8/23/2010

bugün sana mavi açmayı çok istiyorum.


-üstünden o kadar zaman geçti ona rağmen hala o, kutunun üstündeki ipi kopardıktan sonra ufalanan bal mumlarını elle süpürme kafasına anlam veremiyorum var mısın yok musun' daki.

dün akşam kafam biraz güzelken tv'ye kitlendim. baya oturmuş kendimi var mısın yok musun izliyor halde buldum. hem de öyle kitlenmişim ki böyle bir gereksiz stres bir gereksiz sıkıntı. 500 bin açıldıkça bir hayıflanma. hayattaki tek sıkıntım oymuş gibi takılmışım bir süre. dedim sonra ne oluyorsun, ne iş. sana giren çıkan ne.

tam programa kitleniyorum pat reklam. ordan geçiyorum çghb'a. güzel kafayla pek bir üç boyutlu geliyor o program. tam ona kitleniyorum pat reklam. ondan ona seke seke izlerken dedim neden bir yandan da yemek yemiyorum. bir güzel hazırlıklarımı yaptım bir şeyler tam oturdum ki, bu sefer ikisi de reklama girdi.

tv'de izleyeceğin aptalca şeye tam kitlenmişken, bir yandan da yemeğimi yiyeyim keyfime keyif katayım dediğimde kanal reklama giriyor ya, işte tam bir mutsuzluk tanımı.

var mısın yok musun' a bir takılsan sayfalar dolusu yazı çıkar. ekranlarda sürrealizmin tarihi yeniden yazılıyor. farkında değiliz. oradaki insanlar çok farklı bir boyuta geçmişler. şimdi dün bir tane kız vardı, amerika'da yaşıyorlarmış. acun, tam bir klasik türk insanı gibi davranarak kızdan ingilizce konuşmasını istedi. sonra türkçe' sini de dinledikten sonra, kız en son babasının off-günü olduğundan bahsetti ki o anda, iki dili de ayrı ayrı güzel konuştuğuna ikna olduğumuz kız iki dili karıştırarak hepimiz hayal kırıklığına uğrattı. evet. bu yarışmanın formatı bu. tam anlamıyla bir bizlik duygusu oluşturuyor. yoksa mal gibi oturup izlemezsin. sonra kızın bugün gitmesi gerekiyormuş, bir güzel öptü uğurladı acun. kanal bir 10 dakika boyunca bu anlamsız muhabbete kilitlendi. zeynep casalini' den amacım yok yaşamak buysa sözünü alıp programa format yapmışlar.

insanlar bu yarışmada kutu açmak olayına kutsal bir şeymiş gibi yaklaşıyorlar. muhtemelen format gereği olan bir şey ama; o kadar moda girmiş olmaları hepsinin içinde de var olduğu gerçeğini gizlemiyor.

bugün sana mavi açmayı çok istiyorum. lan. kendinize gelin. cannım kızım, çok istiyorum sana mavi açayım. sonra teklifler bir şeyler geliyor. önce telefon, arkasından yavan ötesi bir hamdi bey muhabbeti. acun bize bildiriyor ki, acun bey hesap kitap yapıyormuş. allah aşkına nasıl bir hesap çok merak ediyorum. üç katlı integral mi çözüyorsun orada. sonra hamdi bey' e çok teşekkür ediyorum ama yokum.

bu sırada yarışmacılar iyice kendinden geçmiş vaziyette beş yüz bin beş yüz bin sloganı yapıyorlar. böyle işte gaz verme amaçlı öyle saçma sloganlar yapıyorlar ki, beş yüz bin beş yüz bin narası sevimli gelmeye başlıyor diğerlerinin yanında.

ama ben en çok yarışmacıların, bilimsel verilere dayanan çıkarımlarından hoşlanıyorum.
hmmm, dün ben kırmızı açmıştım ama ondan önceki üç gün sarıydı, ayten hanım da hep mavi açıyor bu yüzden ben onun arkasında olduğum için bugün kırmızı hissediyorum. cümlenin sonunda başını çoktan unutmuş oluyorum o kadar saçma çıkarımlara inanıyorlar.

hepsinin kutusu kutsal. bu işin şakası yok.
-kutunu açar mısın canım?
-seve seve.

haydaa. seve seve? o ipi bal mumundan kurtaracaksın sonra pislikleri pıst pıst diye masanın üstüne dökeceksin ve açacaksın bu kadar basit. sevgiyi falan ne karıştırdın şimdi canım.

yarışma bir yandan tam gaz devam ediyor, ekspresyonizm' in dibine vurmuşuz derken altın vuruş şu diyalogla yaşandı.

-arzucum ne hissediyosun?
-valla canım benim, seni çok seviyorum. biliyorsun. zaten bir alt odamda kalıyorsun. paylaşımlarımız çok büyük.. ama ben bugün kırmızı hissediyorum. --- paylaşım ne alaka burada şimdi?
-kutunda mavi hissediyorum desem kırılır mısın?

aa. kırılmak ne alaka . böyle yapış yapış bir muhabbet, herkes bir hisler içinde. birbirleri için pazara kadar değil mezara giderler ama sonra gidip survivor' da birbirlerini boğazlarlar. bu işler böyle.

son sözüm de acun'a. paranın içinde yüzmekte olan bu arkadaşımız giyinmeyi asla ama asla öğrenemedi. yapacak hiçbir şey yok.

-tüm firmalar topluca anlaşmışlar ve güzel t-shirt üretimini durdurmuşlar. yok anacım. ben bulamıyorum.

-dışarıda bir yerlerde kuru fasülye - pilav yiyeceğim diyelim. bayılırım. ama ben ikisini ayrı ayrı birbirine karışmamış vaziyette ve yanyana yemeyi seviyorum. türkçe'de çatı kuralı. işteş çatıda birlikte mi karşılıklı mı muamması.
ama ben müdahale edene kadar, usta hop koyuyor pilavın üstüne bir kepçe kuru fasülyeyi. sonra o pilav kırmızı sulu sulu bir hal alıyor ve ben tüm konseptten soğuyorum. bir şey de diyemiyorum tabi. yiyiyorum kuzu kuzu. yalnız bunu değiştirir misiniz? buranın sorumlusu kim diyebilecek acarlıkta bir insan olamadım hiç.

-barlarda, yarım bardak limon suyu içinde gelen, dikine kesilmiş havuç ve salatalık çubukları. nasıl desem. biraz özensiz geliyor bana hep. dolaplarda kalan saçma alakasız şeylerden yemek çıkarmak gibi. ya da evde bulunan artık malzemelerden maket yapmak gibi. onun olduğu bar karizmatik bir yer olamıyor asla gözümde.

- ekranlarda koca yanak diye bir çocuk figürü yarattılar ya. maret reklamında kadir çöpdemir ile baba oğul bir sucuk serisi hikayesi vardı. hepimiz inanmıştık onların baba oğul olduğuna. sonra ne oldu. o çocuğun babası farklı bir adam olacak şekilde yeni bir reklam çekmişler. e noldu şimdi böyle. nerede kaldı bizim inandığımız baba oğul. duygularımızla oynamadınız mı.

-inception filmindeki mimar hikayesini anlamadım. ya ben anlamadım ya da havada kalmış. o kız ne yaptı bir mimar olarak o filmde. bir de neden daha usta bir mimar değil de bir öğrenci. bu mimar kafası üzerine gittim matrix' leri yeniden izledim. oradaki mimar hikayesi çok iyi bir şekilde açıklanıyor iken, inception' da fazla zayıf kalmış. gerçi adam nasıl bir hikaye yazmış dil uzatmak haksızlık olur. ama nasıl ki, türk filmlerini izlerken buram buram türk filmi olduğunu hissettiren bir şeyler varsa, aynı şey hollywood filmlerinde de var. olayı hemen aksiyona bağlamak. biz teknolojinin kitabını yazdık mesajı. aslında hiç gerek yok. yalnızca o nehre yuvarlanan araç ile hotel odasındaki yer çekimi olayı arasında ilişkinin kurulmuş-kurulabilmiş olması bile bu filmi çok başarılı kılıyor.
yine de bana göre christopher nolan' ın en iyi filmi hala the dark knight. ondaki o yoğun his başka.
bir de yaratılan dört katmanlı hikaye ustaca kotarılmış iken o karlı kısım fazla gereksiz geldi bana.

-çarşafları değiştirince beni en çok geren şey, yastık kılıfını doğru şekilde takmak. şimdi yastık genelde yatmaya alıştığım bir tarafında belli girintiler çıkıntılar oluşturuyor ve ben onlara alışıyorum. bir yandan da yastık kılıflarında yüzüme doğru denk gelmesini sevdiğim taraflar var. yastık kılıfını yastığa geçirirken en kilit unsur bu; farklı iki girdiyi doğru şekilde kesiştirmek. yatağın yatmaya alışık olduğum yüzüyle, kılıfın sevdiğim yüzü üst üste binmelidir. yoksa katiyen yatamıyorum.

-merhaba. benim ruhum hasta.

3 confession:

Adsız | 24 Ağustos 2010 00:47

tam bir ruh eşisin.

nk | 25 Ağustos 2010 10:10

kimin ruh eşi olduğumu merak ettim ama. ben meraklı insanım.

f | 27 Ağustos 2010 03:34

O süpürme olayı beni deli ediyor bazısı bunu uzattıkça ben feci geriliyorum o kutuya kafalarını koyup kapakla sıkıştırma arzusu doğuyor büyüyor büyüyor içimde biryerlerde.