3/01/2010

The Lovely Bones / Hollywood işi araf



pskolojiler bozulmak içindir. bu şarkı' nın pskoloji bozmaması gibi bir ihtimal de yok diğer yandan. the lovely bones adlı filmi izledim. filmi bir yandan izliyorum. bir yandan salak gibi geriliyorum. bir yandan da allahım ne kadar da olmamış bir film diyorum. ama gel gör ki diğer yandan pskolojimin içine rahatça edebiliyor. yahu oğlum azıcık rahat dursana, amma da bozulasın varmış. bir diğer klişe amerikan yapımı ile karşı karşıyayız. what dreams may come vardı. ne cici filmdi o. bu filmi izleyeceğinize yol yakınken gidin onu izleyin derim ben. burdan sonrası direk "spoiler". ben uyarayım. bu filmi gömmezsem rahatlayamam çünkü. şimdi filmde bir kız var. film boyunca böyle bir güzel mi diye sorgulatıyor insana. aslında bence sıradan sarışın mavi gözlü bir kız işte. sorgulatmasının sebebi ise oraya muhtelemen güzel olduğu için seçilmiş olması. şimdi anası bu kıza bir bere örmüş. o bere resmen şöyle bağırıyor. " bu kız öldürülecek ve beni bulacaklar; bu sayede öldüğü anlaşılacak". bu kızcağızı komşusu öldürüyor. a benim saf kızım. elin, suratından meymenetsizlik akan, suratından hem sübyancılık hem pskopatlık akan adamı, buğday tarlasının içine lost sığınaklarından yapıyor gel içine gir diyor. oldu, sen de atla hemen. öldüren adamı da görseniz, daha klişe bir katil tasvir edemiyorum. dışarıyla pek ilişkisi olmayan, süper bir evde tek başına yaşayan bu katil türlerinin çok ciddi bir hobileri veya el yetenekleri vardır. insanlarla kuramadıkları bu ilişkiyi, alın terini bu eserlere dökerler. böyle adam cinayeti bir planlıyor, evlere şenlik. eskizler olsun, şematik anlatımlar olsun, plan kesit olsun. allahım mimarlık fakültesini bitiriyorum o kadar işlevli eskizleri ben yapmadım daha. kızın ölmesiyle birlikte, ziyan olmuş hayatların yanısıra kızcağız da araf' ta kalıyor. ama adamların araf' ı çok başarılı. bizim araf' ı izleyenler varsa, ne tatsız bir şeydi o. evlerden ırak. kadın öcü doğuruyordu falan. bu takdirimi kazandı. keşke öncesinde, bu filmin yerine kitabını okumuş olsaydım dedim sürekli. bir nevi avatar hikayesi. harika bir görsel dünya, ama alttan senaryo desteğini alamıyor. biz bu güzel görselin için öldürülen kızcağız mütemadiyen anlamsız rotasyonlarda koşarken görüyoruz. sürekli bekliyoruz ki, kız bir yolunu bulsun ve katilini yakalatsın. çünkü zaman zaman ailesiyle iletişim kurabildiğini hissediyoruz. işte filmin hezeyanı bu noktada devreye giriyor. muhtemelen alt metni de şu " hassiktir lan, ölüp de arafta kalırsak ne oraya gidebileceğiz ne burada kalabileceğiz; sevdiklerimiz gözü yaşlı. sıkıntı babam sıkıntı". bu buhranlar içinde film beni gerim gerim gerdi. yalnız kızcağız olayları yalnızca izleyebiliyor. bununla birlikte; filmin arafla gerçek dünya arasındaki geçiş yerleri çok başarılıydı. özellikle babasının hobisi olan, içinde gemi maketleri bulunduran cam şişeleri kırdığı sahnede; arafta da gemilerin gerçek boyutlarıyla kıyıya vurup vurup kırılmaları. babanın, herifin katil olduğunu 1-2 alakasız fotoğraftan anlaması; kız kardeşin meşhur eskiz defterini bulması; katilin filmin sonunda gerçek dünyada "sanki" öyle bir denge varmışçasına ölmesi falan, filmin tel tel döküldüğü yerlerdi.

tüm filmi bir kenara koyuyorum; ama susan sarandon' ın oynadığı anneanne inanılmaz başarılıydı. bu kesif kasvetin içinde kahkaha attırdı bana.
torun, yaşı hayli ilerlemiş anneannesinin ayak tırnaklarına oje sürerken;
-sen de yakında ölürsün.
-nedenmiş o?
-çünkü çok yaşlısın!
-35 o kadar büyük bir yaş değildir.

0 confession: