4/21/2011

isyanın kime yiğidim?


her kim ki hayatının bir yerinden dahil olmuş dostları ile çoğu zaman vakit geçirebilme şansına sahip oluyorsa benim gözümde en şanslı insan odur. ben bazılarını kırk yılda bir görebiliyorum zira. o zaman diliminde de bir sürü şey birikmiş olduğu için mutlaka unutulan şeyler oluyor. ya da diğer bir değişle - en azından benim için - hayatımdaki şeyleri dostlarıma paket programlar halinde anlatmayı hiç mi hiç sevmiyorum. şu da oldu bu da oldu şu şöyle dedi şu kız da ne gıcık çıktı bu çocuk evine gidebilir mi? lisedeki şu var ya, doğurmuş oğlum ben 1 yıl sonrasını göremiyorum..konuların geçişlerine gel. olayın üstünden zaman geçmiş, sıcaklığı kalmamış -senin üstündeki etkisi kalmamış bir kere-
bu tip sebeplerden de blog yazmayı çok seviyorum sanırım. arada bir eskilere bakıyorum iki yıllık zaman dilimi içinde bile kafa yapım ne acayip değişmiş, nelerle uğraşmışım nelere kafa yormuşum modunda şaşırıyorum bazen. bunun sebebi tabi ki şu an tamamen dünyaya dostluğu ve barışı getirebilecek mükemmel projelere imza atıyor olmam değil. muhtemelen iki yıl sonra da şu anki yaptığım şeyler absürd gelecek. bu bakımdan bir nevi kendime günlük yani. yıllar sonra dönüp de yirmi iki yaşında hangi kafayı yaşıyormuşum görebilmek için.

 blogları takip eden biriyseniz popüler bloglardan da haberiniz vardır. bazen bu bloglarla ilgili gerçekten anlamadığım durumlar oluşuyor. takip edilmek istiyorsanız adeta yazmanız gereken konular var. nasıl ki genel-geçer bir oskar ödülleri kabulü verse ( ödül almak isterseniz ya bir homoseksüeli oynarsınız, ya soykırıma uğramış bir yahudiyi ya da zeka engeline rağmen sevginin gücü ile dağları devirmiş bir insanı ) -hatta bu konuyla ilgili en güzel tepkiyi bana göre sean penn, harvey milk rolüyle oskarı aldığı zaman yapmıştır- bloglarda da durum söz konusu. bir ara mika' ya da sormuştum. nette geziniyorum bir bakıyorum sadece evlenme arzusu ilgili şeylerden bahseden blogger' lar var misal. kimisinin anlatım dili çok içten. ama bana bir yerden sonra aşırı derecede sığ geliyor. mika' ya sorduğum soru da şuydu zaten; bunca dolu, eğitimli, kafası çalışan kız, bunca emekler, bunca idealler sonunda hepsinin çıktığı kapı bir erkeği kafesleyip evlenebilirsen mi bir amaca ulaşacak? yani bir kızın -daha doğrusu insanın- gerçekten hayattan en büyük beklentisi nasıl "evlenmek" olabilir? evlenmek derken şu gıcık iki elle tırnak işaretini gösterme hareketini yaptığımı hayal edin ( joey' nin yerinde kullanmayı beceremediği) sonrasında bakıyorum bu tarz sığ blogların izleyici sayıları dağları denizleri aşmış ama öte yandan takip ettiğim çatır çatır yazan, bambaşka duruşları olan insanları kimse sallamıyor. yani öte yanda o insanlar ayda 2 girdi ile ne kadar ilginç bir şey söylemiş olabiliyorlar da bu denli ilgi odağı olabiliyorlar?! burada olay izleyici sayısı ile sidik yarıştırmak olarak algılanılmasın. sanal rakamlar, sayılardan bahsediyoruz. kim oyhş bin beş yüz izleyicim var diye kendi kendine tatmin oluyordur ki zaten? olsa bile nereye kadar yani?

bir de sürekli -özellikle- marilyn monroe  fotoğrafı paylaşan kız, neyin kafasını yaşıyor işte onu hiç çözemiyorum.
kadın baya önemli bir zat. okay. anladık.

3 confession:

Wicked_Stardust | 22 Nisan 2011 09:42

bir de ne giydim, ne yedim, ne içtim, hangi markalarla haşır neşirim olayları mevcut. ayıp olmazsa ben de bugun ne sıçtım blogu yapıcam. görsel içerik çok zengin olabilir. herbiri bir öncekinden farklı şekilde çünkü. ve mutsuz olabilirim ama sinirli asla değilim. sadece senin bu düşündüklerini ben de düşünüyorum ara sıra, o yüzden agresyon sıçraması yapıyorum sanılmasın lütfen.
ve 22 yaşında olmak ne kadar güzel birşey olmalı. çok özendim.

nk | 22 Nisan 2011 17:18

22 olmak da bunca belirsizlik arasında pek keyif vermiyor aslında. bilemedim.

Wicked_Stardust | 23 Nisan 2011 09:44

inan bana 32den iyidir. hele de 32 yaşındaysan ve kafan da belirsizse