7/31/2010

sevenleri sevdiğine vermediler

1

-en önde kırk beş- elli yaşlarında, arkasındaki gruptan kafa ve vücut olarak tamamen kopmuş belki de hiç bir arada olmamış, polo yakalı t-shirt'ini kumaş pantolonun içine sokmuş ve altında sandaletleriyle çekirdek çitleyerek yürüyen adam ; yanında belki bir bacanak ,ama aile zorunluluğu olmasa belki de 5 dakika bile geçirmek istemeyeceği, çekirdek çitleyen bir bacanak; onların arkasında küme küme, alt üst penye takım giydirilmiş, ayak parmakları muhtemelen terliklerinden fışkırmış çekirdek çitleyen irili ufaklı çocuklar ve onların arkasında da belki hiç eşleri olmamış, belki de var olan eşleri onlarla zaman geçirmeyen, büyük ihtimalle çoğunluğu baş örtülü,çekirdek çitleyen kadınlar ve yanlarında zorla yürüyen o an orada olmaktansa evde bir tekne karpuzu dibini bile bırakmadan yemeyi tercih edebilecek ama kolestrolüne iyi gelir diye yürütülen, çekirdek çitleyen aile büyüğü kadın.

denizi o kadar özledim ki; bu, akşam deniz kıyısı görüntüsüne rağmen şu an bir yazlık yerde deniz kıyısında çekirdek çitliyor olmayı isterdim.

altın kaplamalı tabi.

- geçende oturuyoruz. ama kafamız çok güzel. önce full metal jacket izlemişiz ardından da braveheart'ı izliyoruz. mel gibson neden kafasını mavi beyaza boyamış muhabbeti açıldı. sonra iskoçya'nın bayrağı mavi-beyaz mıydı ki konusu geçerken şöyle dedim; iskoçya'nın kurtuluş savaşı sırasında çukurlarda birikmiş mavi avatar kanlarına uzaktan çarpı gibi görünen yıldızlar yansımış ve iskoçya'nın bayrağı oluşmuş.
çocukken anlatılan bayrağımızın nasıl oluştuğu efsanesini fazla ciddiye almış.

- yine bir arkadaş, ama cidden bir arkadaş, dedi ki; büyük bir burun pisliğine ulaşmak amaçlı daldırdığın parmağın sıvı sümükle karşılaşması nasıl bir hayal kırıklığıdır?!
çok haklısın dostum.

-vizyondan ne zaman kalktığını fark edemeden, televizyonda gösterileceği reklamı verilen film. başarısızlığın daha keskin olduğu, az an vardır şu hayatta.

-yurdum marka çakma cemiyeti, ikinci bir güzelim markayı daha harcamak üzere. çok az kaldı.son iki yılda abercrombie and fitch' i yerle bir eden piyasanın şu anki hedefi fred perry. an geçmiyor ki caddede sokakta birilerini göreyim üstünde bu iki markadan biri olmayan.

-mecidiyeköy' ün orta yerinde tüm o caddeye bakan cam cephesine rağmen sevenleri sevdiğine vermediler müziğiyle konukları coşturan mekandan daha çok çekindiğim bir şey varsa; o da mecidiyeköy'ün orta yerinde saat 21.00 civarı caddeye bakan cam cephelere rağmen sevenleri sevdiğine vermediler eşliğinde lümbür lümbür kopan insanlardır.

-bugün temmuzun son günü olması. çok üzülüyorum bilööğghh.

7/26/2010

içte 2 cm, dışta 3 cm

1


rüyamda, teyzemle beyonce ve rihanna'nın birlikte verecekleri konserde geri vokal yapmak üzere konser alanına yetişmeye çalışıyorduk. şovda kullanmak üzere elimizde de kocaman iki karpuz. bir yandan da nasıl yağmur nasıl yağmur. ama iş bu ki beyonce & rihanna' nın geri vokalleri olmamıza rağmen mekana man fortuna tip otobüslerle ulaşmaya çalışıyoruz. üstelik konser mekanı da bizim okulun 127 numaralı konferans salonu; ki bence bu rüyanın en tuhaf olmayan yanı.

teyzemin performansı benden biraz daha öndeymiş. biraz geriden izliyorum. böyle yıllar önce iner misin çıkar mısın diye program vardı hani, o tarz bir platform düşün ve onunla sahnenin altından teyzemin yükselişini görüyorum ve başlıyor söylemeye. inanamıyorum başta - sanki konser vermeye beraber gitmemişiz gibi- garipsiyorum, oha aksanı da vokali de baya iyiymiş diyorum. işte tam bu sırada bir anda yine otobüsün içindeyim ve karpuzu elimden otobüsün orta kapısının oradaki boşluğa düşürüyorum. işte rüyaların en sevdiğim yanları bu absürd geçişler. üstüne üslük kendi söyleyeceğim kısımları da katiyen hatırlayamıyorum. bir de şarkı çalarken kendi kısmımı nasıl hatırlayabilirim ki diye geriliyorum. benim kısmıma yaklaşırken şarkı, büyük bir sıkıntıyla uyandım.

dün geceki rüyamdı bu. şimdi de bütün gün uygulama projesi çizdiğim için, gözümün kapattığımda tüm iç duvarlara 2 cm, dış duvarlara 3 cm olmak üzere sıva çizgileri çiziyorum. bugüne kadar bu meslek yolunda çok angarya şeylerle uğraştım ama nedense bana en çok koyan sıva çizgisi çizmek.
gözümün önüne sıva yapan amcalar geliyor. özellikle de şantiyede fotoğrafını çektiğim bu amca geliyor. ne de garip karşılamıştı duvarı sıvarken birinin fotoğrafını çekmesini. sonra içten içte iki santim, dışta üç santim, evet. derken ufak ufak konuya yabancılaşıyorum.

7/25/2010

barış manço ve kaygısızlar, pink floyd gibi bişeymiş

0


bildiğin psychedelic.

7/24/2010

uzun süredir potpori yazmadımdı

0


~ eğer yoğurt mayalayan bir anneniz varsa; o örtüler hatta belki de battaniyeler altındaki yoğurda yaklaşmanın ne kadar ölümcül bir tehlike olduğunu bilirsiniz. isterse salonun ortasına kurulsun o tencere kap kacak her neyse, buddha kadar dokunulmazdır. geçende arkadaşlara da anlattım, yaprak gibi titrediler. doğru düzgün hiçbir batıl inancı olmayan annemin yoğurt mayalamak konusunda çok fantastik bir yöntemi var. şimdi yoğurt olması amaçlanan süt, gerekli işlemlerden geçirilip de bir süre sonra tutmadığı gözlemlenirse yoğurda 'seni köpeklere atarım bak' diyorsunuz ve yoğurt korkudan tutuyor.

~ama yine de 1.5 yıllık ev arkadaşımın elinin üstünü koklayıp da deri kokusunu çok seviyorum demesi kadar fantastik değil.

~suyun sıcaklığını istediğim değerde sabit tutamadığım, sürekli değişmesine engel olamadığım duş; izlediğim diziye ya da filme senkron olarak ne yaparsam yapayım uyduramadığım alt yazıyla aynı mutsuzluğu hissettiriyor.

~saçımı kestirdikten sonraki kısa bir zaman diliminde çok mutlu oluyorum. sonra bir anda ne olduğunu anlayamadan çirkinleşmeye başladığını hissediyorum. dengesiz uzamalarla olsun, işte efendim tam da tanımlayamadığım sebeplerle çirkin olduğu bir döneme giriyor . sonra da bir kaç küçük müdahale ile istediğim mutluluğu sağlayabildiğim dönem geliyor; ama uzun sürmüyor. bu idare etme sürecinde bir gün bir anda cinnet geliyor ve kendimi kuaför koltuğunda buluyorum. o aradaki süreç black out gibi bir şey bence.

~2010 yılındayız. insanlar hala uçan araba yok diye dalga geçiyorlar gelişmemizin beklenenden geride kaldığını vurgular şekilde. halbuki ona gelene kadar bu yıla geldik hala saç yağı diye bir şey var. buna nasıl çözüm bulunamaz. çok kınıyorum.

~gerçek bir mutsuzluk tanımı yapmam istense; çok beğenilerek, sevilerek alınan parfümün sıfır kalıcı olduğu gerçeğiyle yüzleşmek derim.

~insan ne kadar çok güzel iç çamaşırı alırsa alsın, illa ki içlerinden bazılarını kayırıyor gibi oluyor. aynı durum çoraplarda da söz konusu.

~o kadar çok bir şeyler izliyorum ki; artık zevk alma boyutunu aşıp görev haline dönüştü. saçma ötesi. o yüzden bir takımını beklemeye aldım. yoluma yalnızca south park ve breaking bad ile devam ediyorum.
~testere 7, 3d olarak da hazırlanmış. o cağnım serinin, oralardan buralara gelişini hüzünle takip etsem de ilk altı filmi izlemiş biri olarak bunu da aynı şekilde bir görev gibi gidip izleyeceğim. çoğunluğun aksine; 1.filmin haricinde 3'ü 4'ü seven, 5'e idare eder diyen ben 6'nın tam bir zırvalık olduğunu düşünüyorum. ama seri bu, başladığın işi yarım bırakmayacaksın.

~bir de star wars var. o kadar film izledim ve biliyorum ki star wars'u da izlemeliyim. ama yanlış bir arkadaş tavsiyesiyle serinin normal sıralanışı gibi 4'ten başlamak yerine ilk olarak 1. filmi izlediğim ve hiç keyif almadığım için sürekli erteliyorum.

7/22/2010

türkçe sözlü müziğe ne oldu

1


çok dertliyim. sevdiğim türk sanatçılar bir bir saçmalamaya başladılar. aslında bu konuda uzun süredir dertliyim. tek dertli ben miyim acaba. şimdi, öncelikli sıkıntım türkçe sözlü rock müzik konusunda. aslında bu konu şebnem ferah'ın son klibi eski'yi izlememle patlak verdi. uzun süredir herkesin karşısında duruyor, gençliğimin şebo'sunu savunuyordum gergin vaziyette. ama artık benim de sabrım bitti. üzgün, hüzünlü, ihanete uğramış bir kadın izlemekten çok sıkıldım. ya da hayattaki tek problemi aşk acısı olan bir kadından.

bu konunun özüne inersem, tüm suçlunun kelimeler yetse albümü özellikle de mayın tarlası şarkısı olduğunu düşünüyorum. keşke o mayın tarlası hiç yapılmamış olsaydı. bu albümden önce izmir fuarında izlediğim konserdeki seyirci kitlesiyle şu an şebnem ferah konserine gelen kitle arasında çok büyük fark var. bu konuda suçlu olan birisi var mıdır bu bir hata mıdır bilinmez. belki de anca ergenlik sancısı içindeyken iyiydi her şey.

şimdi arkadaşım. çok kıymetli şebnem ne diyor, şapkadan tavşan çıkarmamı beklemesin kimse diyor. şimdi bu tavşanın sınırı nedir, kaç albüm beklemek gerekir. kaç tane daha aynı albümden dinlememiz gerekir. son albümü ele alalım örneğin, daha öncesinde yine övgü bildiren bir şeyler yazmıştım ama sonrasında fikrim tamamen değişti. maksimum 3 hafta dinleyebildim. sonra açıp da bir şarkısını dinlemedim albümün. çünkü zaten bunun çok daha iyisini bir önceki albümde dinlemiştim. bir insanın tutmuş bir şeyi devam ettirme isteğini anlayabiliyorum ama, istikrar ile tekrar arasındaki ince çizgiyi kaçırmamak lazım. bunun sebebi defalarca aynı arkadaş grubu ile iş yapmak sanırım. şimdi şebnem ne yapsa mutlu olursun desen mesela, onu da bildiğimden emin değilim. e o da şapkadan tavşan çıkaramam diyorsa bana da bir şey kalmıyor, yalnızca hüzünlü aşk şarkılarıyla dolu anca 3 albüm limitim varmış. okyanus olsa mesela, nerde törpülendin böyle? diyebilmiş, konserlerde kıllı kıllı adamlara "erkeğim sen gül dedirtmiş" bir kadınsın sen. kendine gel rica ediyorum.
rock müziğe sonra dönmek üzere, candan erçetin' e atlıyorum. ne yaparsa peşinden gideceğim ablamızdın sen. ama kırık kalpler durağında inecek var deme bana. yüzünde hep aynı sağa çeken, kırgın ama olgun ifade. sandalyeye oturuşun bile kendini tekrara başladı. bir insana sıkıntının daha çok yazdırmasını, daha çok söyletmesini anlayabiliyorum ama hayat hep hüzün mü? bu sınırı iyi bilmek lazım bence.

mor ve ötesi'ne geleceğim şimdi de. arkadaşım anladık sisteme çok karşı bir grupsunuz. şimdi gelip de size sistem eleştirisi yapıyorlar ama gucci' den giyinmeyi de biliyorlar zengin piçleri demeyeceğim. sizden sıkıldığım kadar, size bu yorumu yapanlardan da sıkıldım. lakin; şöyle bir husus var ki siz de garantiye aldığınız; tutmuş bir tonu kullanıyorsunuz 2 albümdür. üstelik sistem eleştirisi yapıyorum diye kör gözüme parmak şeklindeki duruşunuz çok sikimsonik geliyor bana af edersiniz. arkadaşım, bana güzel tonlar bulmadığınız sunmadığınız sürece istediğiniz kadar asi olun dünyayı değiştirecek sözler yazın olmuyor. dinlemek gelmiyor içimden. hele o son çıkış parçası, dinlediğim en çirkin- melodisiz şarkılardan biri. yemin ediyorum, şirket mirket anlamam bile bundan daha iyiydi. aynı yüksek davullar ve melodisiz gitar sesleri yalnızca başımı ağrıtıyor. beyaz, beyaz dibine kadar beyaz vardı mesela..

bir de emre aydın faciası var ki. onu sevecek gibi bile olamadım. kağıttan evler. ay sokayım senin melankoline.

kargo da dağıldı, maskott olarak geldi karşımıza. dostum bu yaptığınız müziğe orijinal diyebilmemiz için, muse'dan önce yapmış olmanız gerekirdi. nadas'ın klibine orijinal diyebilmemiz için de radiohead' in there there'i çekmemiş olması gerekirdi.

geliyorum bedük'e. kendisi her ne kadar türkçe sözlü müzik yapmıyor olsa da, bu kategoride onu da eleştirmeden geçmek olmaz. bedük sen bari yapma bunu. bu go albümünü sana hiç yakıştıramıyorum. sen de kolaya kaçmış ve tekrarı seçmişsin. tamam dance revolution iyiydi hoştu. bir kez iyi geldi. ama onun üstüne getirip de bu albümü sunarsan bana, yemem. birbirinin aynısı şarkılar, yine/ çoğunlukla melodi yoksunu şarkılar. aynı auto tune numaraları. shake that thing' in başı zaten arak, diğerlerinde de bariz alıntılar var. let me go, electric girl, shake that thing under bright with lights dışındaki tüm şarkılar vasat altı. potansiyel insanlar, bu açmaza girdi mi üzülüyorum.

şu an sanırım, müziğine en inandığım insan hayko cepkin. bunu çok insana söylememiştim şimdiye kadar biraz çekiniyordum ama seviyorum ben bu adamı. deniyor en azından. sandık, neredeyse arabesk diyebileceğim tarzda bir albüm. ama iyi yaptığın zaman, üstüne bir şeyler koyduğun zaman arabesk de dinleniyor, brutal vokal de. balık olsaydım gelsin, hepinize.

bu ülkedeki müzik tabi ki bundan ibaret değil, ama şimdilik en dertli olduğum güruh bunlar.


julie delpy sevgim bambaşka

2

aşkı, insanın kendi bağışıklık sisteminden farklı bir bağışıklık sistemiyle birleşip daha sağlam bir bağışıklık sisteminde döller verme çabası olarak tanımlıyor julie delpy. bir arkadaşımın aşırı zekadan delirme noktasına gelmiş bir babası var. o da evrenin bizden tek beklentisinin ürememiz olduğundan, hayattaki tüm çabamızın sebebinin[ daha iyi bir işim olsun, daha iyi bir kazancım olsun, daha yakışıklı görüneyim,...] en iyi yavruyu verebilecek partneri bulmak üzerine olduğundan bahsederdi.

şimdi düşünelim misal. abi, tüm ilişkilerin en verimli dölü vermek üzerine olduğunu düşünüyoruz. okuyucuya abi demek. şu andan itibaren tüm ilişkilere bakışın değişti değil mi? ben şu an çok garibim. sanırım ilişki kavramından çok soğudum. bunan sonra birinden hoşlandım diyelim. hemen aklıma bu mu yani , en verimli adayı bu mu diyeceğim. bu sefer ne olacak? insan sevdiceği hakkında böyle düşünür mü, çok ziyan bir ilişki çeşidi olmaz mı artık o saatten sonra o ilişki. mesela diyelim bir hastalığını bir alerjisini öğreneceğim. şimdi yavrumuzun bağışıklık sistemi ne olacak kaygısına mı düşeceğim. doğmamış çocuğumuz yüzünden sevdiceğimden mi soğuyacağım?! bence böyle bir şey olamaz. etrafta o kadar ilişki var mesela, allah aşkına en verimli döl için seçtiğin kız/ erkek bu mu senin derler insana.

filmin adı Paris'te 2 Gün bu arada.


7/20/2010

altıncı kare

0

ah perihan savaş canım perihan savaş. seni görünce taze fasülye yiyişinden başka hiçbir şey gelmiyor aklıma.
itiraf ediyorum, hep senin gibi yemeye çalışıyorum ben de. böyle ağzım aynı seninki gibi olsun karşımdaki herkesin içi gitsin fasülyeye istiyorum ama hep dümdüz yiyorum. biliyorum.

"-siz fotoğraf çektirseniz ne yaparsınız?
-saçımızı başımızı düzeltiriz."
işte bu ayrıntıdan cinayeti çözme naifliği beni yeşilçama bağlayan.

7/19/2010

doğan seleks

3

annem, ekmek poşetini pencerenin sapına asarak evimizin evrimini tamamlamasında sondan ikinci adımı da atmış. dolabın kapağındaki en üst rafa, kullanılmayan kalem pilleri de koyarsa tam bir türk evi olacağız.

-sondan ikinci dedim de aklıma geldi. ben ilköğretimdeyken bu sondan bilmem kaçıncı konusunda bir türlü uzlaşmaya varamazdık. bunun tartışması mütemadiyen olurdu. ne dersen sonuncuyu kastetmiş olursun, sondan birinci dersen sonuncudan mı bahsetmiş olursun bir türlü anlaşılamazdı. geri zekalılığın başkanlığı.

-bir de çocukken bir arkadaşım doğan slx' in doğan seleks diye okunduğunu iddia ederdi. ben" hayır doğan es el iks o" dediğimde "hani orada e nerede var" diye çürütmeye çalışırdı. es el iks deyişteki e' nin varlığını sorgulayan insanın seleks' teki e'nin varlığını kabul etmiş olması... içimde üç noktalar koyma hissi yaratıyor.

-bedük- shake that thing şarkısının 0:47. dakikasında ve sonrasındaki tüm tekrarlarda şebnem ferah diyor. inanmıyorsan kendin dinle. ayrıca şarkının giriş melodisi david guetta&akon- sexy bitch' in hafif yavaşlatılmış ve bası azaltılmış hali.

-hayatımın iki evresinde beni kitap okumaktan soğutan iki kitap sayabilirim.
çocukluk; ÇOCUK KALBİ
allah bu kitabın tez zamanda belasını versin. kitabın suçu yoksa da bu kitabın üstüne; bu kitabın girmediği okul okul değildir, bu kitabı çocuğuna okutmayan ana ana değildir, bu kitabı öpmeyen dudak dudak değildire varacak şeyler yazan zihniyetin versin. çocukluğumda ahmet buhan'ın matematik kitabından ne kadar nefret ediyorduysam bu kitaptan da o kadar ediyordum. asla bitiriremedim. çocuğuma da okutmayı düşünmüyor ve baba olamamak pahasına da olsa o kitabı çocuğuna okutmayan bir baba olacağımı yürekten söylüyorum.

gençlik; BİR DİNAZORUN ANILARI
düşündükçe kapağında mina urgan'lı ve koyu yeşilin ağırlıklı olduğu kitabın, adeta ağızda bir türlü azalmak bilmeyen sakıza dönüşmüş bir kuş başı et hissi verişi geliyor aklıma.


kendime

0

yumurta ve süt'ü arka arkaya izledim. süt' e ısınamadım. daha doğrusu yumurta'da sürekli bahsi geçen zehre teyze'nin süt' te karşıma başak köklükaya olarak çıkmasına ısınamadım. kafamda canlanan zehra teyze bambaşka biriydi. daha etli butlu olmalıydı en azından. yumurta' dan sonra süt için beklentim çok da fazlaydı bir de tabi. nuri bilge ceylan görüntüleri tadında ilerleyen, az çoktur ilkesinin hakkını sonuna kadar veren yumurta tüm övgüleri hak ediyor. süt ise biraz daha su kaçırma noktasında. belki de bal tamamlayacak bazı sorularımı, acele etmemek de gerek.

yumurta'dan;

-evladım sigaran var mı?
-yok teyze bıraktım.
-sigara bırıgılıı mı heç?!! [ ege şivesi sevgim bambaşka]


-ben ankara'dayken tire' yi çok özlerdim.
-ankara'dayken her yer özlenir.

7/16/2010

vücudum attı

6

facebook şifremin hacklenmesi üzerine şifre değişikliği talebime sitenin sempatik karşılığı;
Merhaba N,

Kısa süre önce yeni bir şifre istedin.

yeni bi şifre istiyon mu istemiyon mu. tıkla

o kadar içindeyiz bu laubalilik hakkını kendinde görmesi normal.

7/15/2010

ali ile ramazan

4


kitaplar üzerine yazabilecek biri gibi görmem kendimi ama; bu kitap içimde bir şeyleri fena halde etkiledi. başta yazarın imla hataları ile dolu yazım diline fena halde takıldım halbuki. bi' lerini düzelttim hep içimden okurken. ama bu roman, bana göre ali'nin de söylediği gibi [ibne değiliz aşığız] eş cinselliği değil de aşkı anlatan bu roman son zamanlarda en akıcı şekilde okuduğum kitap oldu. kitabın imla hataları ile dolu olduğu fikri bir zaman sonra yerini bunun bir hata değil seçim olduğu fikrine bıraktı . özellikle ramazan, tüm iyiliğine rağmen, yetim hanede müdürün ona aşkıyla büyümüş ramazan, o dili kullanmasaydı olmazdı sanki. içimde fena halde bir şeyleri kurcaladı demiştim. bu yaşam birinin hatası mıydı? bu hata birine yüklenebilir miydi fikriydi sanırım ilk şey. on üç yaşındaki ramazan'a aşık müdür suçlanabilir mi mesela. yoksa böyle bir yaklaşıma tam tezat, allah belasını versin herifin kararttı ramazan'ın hayatını denir mi?!
ramazan karakteri öyle acayip resmedilmiş ki, onunla birlikte tüm o sancıları yaşadım sanki. güzelim bir çocuk olarak hayata gelmiş eş cinsel jigolosu ramazan' ın bir kadınla birlikte olma fikrine bile katlanamıyor oluşu misal, insan cidden de çocukluğunda mı biçimleniyor? sorusunu getiriyor akla. bir yandan ramazan şöyle de bir çelişkiyi barındırıyor içinde; o pasif değil, olamaz. yalnızca para için yapıyor bunu. pasif olursa kirlenecek sanki yalnızca. hatta sonu da pasif olduğu zamana denk geliyor. ilginç olduğu kadar üzücü.
ama o kadar çarpıklık içinde ramazan hiç çarpık gelmiyor insana. ali ile ramazan hiç gelmiyor hele.

7/14/2010

Küçük sırlar ya da ay sürekli babaannesiyle takılıyor

0

"sinem kobal' la oyunculuk öğreniyoruz vol n." ya da " biz de isterdik gece moralimiz bozulunca rahatça yüzme havuzunda viski dikerek efkar yapabileceğimiz lisede okumayı."

tanıtımı çıktığından beridir ara ara bu diziden bahsediyoruz. bu bakımdan ilginç baya. bir türk dizisi tanıtımıyla ilgi çekmeyi başardı ilk kez. tabi bunda türk işi gossip girl yapıyoruz iddiası önemli rol oynamaktaydı. sırf bu merak yüzünden karakterler göründüğü andan itibaren kim kimdir muhabbeti vardı. yalnız onların hepsi boşunaymış yahu. keşke gossip girl çakması olsaymış bu dizi. gossip girl'in türk versiyonuyuz iddiasını tek ciddiye alan sinem kobal olmuş. serena'nın sekse her an hazırım manasındaki alt dudak ısırma tribini çok iyi kapmış. dizinin neresinden girsem şaşırıyorum şu an. ayşegül rolündeki arkadaş ise acemi cadıdaki şapşal haliyle fena harcanmış. bir kırmızı ruj ve dalgalandırılan saçlarla bir anda vamp bir kadına dönüşmüş. bence blair olsa olsa bu kız olurdu. ama değil galiba. doğulu ailesi ise hande'nin ekmeğini yemeğe devam ediyor. ne ekmekmiş arkadaşım. kadir doğulu , nam-ı diğer romiyo, oyunculuğu terfi ettirilmiş. hem de büyük oynuyor. su sevgili olmadan elini bile vermezmiş falan. işte ben buna dizilerde cesurluk açılımı derim dostum. nereden nereye. kuaför kayınçonun yönetmenlik yapması ile eşdeğer. bir de kadir doğulu, benjamin button' ın iksirine mi sahiptir nedir, en çıtır o görünmekteydi içlerinde.
öte yandan yurdum dizisi bir insan lisede ne büyüklüktedir bu ayrımı yapamıyor yıllardır. her ne kadar bu ekolde en başı çeken tamamı kel insanlardan oluşan lise dizisi arka sıradakiler olsa da, sinem kobal'dan tut burak özçivit'e kadar herhangi birinin lisede olması ihtimali, bu dizinin gossip girl' in eline su dökebileceği ihtimali ile aynı bence.

"kimseye benzemeyen ve herkes gibi olanların ve kimse gibi olmayanlarınfşsdilfsdişf herkese güvenenlerin ve yalnızca ikinci kerede düşününenlerin hikayesi."
"bir insan ya başarılı olur ya zeki" alıntı yapma isteğime direnemiyorum.

dizide bir de sezen aksu aksanıyla konuşan kız var. [ neden katlanıyorsun bunlara diyordu. ayşegül'e yalaklanan kız]

bir de müzikleri diziyi çok taşıyor. atiye-kal özellikle cuk oturmuş.

tüm bunlarla birlikte bu dizi, ben izleneceğim diye bağırıyor. o ayrı.

bir de zenginler twitter' a kısaca tivit diyorlarmış {tivitte yazdı gibi} . şeker parçaları.

7/12/2010

sen de mi temmuz

0

hava bu performansını korumaya devam ederse, ileride çocuklarımıza "bizim zamanımızda plüton gezegendi" efsanesinden başka anlatabilecek bir efsanemiz daha olacak. önceden temmuzda denize girerdik çocuklar. bunun tek güzel yanı kendimizi london' a biraz daha yakın hissetmek oldu. o kadar. bu ramazan ayının yaz mevsimine denk geldiğine tanıklık etmek gibi bir şey bence.

7/11/2010

karaböcekler

0


disko kralında görünce aklıma geldi.

zamanında beni yer yer çok güldüren bir arkadaşım vardı ve şu cümleyi çok kullanırdı;
"düşünsene, bir sabah kalkıyorsun aynaya bakıyorsun bir şeyler söylüyorsun ve işitiyorsun ki sesin neşe karaböcek sesi ve bundan sonra da hep böyle, ne yaparsın?!"

malum, gülden karaböcek ablasının kocasını ayartmış ve kaçmış. o yıllarda nip/tuck tarzı bir yaklaşım. enteresan. nete şöyle bir bakınıyordum ki "hey" diye bir derginin görselini buldum.
derginin dili çok gevşek, çok tuttum. son günlerde neşe karaböcek'in kocası ile kızkardeşinin seviştikleriyle ilgili açıklama yer aldı................. herkesçe bilinen yanını bir kenara bırakıp seviştikleri ileri sürülen adam ile baldızın..............

kalmadı o yetmişler ruhu, kalmadı.


yalnız bu kadının yorumuyla dinlediğim otel odaları parçası, ciddi anlamda damardan arabesktir. otel odalarındaki o geçicilikten tutun da, eşyalarınızı yerleştirmeye çekindiğiniz dolaplardan, yıkanmaya çekindiğiniz duş birimlerinden, kahvaltıda verilen özensiz siyah zeytinlere kadar otellerin iğrenç soğukluğunu canlandırır kafamda.


bir de gülşen'in kara böcekler şarkısı var ki onun konuyla hiç alakası yok. serbest çağrışım.



Nil yılanı

2

böyle arkadaşlar şimdi toplanalım " isim-şehir-hayvan" oynayalım istiyorum. şimdiki arkadaşlarım olsun mesela; ama bu oyunu deli gibi manyak gibi oynadığımız zamanlardaki hayat bilgisine sahip olalım. N harfine gelince sıra, hayvan bulamayalım hiçbirimiz de nil nehrini yeni hayvan türleri türetmeye alet edelim. ya da L harfine gelince sıra, lüleburgaz yazalım ve ilçeler de olsun ama diye kaypaklık yapalım.
o zamanlarda her şey çok muğlak olduğu için, kim ne derse inanmaya daha yatkınsın. annenin falan dedikleri zaten doğru. bir arkadaşım Ü harfinde hayvana "ütük böceği" yazmıştı. ben inanmayınca böyle bir hayvanın varlığına annesine danışmıştık. annesi de evet var diye onaylamıştı. yine de ikna olmasam da, bir anne kabulü tabi ki geçerliydi. ama belli ki o zaman da çocuğu karşısında bilmediği bir şeyin ortaya çıkmasından haz etmeyen anne bir yirmi puanıma kastetmiş.
şimdi düşünüyorum da ben çok sinsi bir çocuktum o zamanlar. genelde birçok şeyde yaptığım gibi, isim şehir hayvanı da çabuk tüketmiştim. mesela yine L harfindeyiz diyelim. isme leyla, bitkiye lale, hayvana leylek yazan arkadaşa "basit" yaftası yapıştırıyordum hemen. herkesten o yaşta isme lady gaga falan yazmasını bekliyordum muhtemelen.
böyle istiyordum ki, daha değişik şeyler ekleyelim oyunu daha seçiçi hale getirelim. ülkeler kısmı olsun diyordum mesela, ya da ne bileyim sanatçı kısmı ekleyelim diyordum. al işte o zamandan ruhumu etkisi altına almış -editleme- hastalığı. ne var onu da öyle olduğu gibi oynasan. nil yılanı, nil timsahı ile idare etsen. sonra da oraları dolduramayan muhitim içinden adeta bir yılan gibi kıvırılarak sıyrılıyordum. bu nasıl bir çocuktur dokuz yaşında bu tip numaralara giren. o insan büyüdü şimdi bu blogu yazıyor çok da şaşırmamak lazım aslında.
bunları yapan benim sonra nilbert diye bir öğretmenim oldu mesela. nil nehrinden çıkan değerli bir taş olduğu söylemişti adının anlamını sorunca. meğer, ailesi nüfus dairesinde tam o sırada isim şehir hayvan oynuyormuş. N harfinde akıllarına nagihan ya da nermin ismi bile gelmeyen ailesi, hayvana nil yılanı yazmakla kalmamış kızlarına nil-bert adını uydurmuşlar.

7/08/2010

başka dilde aşk

1

hani zeynep eşyalarını almaya gidiyor onur'un evine, aynı anda onur da geliyor ve fark ediyor zeynep'in onu terk ettiğini. tam bu sırada zeynep gizlendiği yerden ağlaya ağlaya çıkışa doğru yöneliyor.
bu filmi izleyip de, o sahnede bir mucize olmasını ve onur'un duymasını ve arkasına bakmasını isteyen duygusallar, bir araya gelsek kara bir delik oluşturabileceğimizi biliyor muydunuz?

mert fırat, yıldızlı pekiyi. insan değilsin.

saadet ışıl aksoy' un bu filmde çizdiği karaktere sahip bir kız yok bence. o kadar emek falan, zor.
bu kadının sesi boru gibi bir de.

filmde çağrı merkezi hikayesinin bir türlü içine giremedim, hep çok eğreti geldi. yalnızca arada emre karayel'e güldüm.

aslında çağrı merkezinde çalışan zeynep'in aşkı, konuşamayan birisinde bulması alt metni çok çok iyi. ama aynen teoride çok ahkam kesen fakat; hiçbir projesi uygulamaya geçmemiş bir hoca gibi kalmış bu fikir.


7/06/2010

dizilerden öğrendiklerim

2


genelde tüm yazılarımda olduğu gibi - ağır derecede- keyif zevkinizi kaçırabilecek unsurlar içerir.
south park:
harika bir çizgi film yapmak için, müthiş çizimlere ihtiyacınız yoktur.
yeterli cesaret ve ince espri anlayışı hak ettiği değere kavuşacaktır. amerikalılar başta
olmak üzere tüm insanlar iğrenç yaratıklardır.

nip/tuck:
yakışıklı bir plastik cerrahsanız ve 22cmlik bir penise sahipseniz;gerektiği zaman çıkarıp
masaya koyabilir veya en yakın arkadaşınızın karısından çocuk sahip olabilirsiniz.
güzellik dünyanın lanetidir fakat; bir silikon tüm sorunları çözebilir.

lost:
müthiş bir fikirle yola çıkar da sonunda batıracağınızı hissediyor gibi olursanız
sonunda dine bağlayabilirsiniz. genellikle herkes yutar.

how i met your mother:
barney stinson gibi bir karakter yarattığınız sürece, konuyu istediğiniz kadar
saptırabilirsiniz, izlenir.

coupling:
kadınlar ve erkeklerin birbirilerini anlaması imkansızdır. ama eğer bir
tripod' sanız kadınlar sizi daha rahat anlayabilir. jeff murdock veya sally gibi karakterler
de gerçek hayatta yaşamamaktadır. boşuna beklemeyin. ingiliz ingilizcesi harikadır.

prison break:
taş bir herif, zehir gibi bir akla sahip olup da yapı mühendisi olursa;
diziyi bir gül ve silahla deli yürek'e bile bağlayabilirsiniz, izletir.

Resim Ekle
gossip girl: eğer içine asansörle çıkılan evlerde yaşayabilecek kadar zenginsen, tüm
arkadaşlar birbirinizle sevişebilirsiniz.

six feet under:
her şeyin, herkesin, her yerin bir sonu vardır. karakter dizini, kurgunuz ve
dialoglarınız varsa, ölümü anlatan bir dizi bile insanların en sevdiği dizi olabilir.

dexter:
annesi, gözleri önünde testere ile öldürülmüş bir çocuğu bile evlat edinip onunla gerçekten
ilgilenirseniz; onu yalnızca bir katil değil milyonların sevgilisi yapabilirsiniz.

mad men:
nostalji her zaman satar. lucky strike 10 numara sigaradır.

californication:
nip/tuck kadar edepsiz başka dizi bulamıyorum diyince californication
var diyenlere aldırmayın; hiçbir dizi nip/tuck kadar estetik edepsiz olamaz.

bununla birlikte yazı yazabiliyor olmak dünyanın her yerinde çok kıymetlidir.

breaking bad:
kimya mühendislerini -asla- delirtmeyin.

.

0

yavaş çekimlerde futbola yabancılaşıyorum.

7/03/2010

saadettin yeşil vadide (bölüm 1: cmyk)

3


yine bir teslim zamanıydı. those were the days my friend. teslim kar tatili nedeni ile ertelenmişti. ona rağmen yetişmiyordu. hayat çok garip vol. n. evet ben o 2 günlük ertelemeye rağmen teslim sabahı 7.45'te bitirebilmiştim işlerimi.

üstelik erteleme sebebi, itü' nün kar nedeni ile tatil olmasıydı. teslim hep, herkesin finalleri bitip de tatile girdiği zamanda olur ve biz hep tatili daha az yaparız." itü kar nedeni ile tatil değildir" gibi efsanevi açıklamalara sahip okul ne olduysa, tatil içinde kar tatili yapmıştı.

lucy ile sabahlıyoruz. sağolsun o olmasa belki de hiç yetişmeyecekti. ve şu haberi de büyük şok içinde beraber izlemiştik. o dönemki proje yürütücü hocam ne yapsam benden tiksiniyordu. daha önce de bahsettiğim gibi bizim oralarda götü almamak diye bir tabir vardı. işte, ikimizin ilişkisini en iyi özetleyen iki kelime buydu. kadının beni adeta götü almıyordu. aksisin' den, seninle konuşurken projeyi ben sana beğendirmeye çalışıyormuş gibi hissediyorum'a kadar türlü çeşit laflar duydum kendisinden. neyse bu insan, teslimden önceki hafta bize paftaları cmyk formatında yapmamız gerektiğini söylemişti. işte bu noktada başıma geleceklerden habersizdim. cmyk formatı ne ola ki diyenler için kısaca tarif etmek gerekirse photoshop gibi programlarda renk modu diyeyim. cgan magenta yellow black. bense o güne kadar rgb (red green blue) ile çok mutluydum.

neymiş efendim, rgb' de hazırlananlar kağıda bastırıldığında ekranda göründüğü gibi çıkmıyormuş, sonra mavi yaptım ben ama mor çıktı gibi bahanelerle karşılaşıyormuş da bir sürü bıdı bıdı. neyse gece 2'ye doğru gelirken, niyet ettim eyledim paftalarımı yapmaya başlamaya. format cmyk seçildi - hazretleri öyle buyurdu sonuçta - . renklendirmeye başladım. grileri bir güzel yapmıştım sıra yeşil kullanmaya gelmişti ki; işte her şey o anda başladı. yeşili renk skalasından seçiyorum, boyuyorum. o da ne seçtiğim yeşil, paftada aynı yeşil olamıyor bir türlü. bir süre denedikten sonra lucy' e sordum bu yeşil sence seçtiğim yeşil mi benim? yok cık asla olmuyor.

1 saat geçti, hala seçsem de istediğim yeşili boyamıyor photoshop. sonra insanlara dadanmaya başladım. bu yeşil, benim seçtiğim yeşil mi diye. bir süre sonra insan kendinden şüphe etmeye başlıyor ama; yalnız da değilim yani yalnız olsam tamam diyeceğim. bir yandan sinir krizi geçiyorum, sonra o duruyor ve gülme krizi başlıyor. 1 saat daha geçti, artık o yeşilin o seçtiğim yeşil olmadğından emindim. ama insan hala acaba? diyor bir yandan.
ama sonunda sikerler diyip rgb formatına döndüm. ve evet artık seçtiğim yeşil, paftayı boyayınca da aynı yeşildi; hepsi cmyk' nın suçuydu. hepsi gıcık itici hocanın suçuydu.

bu süreçte sinirler iyice laçka olup da otomatik gülmeye aldığı için vücut kendini, aklımda saçma sapan şeyler uçuşuyor. dedim sen saadettin teksoy' un


adlı kasidesini biliyor musun dedim. izleyelim dedik ki; bu sefer de onu bulamıyorum. evet işte tam o anda bildiğim her şey aslında yanlış mıydı dilemmasına düştüm. ta ki google' a saadettin teksoy yazınca; bunu mu demek istediniz? "sadettin teksoy" diyene kadar. meğer ben türkçe'nin yer yer yazıldığı gibi okunmadığı bilgisini bazı bazı kaçırmışım. kırk yıllık sadettin teksoy'u, saadettin teksoy sanmışım. işin daha güzel yanı ise lucy' nin de saadettin sanıyor olmasıydı. kaç saat güldüğümü hatırlamıyorum. saadettin, cmyk' yı çoktan unutturmuş ağzımızdan burnumuzdan havyarları getirmişti.

.

1

rüyamda kemal kılıçdaroğlu' nın öldüğünü gördüm. o kadar yırtındı adamcağız bir seçimlere giremeden öldü diye hayıflandım.

bir de bu ikisi aynı rüyada mıydı hatırlamıyorum ama atatürk'ü gördüm. avatar gibi kocamandı ve bronzdandı. ama canlıydı da. üstelik benimle sohbet de ediyordu ve sürekli şen kahkahalar atıyordu. rüyadan kendimi uyandırmaya çalıştıysam da bir türlü beceremedim. ama bir yandan da oha atatürk ile sohbet edebiliyorum gerilmemem lazım diyorum içimden ama yine de garipti. yine de garipti demek garip aslında. bronzdan ve 2.5 metre olan ve benimle sohbet eden biri aynı zamanda atatürk' se elbette gariptir.

küçük seda

0

kabul ediyorum; seda sayan'ın çok ekmeğini yiyorum. ama kabul edersiniz ki;onu tüketmek o kadar kolay değil. adeta bir mum gibi kendisi erirken etrafıadadxvcvcşilşsid..
yok lan manyak insanın önde gideni işte.

türkiye' nin en güvenilir insanı; ekranların bacısı olmak kolay iş değil. bunun sonucunda insanları etkiliyorsunuz. işte bu dalganın son kurbanı songül karlı. su gibi adlı eşsiz yapımda, böyle bir mahalle karısı ağızları böyle bir insanlara çemkirmeler. abaaauuuvvv. bu ekranlar adeta bir küçük seda yaratmış. bir tanesi yetmezmiş gibi.

bir gün evlilik programına düşersem işte o gün anlayın ki, seda sayan ahını almak iyi bir şey değildir.



aslında lady gaga, bülent ersoy' muş

0

zamanında gaga hanım ile ilgili görsel ararken karşıma çıkan manzara. buradan yola çıkarak; arama sonuçlarından insan profilimize bakmak istiyorum.

aratma 7- lady gaga hot

işte bundan daha önce de bahsetmiştim. ingilizce'ye çok hakim olmadığı halde ısrarla ingilizce ileti yazan - çoğunlukla da büyük harfle - arkadaşların aratmış olduğu arama bu. lady gaga ile ilgili diğer görselleri görmek istemiyor. yalnızca kadının ateşli olduğu fotoğrafları görmek istiyor. sanki diğer fotoğraflarında lady gaga tesettürlüymüş gibi. az, daha çoktur felsefesini öneriyor; lady gaga yazsan yeterlidir diyorum.

aratma 4- lady gaga çift cinsiyet

5'i ve 6'yı atladım takdir edersin ki. lady gaga çift cinsiyet olsa elimize ne geçecek. sanki kadın bir telefon uzağımızda ve hasretle bizi bekliyormuş gibi. her şey belli de yalnızca çift cinsiyetli olup olmama durumuna göre karar vereceğiz istiyor muyuz diye. ayrıca kadın bad romance klibinde gerekli cevabı verdi diye düşünüyorum ben. ama bunu ona siz 4 numaradakiler zorladınız.

aratma 3 - lady gaga frikikleri

işte 7 numaradakilerden daha sabırsızgiller. lady gaga'nın tüm görselleri içinden ayıklanmış olan ateşli fotolarla uğraşmaya bile tahammülleri yok. hepsine dandadadan adlı güzide grubumuzun zın zın eserlerinde de belirttikleri gibi " çatalı göster bana " diyorum.

aratma 2 - lady gaga erkek mi

bu 2 numaradaki aratmayı görünce tanrı şahidim olsun ki, yaprak gibi titredim. hermafroditlik hadi neyse onu aratırsın, ama bu direkt damardan girmek gibi bir şey. evet aslında lady gaga, bülent ersoy' muş.

aratma 1 - lady gaga makyajsız

bu gruba hiçbir şey diyemiyorum. çünkü hepimiz televole diye bir zehir taşıyoruz kanımızda. bunu bize zorla verdiler çocukluğumuzdan itibaren. internet geldi bu sefer de bayrağı milliyet.com.tr devraldı. ..makyajsız fotoğrafları için tıklayın. görüyorum ben; o en altta en çok okunanların listelendiği kısımda hep o fotoğraflar zirvede. yapacak bir şey yok.

funda arar'sız kıraç, kıraç değildir

1

hayatta en çok çekindiğim insan modelleri;

6- kıraç
aslında kıraç'tan çekinme sebebini enine boyuna açıklamaya gerek var mıdır bilmiyorum. ben kendisinden bütün konsept olarak çekiniyorum. bunlar zamanında funda arar'la çok daha korkunç bir ikili oluşturmuşlardı lakin; funda arar son dakika çalımı atıp fena olmayan bir albüm yaptı ve kendini kurtardı.
kıraç'sa dipsiz kuyularda ipsiz kaldı.
ayşem ayşem diye de, sevgilim bana yapsa bile duygulanamayacağım, şarkılar çığrınıyor.

dip not: sevgilim bana ayşem ayşem diye şarkı yapsa ya.

7/01/2010

psychedelic ebabiller

3

yemin ediyorum tüm kuşlar( evet bence onların hepsi hala ebabil) - dünyanın tüm kuşlarını diyorum - sabahlamaya fulya'ya geliyorlar. uyutmayacak derecede de psychedelic sesler çıkarıyorlar.

adeta pink floyd'un bike adlı şarkısının 2.58' den sonraki kısmı gibi.




kargalarr cem

mutlu azınlık vol. 4

4


hani böyle gıcık olsan da kendini dinlerken bulduğun şarkılar vardır; ya da yeni çıkan dişinin hırpaladığı diş etinin üstüne dilin gider sürekli ya da üstünde sakız çiğnemekten tuhaf bir zevk alırsın. oben budak'ın blogunu takip etmek de öyle bir şey benim için. şimdi bu herif için değirmenin suyu nereden geliyor bilmiyorum, bahsettiğine göre aileden zengin. aileden zengin olmasa bu kadar gezmek ve über bir yaşantıya sahip olmak için ne iş yapmak gerekiyorsa hepimiz onu yapalım derim.

mika konserinden sonra, bir kalabalık grup içinden bermquda takımı sayesinde mika'nın onu seçtiğini; şıklığın bir şekilde her zaman işe yaradığını söylemişti. ben fotoğrafı sonradan gördüm, o zamana kadar bermuda takım diye bir şey olabileceğine ihtimal vermediğim için bermquda diye bir marka olduğunu düşünmüştüm. adı çok duyulmayan, yalnızca ağzında gümüş kaşıkla doğanların giydiği ya da vintage markalardan. sonra da malum fotoğrafı yayınladı. bildiğin bermuda takımmış anacım.

bunu giyen insanın şıklık kazandı diyebilmesi için yalnızca mutlu azınlıktan biri olması lazım; hele ki ayağında o baklava dilim desenli çoraplarla.

ilahi oben. ağzımdan burnumdan havyarlar geldi vallahi.