4/11/2010

benim bir yeşil suyum var, her sabah içtiğim



bir süredir yemek yapmayla arama biraz mesafe girmişti. normalde bayıla bayıla yaptığım şey, okuldan yorgun argın gelip sonrasında bir de yemekle mi uğraşıcam beeeööö çirkefliğine falan ulaştı. ama yemeksepeti de bir yere kadar yani. bir ara içimde bigking ağacı filizlenmeye başlamıştı. çok net hissediyordum. arada bir göbeğimi açıp ona klasik müzik dinletiyordum. sonuçta benden olacak çocuk bir aytek vakasına dönüşürse, derbeder olurum dostlarım. çok üzülürüm. herkes çocuğu iyi olsun, güzel olsun hoş olsun ister. hani bu psikoloji zırvaları var ya işte insanlar kendileri olamadıkları şeyleri çocukları üzerinde uygulamaya kalkıyorlar çok hırsla yetiştiriyorlar çocuklarını bık bık zık zık gibisinden. yahu arkadaşım insanız yani zaaflarımız var, analiz de analiz. insan tabi ki çocuğunun sevdiği bir insan türünde,çeşidinde olmasını ister ya da en azından umar.

yemeksepeti kurye elemanları da sağolsunlar her seferinde kendimi bok gibi hissetmemi sağlıyorlar. şimdi allah için kimisi çok iyi, güler yüzlü falan oluyor ama bazısı oyyyy. böyle sanki kalabalık bir arkadaş grubuma onlardan birini davet etmişim, böyle bir disko ortamı hepimiz züppe ötesiyiz hatta hepimiz birer nuri alçoyuz ve onu ortamıza alıp " o artık bizim malımız, dayanamaz artık mall ister " hareketleri ile birbirimize doğru savuruyormuşuz gibi bir öfke içinde oluyorlar. arkadaşım ben de tembellik yapabilirim sonuçta erkek insanım, her zaman yemek yapasım gelmiyor kolayına kaçasım geliyor; e bu da senin işin. madem bu kadar nefret dolu olacaktın başka iş bul demiyorum, hayatın ne kadar zor olduğunu ben de biliyorum ama dostum benim de tek sorunum kahrolusu beyaz kıçımın beynimden büyük olması değil. sen de biliyorsun. yaşça senden küçük olabilirim. ayağıma yemek getirmek sana zor geliyor olabilir ama ben vallahi de güleryüzlü olmaya çalışıyorum. teşekkür ediyorum. bunun sebebi de yerinizde ben olsam ben de aynı şeyleri hissedebilirdim, yoksa tersim çok çirkindir benim. nemrutumdur, gudubetimdir.

konu konuyu açıyor, güzel blog sakinleri. aslında ben dün akşam yaptığım yemeklerden bahsetmek için buradaydım. anneannem o kadar güzel yemek yapar ki. ve o kadar başarılı yer ki. yanında tok olsanız, çatlayana kadar yersiniz. hatta, uzaktan bizim oraya gelen tanıdıklar anneannemde yemek yemeden gitmezler. bir de yedirmeyi de çok sevdiği için. bebeğim ya özledim bak. hatta benim kurban bayramlarında doğru düzgün et yememem hep büyük sorun teşkil eder. anneannem ete saldırayım ister. kendimden geçeyim et yerken ister. çünkü ona göre erkek adam et yer. ama ben bir kenarda makarna yiyen insan olunca, içerlenir biraz. sırf onun gönlü olsun diye yemeye çalışırım ben de. anneanneme göre erkek zayıf da olamaz. work and travel dönüşü, beni gördüğünde kahrından ölmüştü misal. çünkü 58 kiloydum. resmen kaşık kadar kalmıştım. erkek adam 50 kilo mu olurmuş heç, bir 70 olması gerekir en azından diye et hesabı bile yapmıştı.

bana kalırsa yemeklerinin güzel olmasının sırrı içine sevgi katmasından (keh keh) ziyade, yağ konusunda cömert olması. şimdi ben de onun izinden devam ettiğim için çok yağsız yemek yapmayı sevmiyorum. sağlık sorun değil. sonuçta anneannem de felç geçirdiğinde yağsız yemekleri yemektense, hiç yememeyi tercih etmişti. atın ölümü arpadan olsun, hayat felsefemiz.
açıkcası bu mehmet öz tadındaki adamların, her sabah bir avuç taze badem yiyin işte efendim böyle kuzu kulağını koltuk altınıza sürtün tadındaki önerileri beni sıkıyor. o kadar kontrol hastası bir hayat sürmek istemiyorum.

hatta bununla ilgili bir anektot paylaşmak isterim. şimdi kral bir gün 3 kızına da sormuş. beni ne kadar seviyorsunuz diye. 1. kız demiş ki çok seviyorum şu kadar bu kadar dağlar kadar. 2. kız demiş sonra, ülkem kadar kainat kadar bık bık. sıra gelmiş 3. kıza. 3. kız da demiş ki tuz kadar babacığım. kral dellenmiş tez zamanda sürgüne yollamış. sonrasında gel zaman git zaman, kral damar tıkanıklığı yaşamış. ve aşırı diet yemekler yemeye mahkum olmuş. özellikle tuz katiyen yasakmış. ama kral kahrından ölüyormuş bu kadar lezzetsiz yemekler karşısında. işte o zaman anlamış 3. kızın onu ne kadar çok sevdiğini. ( hikayeyi resmen piç ettim ama siz önemli noktayı kavradınız biliyorum)

şimdi mesela ebru şallı yemek yapıyor bazen görüyorum televizyonda. ayy onun da parayı basıp her şeyin uzmanı olduğunu zannetmesi ayrı bir tragedya, apayrı bir blog yazısı olur hatta ama yemek konusunda iyice uç. bir kilo taze fasülyeyi bir kaşık zeytinyağıyla pişiyorum beroş da çok seviyor demez mi. e kızım çocuğun damak zevkini 0.3 yaşındayken piç etmişsin, sevmesin de ne yapsın çocuk. 1 kaşık yağ ne be. o fasülyeleri başına atarım ben harun'un yerinde olsam. en azından tencerinin dibi tamamen yağla örtülü olmalı. yoksa sası sası olur.

böyle dediysem ben de vıç vıç yağlı, içine çizmeyle anca girilebilen yemeklerden haz etmem onun da bir kararı var tabi.

işte ben dün o kararı biraz kaçırmışım. aslında ev arkadaşım demişti biraz çok olmamış mı demişti ama ben tabi ki yeteneğime bok sürdüremeyeceğim için, yok ya o piştikçe dengelencek falan gibi anı kurtarır cümleler kurdum. sonra neyse efendim yemeği yedik, gayet lezizdi falan. sonra bir yarım saat sonra falan, anam bir baş ağırlığı. bir dünya kararması. hepimizin üstüne dünya devrilmiş gibi hatta boynuzları üstünde dünyayı taşıyan geyik gibiyiz. dedim noluyor. ama tabi ki yemeği gündeme getirmiyorum. adeta içimde yaşıyorum. ama kesin tansiyonumuz çıktı yani, gençlik olmasa dün bir kalp krizi garantiydi diye hissediyorum ben. bir kaşıkla yağla yemek yapacağımız günlere biraz daha var yahu. merhaba ben türk'üm. popom sıkışmassa aklım başıma gelmiyor,evet.

3 confession:

imsolate | 6 Ağustos 2011 21:04

şimdi o anlattığın hikaye şöyle oluyür=)
1 ve 2 numaralı kızlar yine aynı. 3 numaralı kız ise "etin tuzu sevdiği kadar babacığım" diyende, evden atılıyor. sonra prensle tanışıyor. evleniyor. düğünlerine babasını da çağırıyor.davette tuzsuz et veriyor. baba o an anlıyor, tuzsuz etin ne demek olduğunu. ağlamaya başlıyor. sonrası bildiğimiz son. gökten üç elma düşüyor, kapan kapıyor...
düzeltmeseydim çatlayacaktım. üzgünüm.

imsolate | 7 Ağustos 2011 00:17

babası da kral değil ayrıca. pohpohlanmayı seven bir zengin. kim anlattı sana bu masalı? olmamış, her yeri yanlış.

nk | 7 Ağustos 2011 00:43

ben burda yemeksepetinden, ebru şallı'ya, ananeme hendek atlatmışım sen git o hikayeye takıl oldu mu sevgili imsolate?