4/03/2010

dilim şişmiş


"bir bloggerin tutarlılığı zaman içinde belli olur." gibi hande yener kafasında iddialı açıklamalar yapmak istiyorum blog. ama yazarken bile bir fena oluyor içim. insanlar bu hadlerinden büyük lafları nasıl ederler, ettikten sonra nasıl piyasaya ya da dış dünyaya sunarlar kesinlikle anlayabilmiş değilmiş. bazen çok kısır dönemlerden geçiyorum. bu da o süreçlerden biri sanki. ya da değil bilemiyorum. bir şekilde beslenmem lazım. ama jüriye çıktım bu hafta, ondan mazur görülebilirim gibi.

jüride gördüm ki bu mesleğe sahip insanların, kendinden önce yanlarında hatta önlerinde yürüyen bir egoları mevcut. her türlü konuşma bir yerden sonra ego savaşına dönüşmeye başlıyor. daha öncelerde de söylediğim gibi mimarlığı kıyafet gibi giyenler var. ben sanatçıyım modunda gezmeyi çok seviyorlar. bir de çok gerçekçiler var. ama belki de en kötüsü, hangi safta olduğunu bilememek. yumurtaya can veren rabbim izin verirse bir gün, ben de nerede olduğuma karar vereceğim.

jüride gelen doğa ya da doğal olan nedir? sorusu karşısında koskoca bir grup kalakaldık. neden, bilinmez. insan, aslında çok hakim olduğu veya bir şekilde sürekli kullandığı şeyleri tanımlamaya gelince mallıyor gibi.

ya da yine egosu devreye giriyor gibi. söylediğim şey bir şekilde karşıt fikire denk gelirse ne olur kaygısına düşüyor gibi.

bir yandan da her şeyin belli tekniği ya da yazılmamış bile olsa kuralları olması, illa bir zorunluluk mu bilemedim. fotoğraf çekmeye bile kalksan bir sürü kural geliyor karşına. ordan nefes alsın, burdan şöyle olsun.

öte yandan, uyanma benim için en problem unsurlardan biri olma inadını sürdürmekte. şöyle ki, gece yatmadan önce alarm kuruyorum diyelim. alarmı kurdum ve o menüden çıktım. kesinlikle emin olamam dönüp 2-3 kez bakarım. alarmı etkinleştirmiş miyim diye. telefon titreşimdeyse ya da sessizdeyse ya da kapalıysa alarm kurunca, alarmın çalacağını %100 biliyor olsam bile telefonu yüksek ses moduna getirmeden uykuya dalamam. telefonunun şarjı bitmeye yakınsa ve sabah erken çıkacaksam, yani telefonumu şarj etmem gerekliliğini biliyorsam, telefonu şarja takmayacağım kesindir. çünkü her ne kadar alarmın, şarja takılıyken de çalıştığını bilsem de aklım bir şekilde beni çalmayacağına ikna eder ve kabullenirim.

mod demişken, matematikta en sinir olduğum konulardan biri mod hesabıydı. asla ısınamamıştım. bir şeye karşı soğuklama yaşadıysam da geri dönüşü zordur. ısınamamakta ısrarcıyımdır. hemşirenin ilk nöbeti kırmızı ayın 15'inde ise, 3. nöbetinin ne zamana denk geleceğine mod hesabı olarak yaklaşamam. oturur ilkel düşünürüm, parmak hesabı yaparım. öss' de bile yaptım. yapmadığım şey değil yani. I hate mod hesabı.

ne zaman öss muabbeti açılsa herkesin anlatacağı o kadar şey oluyor ki, asla tüketemiyoruz o konuyu. düşününce insan pskolojisine direk tecavüz eden bu olayın, bu anıları yaratması çok da imkansız bir şey değil ama benim girdiğim çetin çeviz öss'nin en en en saçma sorusunu kimse kesinlikle unutamıyor. unutulacak gibi de değil.

5-(-2+3) =?
keto-enol tautomerisi öğrettiğin insanlara, bu soruyu sormaya kalkarsan o insanlar, afallar. eksiyi parantezin içine dağıtmaya kadar bile götürür olayı. yaşanmadı da değil.

geleceğe dair çok net planları olan insanlardan çok çekiniyorum. belki çekinmiyorum özeniyorum. yok ya direk çekiniyorum. inşallah hiçbiri olmadan 2 sene içinde çoluğa çocuğa karışırlar diyorum içimden. baane?!

öte yandan da sonunda Alice in Wonderland'i izledim. genel kanıya tezat düşmeyen fikirlerle çıktım. filmde ağır bir tempo sorunu var. bir türlü içine dahil olamadım. belki de başroldeki kızın yirmi yaşında olması fikrine alışamamış olmamdı sebep bilmiyorum. belki de kızın bir nevi atiye, ya da gywneth paltrow olmasıydı sebep. öte yandan salonun çocuklarla olması düşündürücüydü. ki film asla çocuk filmi değildi. sürekli göze giren iğneler beni bile tedirgin etti ki fazlası da mevcuttu. kırmızı kraliçe filmin en başarılısı hatta başını alıp gitmiş şeyiydi ki helena bonham carter' ın altına elini sokup da başarı ile kaldıramayacağı bir şey olamayacağını bir kez daha idrak etmiş oldum. ayaklarımın altına sıcak domuz karnı.
johhny depp de bu filmde olmasa da oluru gibiydi sanki. yemek masası başındaki sahneleri, hariç tutuyorum bu noktada. alice' in sonunda gerçek hayatına dönüp, bir anda işletme profesörü kesilmesi ise tam anlamıyla klişeler klişesiydi. bi siktir git derler adama. tim burton, sweeney todd ile düşüşe geçen kariyerinde bir adım daha geriye gitmiş gibi gönüyor. gönül ister ki big fish ya da beetle juice performansına geri dönsün. ama sonuçta bir yönetmenin tutarlılığını da zaman belirler. keh keh.

salondaki çocuk kitlesi demişken yanımdaki iki veletten bahsetmeden geçemeyeceğim. bir kaç yaşında olan hatta belki de 2000+ doğumlu bu iki insan, tüm film boyunca konuştular. film esnasında ve arada facebook durum güncellemelerini sinemada oldukları ve hangi filmi seyrediyor oldukları konusunda bilgilendirerek gerçekleştirdiler. tabi ki iphone' ları ile via mobile olarak. bir yandan da ikinci kolalarını pıtz diye açmışlardı. tamam ben de keyif düşkünüyüm kabul, ama bu insanlar otuz beş yaşına geldiklerinde neyle tatmin olacaklar bilinmez, kestirilemez. nerde 0 2010'lar yapacaklar mı yani, 2000'ler 2010'lar partiler ya da. ya serdar ortaç vardı oğlum, 7 nota ile kaç farklı melodi yapılır ki zaten demişti ya. abi 2000'ler başkaydı mı diyecekler.

facebook ise gün geçmiyor ki süprizleriyle gündemimizde yer almasın. benim kendi profilimin, çok kendine has bir özelliği var. okey oyna' nın fanı olmam konusunda biraz ısrarcı. hatta bazen hızını alamıyor 2 kez üst üste hayran oluyor. beni daha az tanıyan ekli arkadaşlarım neler düşünecek ayol. bu çocuk okey aşkıyla kudurmuş diyecekler vallahi. oysa ki fan olurken en az iki kez düşünen insanım. şekilci olmak zor kardeş. belki de bu bir hacker işi, bilinmez. ama ne tür bir çıkarla, bir hacker böyle bir işe girişir o daha da bilinmez. anlaşılması zor. fan yaptığı kişi başına yüzde mi alıyor nedir. hayır bu kadar gelir getiren bir şeyse, tamam kalsın fanlığım. bir insanın boğazına gitsin o kazanç.

-bir yiyecek kaldığı zaman, anneme hayran olmamı sağlayan sevgi dolu cümle. atılacağına insan boğazına gitsin. bence kızlar anne olacakları için çok şanslılar.

bir de bize bakın. baba. babayı almak deyişine konu olmuş bir sıfatız. henüz değiliz de olacağız. tamam baba da candır ama yani kabul edersiniz ki anne başkadır. anne her zaman babayı çok rahat geçer. hatta çoğu zaman tur bindirdiği bile olur. hatta rahatça şampiyon belli ikinci kim? deme özgüvenindedir.

daha öncelerde de söylediğim gibi, kontrollü özgüven bana çok çekici geliyor. altı boş olmayacak ama.

google cidden, her google.com.tr' ye tıkladığımızda para kazanıyor mu öğrenmeyi çok istiyorum. şöyle ki rayting olayı hakkında bilgim olmadığı zamanlarda ben, televizyon başından başka bir yere gideceksem kanalı hep ntv'de falan bırakırdım. sanki her televizyondan algılanabilir bir şeymiş gibi düşünürdüm. ntv çok saygı duyduğum bir kanal olduğu için başkası para kazanacığına tabi ki onlar kazanır derdim içten içte. -adalet anlayışına gel- adeta bir robin hood.

allah aşkına bu rayting cihazları kimin evlerine bağlı. ben meraklı bir insanım ve gereksiz şeylere olan ilgi duyma özelliğimden dolayı bunu da çılgınlar gibi merak ediyorum. beni aydınlatsınlar lütfen. valla çıplak sevişenler var rahatsız oluyorum. kim bu ahlaksız programların yayında kalmasını sağlayan insanlar kardeşim.

bir ara facebook'ta her gün 1 yeni bilgi :) hayranlık sitesine fan olma furyası vardı. haber kaynağınızdan görmüşünüzdür canlarım. sonrasında ise çeşitleri türedi baya. zrenzjiim' den öğrendiğime bir türev ve bana göre en bombası olan her gün bir yeni apaçi sayfasına bir göz atmanızı dilerim sizden nacizane. işte o zaman hayatınız biraz daha anlam kazanacak, mutlu olmak için nerelerde eksik yaptığınıza dair bir nebze de olsa bilgi edineceksiniz. karakterlerle olsun, tarzlarla olsun tek insanlara dönüşeceksiniz.

"yalnız benim çok kötü bir özelliğim var. gerçekten çok kötü bir özellik. o da aşırı dürüst olmam." işte bu tip talihsiz açıklamalar yapan insanlar var bir sürü. sürüsüne bereket. yani arzu hanım, benim gerçekten önüne geçemediğim bir özelliğim var yavru köpeklere tecavüz ediyorum. diyor sanırsınız. işte güya bize ironi yapıyor. çakal. öyle etkiliyor bizi. yani o kadar dürüstüm ki bazen başıma çok büyük sıkıntı oluyor diyor. yalan söylemem gereken durumlar oluyor ama işte kahretsin o kadar dürüstüm ki pembe yalanlar bile söyleyemiyorum diyor. içim el vermiyor; yani çok kötü bir özellik biliyorum ama, napayım ben böyleyim diyor. ya bi siktir git derler, aforoz verirler adama.

hayat bu belli olmuyor. her an zevkleri değişebiliyor insanın. ben de yaşadım zamanında ıyk o ne be hayatta dinlemem, giymem, yapmam etmem şeklindeki iddialı açıklamalarıma tezat eylemlerde bulunduğum şeyler. ama bu bilinçliliğin son derece farkında olmama rağmen, şunu can-ı gönülden söyleyebilirim ki; şövalye yüzüklerinden nefret ediyorum. dünyanın bütün şövalye yüzükleri' nden* diyorum. yani bir de bu adam, dikkatsiz bir iş yapmaz. eminim bu yüzüğü bariz bir şekilde takmış olmasının da belli bir amacı vardır. ama olmamış işte arkadaşım. çirrrrkin! bir de meyil adresim sensin kelime oyunu var ki, en az benim adım orman kadar zorlama.

0 confession: