magazin haberi verilirken arkaya hangi şarkı konacaktı.

-her 29 ekim sonrasında metroya yarışma fotoları ve kazanan fotolar konuyor. her biri o kadar birbirinin aynısı ki resmen anlamsız. havai fişekler ve çoşku. karanlıkta tekneler, ortaköy camii. köprüler ve ışıkları. hep aynı hep aynı.

-tiplerini bilmediğim müzik gruplarını dinlerken solist gözümde hep birileriyle canlanır. mesela diyelim portishead. bu grubun solisti benim gözümde judie foster, hep o söylüyor aklımda. ne alakasız ne temelsiz, hiçbir şeye dayanmıyor. mesela santigold, bu hanım kızımızın şarkılarını da gossip girl' den vanessa söylüyor benim için. çocukken de süper baba' nın jenerik müziği benim gözümde sevinç erbulak söylerdi, hep öyle gelirdi.
- bu adama dikkat çekesim var. ahmet mümtaz taylan. adını sen koy' da ılgaz'ın ağabeyi rolünde öyle bir oynuyor ki izlerken keyiften dört köşe oldum. bugüne kadar nerelerdeydin sen dedim. çok komik çok duygusal. çok başka. film de güzel. afişine giydirmiştim ama filmden mutlu çıktım. acaba dedim. olur böyle şeyler hayatta dedim. bir bakmışsın en yakın arkadaşının kız arkadaşına aşık olmuşşun. kimsenin başına gelmemesini diliyorum. hayat zaten yeterince zor, birisini seçmek gibi olaylarla yükümüz artmasın.

-aralık ayı ne zor geçiyor. proje umutsuz, sabahları uyanamıyorum çerez derslere gidemiyorum. türkçe dersleri sabaha konmamalıymış bunu yaşayarak öğrendim çünkü gidilemiyor. çünkü ben sabahları bir şekilde kendime mantıklı sebepler bulup gitmemek için kendimi ikna edebiliyorum.

-ev arkadaşımın misafirleri var. şu an ev arkadaşım doğuş' u nasıl seviyorsun diye sordu. zira şu an mutfakta doğuş çalıyor. çocuğun cevabı da bu adamlar olmazsa ben yaşayamam oldu. doğuş' un birileri için bu kadar değerli olduğunu öğrendim ya, hayatım şu andan itibaren daha farklı. daha 3 boyutlu.

12/13/2009

çok soğuk

1


havanın bir anda bu kadar soğumasına melis birkan gibi sahte sahte şaşırasım var. a-aaooaa!

12/10/2009

88

2

-içine dahil olduğum neslin yeganeliğine her seferinde gönülden inanıyorum. olabilecek her türlü cins insan bir araya toplanıp, abi doğuyoruz demiş ve bugünlere gelinmiş. ne zaman birine ilkokulda pavırrencırscılık oynadığımızdan bahsetmeye kalksam illa ki onların da oynamış olduğunu öğreniyorum. bunu illa öğrenmek gerekmez tabi o dönemin çocukları o zaman ne izliyorsa onun etkisi altında olacak da; bu aynılık bambaşka bir aynılık, oyunun şekli metotlar da aynıymış. genelde biraz daha baskın tipler rangers oluyor ( ayıptır söylemesi ben hep yeşil ranger olurdum), kızlar arasında da tabi ki sınıfın ecesi, cansusu pembe, sarı rencır olurken diğer kızlar ve geri plandaki çocuklar anca pati patrol olabiliyorlar. pati patrol' ler ne salaktı değil mi? bu arada ece ve cansu' dan kastımı anladığınızı yalnızca tahmin etmiyorum, neredeyse emin gibiyim. göğüslerine vurunca ölürdü pati patroller. şimdi bunların böyle bir tüp içinde görev aldıklarını bir başları vardı. (head manager) işte benim gözümde çocukken allah öyle bir şey olarak canlanırdı. yeşil; nam-ı diğer johhny, robotunu grennesaur diye çağırırdı diye hatırlıyorum diğer hatırladığım ise sarının kendisininki çağırırken seyburtut kaplanı demesiydi. rangerslarımız sonradan ninjalık mertebesine erişmişlerdi. sonra bir yerde bizim zamanımızdaki pempe ranger kimberly' nin trafik kazasında öldüğünü öğrenip kahrolmuştum. ama ona gelmeden önce beni asıl kahreden olay, yeşil ranger' ın hayatının bir mumun yanıp tükenmesi sürecine bağlanması ve sonunda ölmesiydi. sonrasında beyaz ranger olarak dönmüştü ve ben de tabi ki pavırrencırscılık oyunununda artık beyaz ranger' dım. şimdi bunları hiçbir yere bakmadan hatırladığım kadarıyla yazdım, gayet yanlış hatırladıklarım olabilir. ama pavırrencırscılık nedir allah aşkına, öğretmenlerimiz bizim için üzülmüş müdür zamanında çok merak ediyorum.

-çocukluk oyunlarımızdan devam edesim var çok. ilerleyen yıllarda biz"mor menekşe menekşe bizden size kim düşe" diye çılgın bir oyun oynuyorduk. allahım bu oyun için ciddi anlamda çıldırıyordum. böyle iki grup olunurdu. ondan sonra eller sıkı sıkıya tutulur, karşı taraftan bir kişi koşa koşa gelir, o iki tutuşan eli delip geçmeye çalışır; geçebilirse açtığı ellerden birini kendi ekibine götürürdü aksi takdirde de kendisi o gruba dahil olurdu. cidden hafife alınmasın deli güzel oyundu bu. tabi ki genelde hep aynı gruplar olur kimin iyi olduğu bilinir, içten içe onlar gruba alınmak istenirdi.

-bir de dansa davet vardı ki aman allahım resmen büyüdüm de küçüldümcülük. böyle bir şarkı mı ne söylenir o bitince sırayla herkes eş olmak istediği karşı cinse yönelirdi. teklif edilen karşı cins ya kabul eder ya da dalga geçerdi. sonra eşleşenler böyle bir sıra halinde yan yana gelir diagonal bir şekilde el ele tutuşur, eş olamayan çürük elmaları o sıranın içinden geçerip sırtlarına vurularak yalnızlıkları bir kez daha vurgulanırdı. öyle değil miydi?! yoksa ben oc' de mi okudum ilkokulu?!

-microsot outlook. tek işlevinin bana hayatı zorlaştırmak olduğunu çok iyi biliyorum. internetten resmi kaydedeceğime; aceleyle elim bir alttaki, sana eriştiren butona kayıyor ve.. her seferinde aynı hüzün. bir an önce seni kapatacağım anın gelmesini beklemek zorunda kalıyorum. sevmiyorum seni outlook, bedsin,garasın, gaknemsin!

-son olarak nemlenmeyen el avlusu icat edilsin ya da nem tutmayan, bilemiyorum. çok üzülüyorum.

12/09/2009

beklenen

4

16aralık 2009. sebnem ferah.yeni. ilaç gibi bir albüm olsa.artık kısa cümleler kuruyorum gibi olsa. sadece vokali ve bir de gitar olsa. içinde bir tane daha bugün gibi bir şarkı olsa. isim beklediğimden çok farklı, sevdim mi bilemedim. vardır bir desteği, boş iş yapmaz şebo.
bu da şimdilik bahsedilen albüm kapağı. doğrusu, ne bekliyor bizi aşırı meraktayım!

12/08/2009

plastik

2

"ama yalanım yok, kıskancım birazcık da huysuzum. sana yan bakanın gözlerini oymazsam namussuzum" ( dudaklar ortaya toplanık, büzüşük, hafif tömbeltilmiş şekilde)

dünya üzerinde en nefret ettiğim şeylerden birisi sanırım delikanlı kadın imajı. bunlardan birincisi tabi ki seda bacımız. sonuçta ülkemizin en güvenilir insanı. halk seçmiş. kim bu halk allah aşkına aşırı meraklanıyorum bu konuda. o halk ben değilim. çevremdeki insanların da pek halk gibi bir halleri yok. televizyonda diyorlar ya hani "ona halk karar verecek" ya da "karar halkın". o zaman kararı kendisinde hisseden var mı hiç aranızda. çok mu uzaylı kaldık biz. diyor ki dün televizyonda, ibrahim' in suratında o hüznü gördüm ya memedali benim için bitmiştir diyor. ibrahim?! memedali?! evet aklınıza ilk gelen insanlar. ibrahim tatlıses bunları barıştırmaya çalışmış programında ama mali kabul etmemiş. ibo' nun suratındaki hüzün bitirmiş seda bacımızı. bundan sonra annem bile dese, onunla barış dese asla barışmam; benim için bitmiştir diyor. böyle kocaman kocaman konuşuyor. adımı anmasın bir daha sataşmasın bana diyor. ben onun üzerinden prim yapıyor muyum diyor. dudakları yanakları o kadar plastik ki hipnoz oldum izlerken. bize ne? sen kimsin? seda sayan' ı gördüğüm zaman aklıma gelen iki kelime var; at ve plastik. bir insan ne kadar plastik olabilir sorusunun cevabının yaşayan örneği. ama şey demeyi ihmal etmiyor, yiğidi öldür hakkını yeme; memedali bu ülkenin en iyi iki şovmeninden biridir, diğeri de acun diyor. acun şovmen mi ki yapımcı gibi bir şey sandımdı ben onu. nerden bu özgüven? çünkü kadın. en kadın o. en delikanlı kadın o. memedali zamanında onun için bir üçüncü erkek kardeşmiş ama artık annesi istese bile barışmazmış. suratında öyle bir ciddiyet var ki sanırsınız birazdan şahlanacak, dört nala gidecek. daha önce de bahsetmiştim o pepsi reklamındaki gördüğümüz beyaz saray yavrusu kendisininmiş. neden onun. çünkü en güvenilirimiz o. ordan seslenmeli bize. biz, girişi kolonlarla vurgulanmamış evlerimizde yaşayarak onun anıtsal girişe ya da balkona sahip eviyle aramızdaki farkı biraz daha hissedebilmeliyiz. bunun diğer eşleniği de ebru gündeş. böyle kodu mu oturtacak. harbi delikanlı abla. bön söçülmöm söçörüm diyor. boru değil.

not: at, dünyadaki en güzel hayvan bence. yanlış olmasın.

12/07/2009

çok ayıp

4


az önce internet yine göçtü. tv' de yıldo vardı. önder turacı ile uğraşıyorlardı. futbolla pek ilgisi olmayanlar için biraz bahsedeyim bu fenerbahçeli futbolcu bir insan. bu hafta oynayacakları maçtan önceki gece bileğini kestiğini öğrendik. olayın asıl tuhaf yanı, bileğini gece 12' den sonra kesmiş olması. şimdi efendim özel hayat, herkesin özeli. isteyen istediği gibi fantezi yapabilir coşabilir bizi ilgilendirmez. ama göz önünde olan bir futbolcu için oldukça dalga geçilesi düşünceler yaratıyor bu durum. kimse daha masum şeylere inandıramaz beni. yıldo da diyor ki ' bizim zamanımızda ip vardı, o daha masumdu'.

12/06/2009

adabenayrılmakistiyorum

2

iyi halt ediyorsun. kimse için emek harcamamak konusunda artık özgürsün! bütün akşam uyudum. bir haftadır hasta olmamak için direnir vaziyetteyim. halbuki şimdiye kadar direnmeyip hastalığı kabul etmiş olsaydım şimdiye iyileşme evresine bile geçmiş olacaktım. saat 3'e geliyor, bir sıkıntılı pazara daha uyanmaya az kaldı. disko kralı patlak bilgisayar hoparlörü gibi patır patır, cızır cızır sesler çıkarıyor. aşka bu kadar uzak bir insan olduğum için, hiç aşık olmamış olduğum için ciddi anlamda sorunlu olabilirim ya da bazı yerlerim yanlış çalışıyor olabilir. hasta olduğun anlar tam anlamıyla bir gelecek provası gibi sanki. ada' dan ayrılmışsın ( belki de hiç olmamış), annene uzaksın, saçma bir dünyada kaybolmuş ya da kaybolmaya yüz tutmak üzeresin üstüne bir tek banyoda kalmış diş fırçalığının yere düşüp kırılması ile meydana çıkan tırnak makasını görmen eksik. üstelik, ıssız bile aşık olmuştu ki o tırnak makası ondan ağlatmıştı onu o kadar. önceden evde yalnız oturmaya bayılan bir insandım ben, şimdi yine oturuyorum evde yalnız ama günlük rutinler daha büyük görünüyor gözüme. hastalık pskolojisi ne kadar karanlıkmış ki bana gelecek provası bile yaptırdı. gözümde oluşan manzara; şimdi böyle hastayım artık bir çorba mı içmem gerekecek neyse kalkıp yapıyorum kendime sonra yine bulaşık çıktı diye geriliyorum ki, tanrıdan en büyük dileğim o güne kadar bulaşık makinesi alabilecek kadar birikim yapmış olabilmek, o zaman çok büyük sorun olmaz istediğim kadar coşabilirim nasıl olsa bulaşığı ben yıkamak zorunda değilim diye, sonra yine odama geçiyorum çalışmamak için türlü bahaneler ( o zaman da akşamları çalışmak zorunda olcak mıyım? töbe bismillah..) olur mu olur ben yine milyon tane diziyi ön sıraya çekiyorum, milyon kez facebook' a tıklıyorum, sonra tekrar bloga bakıyorum bir şey yazan olmuş mu diye, sonra uykum geldi benim sabah yaparım ki diye uyuyorum yeniden. ada, sadece hasta olduğun anda gerekli değil dostum dediğinizi duyar gibiyim; ki haklısınız ama ben olayın duygusal boyutundan ümidimi keseli çok olduğu için olaya biraz daha mantık çerçevesinde bakar oldum.
*tırnak makası mıydı o?! yazdıktan sonra emin olamadım.

-odobönoyrulmoküstüyorom.
-ya ben burda 5 dk önce kiminle öpüştüm ya
-ya ben bu sarmaları niye yiyorum ya. hala yiyorum ya.

12/05/2009

çalsaydınız

3

çok haklarını yemek istemiyorum sonuçta, turuncunun içine bir parça daha fazla kırmızı katmışlar.

12/04/2009

7 farkı bulalım

3

kenan erçetingöz' ü ne zaman görsem aklıma tembel hayvan geliyor. isteksizliği, böyle bir nerden geldim ben buraya, hadi gidelim havası buram buram geçiyor insana ekrandan.

* gerekli mi gereksiz mi bilemedim ama; tembel hayvan fotoğrafı ararken manyak bilgiler edindim. sürekli ağaca asılı oldukları için tüyleri diğer canlılarınkine ters yönde ( doğal yani-yerçekimine terssin sonuçta) çıkıyormuş ve iç organlarının yerleri de farklıymış.


bu da pirelli 2010 takviminden. o yaratığa sarılmam için ciddi para almam lazım gelir bu da bariz bir gerçek. bir de çıplak. peki.

12/03/2009

biz tuğçe san' ı atlatmış milletiz ve hafızam

4

-yalan mı? neydi o kadın öyle. yılanıyla çıkardı hani. kendisi yılanından daha yılandı. tuğçee sannn geliyoooorrrr diye çıkıçıkıverirdi her yerde. zor günlerdi çok. allahtan amerikalı bir koca bulmuş.

- düşünüyorum bulamıyorum. bu devirde tesbih nedir yahu?! şu delikanlıların elindekiler ama. ne yapıyorsunuz arkadaşım, vuracağım hepinizin eline ama. biliyorum arkadaşım sen o, dostunu gördüğünde kafatasının alın bölgesinin sağ üst köşesini, dostuna tokuşturan insansın. çok yanlış yoldasın. bilesin.

-latince öğrenecektim, yatınca öğrenemedim. okuduğum günden beri yiğit özgür' ün bu cümlesi aklımdan çıkmıyor. hayatımın özeti gibi mi sanki acaba.

-hafızayla ilgili ciddi problemlerim var. daha önce de bahsetmiştim. gerekli gereksiz her şey aklımın içinde. ( bu noktada dersleri ayrı tutuyorum zira onlar çok rahat uçup gidebiliyor) . efendim, bu gereksiz hafıza olup olmayacak her şeyi ama her şeyi hatırlıyor. yalnız kendinden adı soyadı şeklinde bahseden insan cümlesi kurdum az önce. fark etmediyseniz ben sokayım gözünüze. lisede yatılı kalan bir insandım ben ve yatakhanedeki insanlar sınav notlarını bana sorarlardı bir sonraki sınav öncesinde. daha çarpıcı bir örneği olamaz sanırım. biraz da hafif gözlemci bir yönünüz varsa bu hafıza olayı çok sıkıntı yaratıyor. şimdi lisemizde bir çocuk vardı. çok uslu bir çocuktu. altın saat takardı 14 yaşında. o kadar usluydu. ama şimdi ne yapıyor. harley deyvidsıncı oldu. o çılgınlık senin bu çılgınlık benim koşuyor. ama ben biliyorum onun o mülayim hallerini, üniversitede yeni tanıştığı insanları ' ben hep böyleydim abi ' tadında kandırabilir ama beni asla. amman ne mühim. neyse burdan geleceğim konu şudur ki bir insanın bana anlattığı şeyi çoğu zaman sonrasında daha farklı şekillerde anlattığına da tanık oldum. yeni bir ortama girilince kötü yönlerinizi biraz saklamak istersiniz ya hani, daha çok nasıl bir insan olmak istiyorsanız o yönde bir çizgi çizersiniz. ama bir yerlerde çok kuvvetli değil azıcık da olsa kuvvetli hafızası olan bir insan varsa sürekli eskiden/ yeniden nasıldı karşılaştırmasına uğrarsınız, söyleyeyim. bu hafıza problemi eğer küçük, anlık unutkanlıklar yaşarsa işte asıl sıkıntı o zaman meydana geliyor. yazın, arkadaşımda kalırken gece 2' de kafa bir milyon vaziyette, asuman krause' nin kukla adlı şarkısının melodisini hatırlayamayıp cinnet geçirmişliğimiz vardır. evde internet olsa hemen çözülebilecek bir problem dert değil ama yoksa ve gece saçma bir saatse kimseyi arayamıyorsanız, dev sıçtınız demektir. bunu yazmak nerden aklıma geldi, çünkü bugün de özgün' ün çok gerekli eseri şeytan' ı hatırlayamayınca yaşadık. olmaz. illa bulunacak. yoksa bana rahat yok.

-tanıştırayım bu da marjinal olmanın ön şartı. hele ki mimarlık okuyorsanız, bunu 1. sınıfta illa ki en az bir kere takmanız lazım yoksa yeterince farklı olunamıyormuş; öyle duydum. başbakan olursam kampanyamda gri erkek eşofman altına eklenen bir diğer toplatma kampanyası da bu olur muhtemelen.

-gri erkek eşofman altına duyduğum sevgisizliğe, şık sevgisizlikler, şık yorumlarla eklenmişti. okumadıysanız bunlar neler miydi?! alt- üst takım eşofman giymek. bir diğeri ise alta eşofman altı giymek ( tercihen adidas, yanları yaldızlı sarı) üstüne abiye tadında ciddi bir şeyler giymekti. çekinmeden bunlara bir 4. ekliyorum efendim. alt- üst aynı renk kot ceket ve pantolonu giymek.

12/02/2009

kıçınızı tekmelerim ama iyi hissedersiniz

0

merhaba,
ben Nip/ Tuck. hala da yayınlanmakta olan en cesur, en güzel, en görsel diziyim. öptüm.