10/09/2009

Karanlıktakiler


sonunda izlediğim film hakkında yazıp yazmama konusunda ciddi tereddütlerim var. bu kasvet dolu dönemde, sinemaya biraz kafa dağıtmak için gidilebilecek bir film asla değil. çağan ırmak' ın artık bambaşka insanlarla çalışmış olması ayrı bir sevinç kaynağı. anlatmak istenen çok güzelken; hayattan, hayatlardan yalnızca bir kesit sunmak isteyen filmin mükemmel başrol oyunculukları dışında aksıyan bir yönü oyunculuklar olmuş sanki. daha önceki duyumuma göre annem- oğlum çerçevesinde olacağını bildiğim film, yer yer içimi fazlasıyla acıttı. anne rolüyle karşımızda olan meral çetinkaya önünde saygı ve sevgiyle eğilmek istedim. yalnız filmin başından itibaren sürekli annenin neden bu derece huysuz olduğunun travmatik bir geçmişle anlatılacağından emin gibiydim. evet, çevremizde sevmediğimiz insanlar olabilir ama onları sorgulamadan ya da sevmeden önce neler yaşamış olabileceklerini bir nebze de olsa aklımıza getirmeli miyiz? direk yargılamadan önce.. bilmiyorum. gülseren' in annesi ve çevresinin oyunculukları çok çiğ geldi bu sebeple o travmatik olay bile yeterince çarpmadı beni; yalnız belki de bunnun sebebi başından böyle bir şey olabileceğini kestirmiş olmamdır. filmdeki esrar sahnesi ve güttüğü amaç dakikalarca gülmeme sebep oldu fakat sinemadaki insanların aşırı tepkisiz kalmış olması da tuhafıma gitmedi değil.
egemen'in "bunun cesaret vermesi gerekiyormuş, gelmedi mi cesaret?!" lafı, esrar sahnesini çok güzel bir nihayete erdirdi. filmde küçücük ama çok tatlı ayrıntılar vardı özellikle televizyonun son derece özensiz bir kılçık antenden gelen kasvetli ve net olmayan görüntüsü, gülseren' in sigarasını rasgele söndürmesi..
son olarak o iyi görünüşlü fakat hain teyzeye sözler hazırladım. beni çok yıprattı. hayınsın, hayınsın, hayınsın! bazen el denilen insanlar en yakınlarından daha yakındır insana.

0 confession: