4/30/2010

iki medeni insan

2

meslek hastalığı nedir? meslek hastalığı bu klipte ilk dikkatini çeken şeyin "kaset döşeme" olmasıdır.

bir de bu erkek erkeğe söylenecek düet şarkısı mıdır ki? şu belimi bir saramadın ya, falan.

o zaman en hayırlısı olsun hakkımızda.

4/28/2010

23.00' ın geç bir vakit olduğu zamanlar

0

click to zoom
bugün bir şekilde öğlen 4'ten itibaren oyalanıp da projenin başına oturmayı erteleyebildiğim gibi günün sonuna doğru da kelimenin tam anlamıyla son vuruşu yaparak şampiyonlar ligi maçını izlemeye karar verdim. maçtan sonra çalışmaya başlayacaktım, anı içinde değerlendirirsek en mantıklısı oydu zaten. sonuçta maç oynanırken bir şekilde aklım ona takılacak bir türlü istediğim randımanı alamayacaktım. neyse maça doğru ekran karşına koyuldum ki, böyle maziye doğru uzun bir yolculuk yaptım. orta okuldayken galatasaray'ın da avrupa'daki süpersonik başarıları sayesinde futbolu çok seven erkek güruhuna dahil olmuştum. ama bir sorun vardı ki, şampiyonlar ligi maçları o zamanlar katiyen algılayamadığım bir saatte; 21.45'te başlıyor idi. ya maçı izleyip uykusuz kalmak vardı işin ucunda, ya da normal uykunu çekmek. göze alınamayan uykusuzluk süresine bakar mısınız? bu maç en kötü ihtimalle 24.00'a doğru bitecek, dişini fırçala anında uyu değil mi? en kötü ihtimalle yedi buçuk saat uyuyacaksın. yedi buçuk! orta okul zamanı devamsızlık diye bir kavram yoktu benim hayatımda. anne baba da öğretmen olunca, her gün okuldaydım. adeta devamsızlığın tadını bilmezdim. her gün de 7.30 gibi kaldırılır, kahvaltı edilir okula gidilirdi. hiç uykusuzluk çektiğimi hatırlamıyorum. kahvaltısız evden çıkamama kuralının etkisi çok önemliydi sanırım bu noktada.

diğer taraftan, diyelim maçı izlemeyi göze aldım; bu sefer de bir şekilde ekran karşısında sızdığım, sonrasında da gece 2-3 civarı uyanıp teleteks' ten skoru öğrenip devam ettiğim geceler yaşardım. özellikle heyecansız geçen deplasman maçlarında.. o zaman biz gençtik tabi. teleteks diye bir şey vardı. ileride de muhtemelen teleteks diye bir şey vardı diye anlatacağız çocuklarımıza. düşününce 10 yıl önce kullanılan bir şey şu an kullanınca bile garip geliyor.

yahu 11'den önce uyuyakalmak nedir? şimdi düşününce 11 ikindi gibi bir zaman dilimi. çocuklukla bunu mu kıyaslıyorsun sen şimdi diyebilirsiniz. evet arkadaşım kıyaslıyorum var mı? yatıyorum ülen. bu gece de 12'de yatıyorum. hem de hiçbir şey yapamadan. adeta bir arsız gibi, adeta bir yüzsüz gibi.

ben 23.00'ın geç kabul edildiği zamanları özledim.

4/27/2010

ricky, gay'miş. hadi canım

3


yalnız canlarım neler olmuş. bendeniz adeta ayak üstünde uyuyor imişim. öncelikle şaşırdığım olaylardan biri ricky martin'in eş cinsel olduğunu resmi olarak açıklamış olmasından yeni haberdar olmam. zaten olayın şaşırılacak bir boyutu yok. bilmeyen mi vardı onu kine? böyle fotoğrafları vardı zaten onun çok zaman önceden. yakında gay değil de yalnızca çok hormonlu bir kız olduğu söylenen tarkan'dan da aynı açıklamayı duyabiliriz gibi. çünkü popüleritesi dibe doğru yol almakta günbegün. neyse bu noktada asıl önemli konu, kızların tüm yakışıklı erkekler gay' dir tezlerini çok sağlam bir şekilde desteklediklerini sanması. şöyle ola ki, o ekranda gördüğünüz yüzler belki de normal hayatta karşınıza çıksa affedersiniz kıçınıza bile takmayacaksınız. yahu ben arda turan' a bile "çoook yakışıklı bayılıyoreeaamm" diyen kız gördüm. daha da diyecek bir şey bulamadım. içinde büyük bir galatasaray sevgisi taşıyan bir insan olduğumu dikkatle belirtmek isterim bu hususta. çünkü, eğer arda'nın altındaki o araba ya da banka hesabının kabarıklığı olmasa yakışıklı olduğunun kabul edimesi oranı %100 düşer. haksızsam, haksızsın diyin. haksızsanız, hak sızsınız derim size. bir kere arda çok yetenekli bir futbolcu olabilir, ekrandan göründüğü ve esprileri itibari ile salak bir adam olmadığı anlaşılıyor da olabilir ama kendisi koca kafalı ve götten bacak yapacak bir şey yok.

zaten birkaç yıl önce fenerbahçe'li semih ile yaşadığı tartışma sonrasın "biz abi çekeriz.." gibi bir cümle kurduğunda, içimde oluşan hezeyanlar tarifsizdi. abi çekmek ne ya, de git. hanzomtrak.

neyse efendim asıl konumuz ricky idi. kendisi de uzun zamandır bilinen gerçeği, doğrulamıştır. iyi ki böyleyim, çok şanslı bir eş cinselim lay la lay la la la demiş gözleri boyamıştır. isminin neredeyse duyulmadığı şu günlerde böyle bir şeyin ayyuka çıkması ister istemez reklamı getiriyor insanın aklına. yapacak bir şey yok. kendi magazinsel merakımı düşününce ben bile duymamışım. demek ki o kadar popüler değil ki; o kadar olur.

duymadığım ayrı bir olay ise, ebru gündeş'in azeri bir iş adamı ile evlenmesi imiş. üstelik de önce hamile olduğu ortaya çıkmış. demek ki ebru'nun höt hötlüğünü bastırabilecek insanlar, sınır dışında istikamet ediyorlarmış.

öncelikle sayın kol'dan özür dilemekle birlikte biraz türk malı dizisine giydirmek istiyorum.
türk malı diye bir sefilliklik dönmekte ekranlarda. o binnur kaya'yı ben oradan çekip almak istiyorum. az önce bir süreliğine tanıklık ettim ve tebessüm bile edemedim. avrupa yakası'nda hasibe eren'in yapmaya çalıştığı, kelimeleri yanlış telaffuz( işte seval buna teneffüs falan diyebilirdi) ederken güldürtme hastalığına tutulmuşlar. tamam bazen komik oluyor bu durum, ama sürekli üstüne yürüyüp bokunu çıkarmak.. şafak sezer zaten bir gitsin. geçende de kendisi bu dizideki rolü ile recep ivedik ile mukayese ediliyordu. al birini vur ötekine. hangisi daha kötü karar veremiyorum. binnur kaya para uğruna böyle işler yapmasın bence, yeterince para kazanmadı mı ki yahu? artık bu tip insanların daha seçmece çalışmaları gerek.
hızımı almışken bok yağmuru devam etsin. geçende de özlem tekin'in yeni şarkısını ve klibini izledim. bunca yıldan sonra yapa yapa bunu mu yaptın diyor insan. özgünlükten çok uzak. nerede yar bana varmadı ya da dağları deldim ya da gezegen x. ( yeri gelmişken şunu da söylemek isterim ki özlem bu şarkıda bir yerde "arkada bok var" diyor. yıllar geçti ben hala öyle duyuyorum en azından. bir de kahkahasına bayılıyorum bu şarkıda.) neyse gelelim çıkış şarkısı yatağım boş'a. nerede o asi özlem tekin. nerede skime kadar tavrı, nerede yatağım boş. özlem senin yatağın boş olamaz, boş gelemez. boşsa sen koymuşsundur çocuğu keyfin de gayet yerindedir. bu şebnem ferah çakması imajdan haz etmedim. klip şarkıdan daha da kötü, sular içinde falan. üstelik özlem tekin tam bir kadana olmuş. ( memintolar da tombiktoymuş/ yiğit özgür).

4/24/2010

stil zengini

0

pamela'nın yeni albümü stil zengini'ndan albümle aynı ada sahip şarkı stil zengini'ne pek takıldım bu aralar.

şarkıda bazı şarkılardan güzel aparmalar var o ayrı. özellikle şarkının 16. saniyesinde giren melodi bariz bir şekilde madonna'nın candy shop'ından alınma. şarkının tamamında geri planda devam eden lok lok melodi ise black eyed peas'in my humps'ından. ama şarkı beni çok eğlendiriyor. o yüzden bunları göz ardı ediyorum. pamela şarkının 1.38inci dakikasında ya rock seversin ya pop diyor. burada bariz bir şekilde ya-rock türkçe değişle başka bir anlamda kulağa geliyor. buna dikkat etmemiş olacaklarına ihtimal vermediğimden dolayı kasıtlı olduğunu düşündüm. 1.56'da giren adamın vokal performansı da son derece ilginç. muhteşem memleketimin buldumcuk insan evlatları. yıllardır açtım ne bu açılım diyenler. ama bir bakın,şuna bir bakın.

4/21/2010

uyku git başımdan

1

allahım bu jüri zamanı uyku neden bu kadar tat kazanıyor. şu anda bir sürü şeyim yarım yarım durumda ve bu sebeple aslında hepsi birer hiç. tüm diziler daha seyredilesi, facebook daha girilesi, blog daha yazılası, arkadaşlar daha sohbet edilesi kısacası her şey çok daha iştah kabartıcı geliyor insana. acaba sadece ders çalışan insanlara da öyle mi geliyor. çünkü ben unuttum açıp da kitaptan bir şeyler çalışmayı.

bazı insanların sakalı kaşı bıyığı keçeli kalemle boyanmış gibi oluyor. aslında bir tane çok güzel örneğim var ama bilinç altlarınızı etkilemek istemem. size keçeli kalemi vermeyeceğim, keçeli kalemle çizilmiş gibi duran sakal bıyığı hayat ettireceğim. bence evet.

bence jüriiğğh; sevdiğimizden nefret etmekle, nefret ettiğimizi sevmek arasında geçen bir zihin oyunu. allahım bu kadar doğru bir tanım daha var mıdır..

bence Şişli/ Mecidiyeköy o kadar sağlam bir ikili ki yani nasıl desem Dolce and Gabbana'ya bile rahat koyarlar.

koymak ve D&G bir araya gelince de hemen serbest çağrışıveriyor insan.

jüri zamanı msn iletilerinden bir derleme yapılsa inanıyorum ki bestseller olur. favorilerimden biri de şöyle ; " yok artık çok eminim biz kurtarıcaz bu memleketi"

"uyku git başımdan
uyku git başımdan ben sana göre değilim
jüri birden gelecek seziyorum
hem kesitim yok hem modelim eksik biraz da maketsizim
uyku git başımdan istemiyorum.

sevindiğim anda sen üzülürsün
acımasız jüri eleştirmeni duymamışsın ki
projen tamamen değişmemiş
bambaşka formlara.
her öğrenci mimar gibi, aykırı olmaya çalışan bir mimarım dünya geniş
büyük bir gerilim çınlıyor içimde
çetrefil jüri saatleri kesinleşmiş
sakın yatağın yumuşaklığını getirme akıma
uyku git başımdan ben sana göre değilim
jüri birden gelecek seziyorum
hem kesitim yok hem modelim eksik biraz da maketsizim
uyu git başımdan sana bayılıyorum..."




merhaba a.ilhan severler.

4/20/2010

bence..

0

hüseyin çağlayan'ın aksanına sahip olduğum gün, nihayet mutlu bir insan olabilirim.

gür bir evet lütfen

3

pazar günü ankara dönüşünde,otobüste izledim. bülent arınç'ın oğlu evlenmiş. [bilsem oradayken bir uğrar, bileziğimi takardım.] hem de başı açık bir kızla. kızı cesur buldum. o kaynanayla inşallah geçinebilirsin güzelim. düğün görüntüleri tam anlamıyla beni gıcık etti, niye bilmiyorum önceden bu tip şeylere aldırmazdım. çocuk mezun olur olmaz tobb üniversitesinde yüksek bir mevkide işe girmiş. eminim çok başarılı bir öğrenci olduğu için olmuştur. insanlar yalnızca bir staj bulabilmek için adeta kıçlarını yırtıyorlar. ilk kez böylesine bir olayı bloga taşıma gereği hissettim. okulun sonlarına geliyor olmamızın etkisi büyük bu hususta. bu insanların yönettiği bir ülkede yaşamak boğucu geldi bir an için; her ne kadar burada yaşamayı çok seviyor olsam da.

nikah şahitlerinden birisi cumhurbaşkanı, diğeri başbakan. nikahı kıyan gökçek. anam evliliğe gelin. sıkıyorsa boşanın ülen. arkasında devlet var evliliğinizin. hatta inşallah hemen boşanırsınız da göt olur hepsi. ( sığ yaklaşım). gül'e göre, mücahit ve kübra o kadar gür evet demişler ki herkes pek mutlu olmuş. başbakanın tavsiyesini dile getirip, bol çocuk önermiş. kübracım inşallah 17 tane doğurursun. hadi bakalım.

4/16/2010

coşkun

0

bir de bu gece uyuyamamaları çıktı başıma. hey allahım. o kadar uyuyamadım ki, milliyet.com.tr'ye girdim malzeme avına. çok malzeme var orda çok. neden? çünkü ucuz mu ucuz, ülkem gündemini yansıtıyor.

bir tane at, diğer atların olduğu yere girmiş ve beş tane güzelim ata tecavüz etmiş. at benim en sevdiğim hayvan. daha önce de söyledim. en tasarım harikası hayvan. aslında bana kalırsa hepsi tasarım harikası. yok hepsi değil. baya bir hepsi - { hindi }. hindi'nin iyi bir tasarım olduğunu kabullenmemi bekleme benden. çünkü değil. ibiği var bir kere. o ibik ne ya. pff. gördüğüm yerde sinirim tepeme çıkıyor hindiyi. çok çirkin ve çirkin olduğu kadar iri. kabarmak falan gibi ucuz atarları var bir de. lisede gazetedeki bir hindi fotoğrafına yıllarca güldüğümüzü bilirim. beyaz bir hindi, ok arkasından girmiş önünden çıkmış bir şekilde yaşamına devam ediyor hatta koşuyor.

orta okulda falan { } şu sempatik küme işaretini yapamayan insanlar vardı. yo yo hayır, anlamam mümkün değil. bir insan bunu nasıl yapamaz yahu. ve şöyle bir gözlemim daha vardı ki, bu güzelim işareti yapamayan insanların hepsinin bu işareti yapmaya çalışırken ortaya çıkardıkları işaret aynıydı. şu an üşenmesem çizer buraya da kordum. ama o kadar enerjim yok. daha önceki uğraşlarım hatrına idare edebilirsin bence.

yine konu konuyu açıyor. atların ne kadar güzel olduklarını bilirdim de bu kadar performanslı olduklarını bilmezdim arkadaşım. şimdi bu tecavüzcü ata "coşkun" adını vermişler. çok yerinde bir karar. arka arkaya 5 tecavüz mü?! tam olarak bilmediğim ve aslında hiç de öğrenmek istemediğim sebeplerden dolayı madure olan olan atlar koşucu olamayacaklarmış. bir anlık zevk, nelere mal oldu gördün mü coşkun?! diğer atların sahibi de olayı şöyle lanse etmiş. gördüm ve iş üstünde yakaladım, ayırmaya çalıştım ama huzursuzlandı; istemedi. kendini coşkun'un yerine koy arkadaşım. sen ister misin..

tuvalette otururken kendine yabancılaşmayan insan var mıdır, bugün bunu düşündüm. orada iğrenç mi iğrenç bir şey yapıyorsun tiksiniyorsun hatta. ama az önce o senin bir parçandı, beraber güldünüz beraber yemek yediniz. beraber okudunuz coşkun'un melodramını. ama yok işte yine de öyle olmuyor.

bu yabancılaşma hissini başka birinin msn kutucuğuna bakarken de yaşıyorum çok bariz. sürekli baktığın bir şey ve kendininkinden farklı bir kullanım görünce, değişik geliyor baya.

ben de fotoğraftaki abinin huzuruna ermiş olsam, gece gece bunları düşünmesem ya.

go coşkun.

4/15/2010

aprilis

1

hello torino.
blogu açmamı sağlayan güzel insan mika, yeni yaşında önce allahtan sağlık mutluluk sonra üniformanda başarılar sonra da tarlatanlı beyaz gelinliğinde mutluluklar dilerim. dilerim bilirsin. o değil de yaşlanıyoruz baya be.

öptüm çok. ehe.

bir de bu fotonu çok kıskanıyorum, haberin olsun.yandaki o popo parçası olmasaymış ne de güzel olurmuş pek de güzel olurmuş.

4/14/2010

A single man/ Yalnız bir adam

0

festival kapsamında bugün izlediğim Tom Ford imzalı filmin anlamı, benim için bu afiş oldu adeta. filmin içindeki takım elbiselerin içinde olmayı her erkek ister sanırım. colin firth'in devamlı taktığı kemik çerçeveli gözlükler ise gidip camsız da olsa bir tane alıp takma isteği uyandırdı içimde. film görsel olarak çok başarılıydı.
filme bir şekilde dahil olmuş olan insanların hepsinin güzel olması, sahnelerdeki renk seçimleri, kıyafetler. bu kusursuz görüntü yönetimi, senaryonun eksikliği yüzünden müthiş denilecek bir filme dönüşememiş bir türlü. özellikle başlarda giden akıcı dialoglar, sonlara doğru orijinalliğini ve akıcılığını yitirmiş biraz; ve sonunda o kadar kurlaşıp da bir türlü sevişemeyen iki karakter, beklenen sonu vermiyor insana. o öyle olmaz gerçek hayatta yalnız. dedirtiyor.

filmde en çok yarıldığımı dialogu paylaşayım istedim. julien moore filmde güzelliğini sorgular bir hala gelmiş bir şekilde dert yanarken, geçenlerde bir gençle aralarında geçen şu konuşmayı anlatıyor. (genç, kadının gerçek bir sarışın olup olmadığını sorgular) ve bunun üzerine;

"eğer amuda kalkarsam, ağzı kokan bir esmer olabilirim."

çocuk boş bakmış o ayrı. böyle zeka kokan bir laf sokuş olsun. bayıldım.

meslek icabı, filmin geçtiği bu evin güzelliğinden de bahsetmeden geçmeyeyim.

döngü

1

bilinç altım bir süredir enteresan rüyalar görmemi durdurmuştu ama dün gece efsane bir dönüş yaptı. böyle tanıyıp tanımadığımı çok da hatırlamamakla beraber bir grup insanla yemyeşil bir ova üzerindeydik. bir kıyamet günü havası hakimdi. çimler olabildiğince yeşil olmakla birlikte gökyüzü nuri bilge ceylan filmleri tadında gri tonlarındaydı. herkes bir şeyler bekliyordu ve hırçın bir rüzgar hepimizi savunuyordu. (adeta heroes kafası). derken devasa bir karaltı oldu ve koca bir göktaşı üzerimize düştü. o anda gözlerimin kapandığını ve her şeyin bittiğini hatırlıyorum. gazman misali şehirlerin üzerinde uçtum bir süre. yanımda az önceki tepede gördüğümü bildiğim insanlar da vardı, ama herkes birer birer hedeflerine doğru yanımdan ayrılıyordu. sonrasında gözlerimi açtığımda, bebekliğimdeydim. gözlerimin net seçemeyişini bile hissettim. annemin kucağındayım ama çılgın bir bilinç durumu söz konusu. geçmişi tamamen hatırlıyordum. duvarda veya evin diğer kısımlarında, yeni çekilmiş fotoğraflarımı görüyorum. annemse gencecik. annemle aramızda 22 yaş var. 22 yaşında anne olduğunu düşünürsem, bir yıl sonra evlat sahibi olma fikri çok uzaklarda şimdilerde.. gencecik görünmesi normal yani. kafamın içinde ise geçmişe dair, geçmiş yaşamımdan getirdiğimi ve kendimi ifade edebilmeye yavaş yavaş başlayacağım sıralarda bu birikimi kaydedeceğim bilgisi var.

lan sabah kalktım, dedim ya gerçekten böyleyse. hayat gerçekten de bir loop/ döngü ise? ( bu da lost' a dair okuduğum bir teorinin bilinç altıma yansıması. çok bariz.) deja-vu da böyle açıklanabilir sanki.

ama senaryoda şöyle bir açık var. ben öldüm ve yeniden yaşamıma başladım. ama annem bu döngüde kaldığı yerden devam etmemiş oluyor. aynı anda kıyamet kopmuş olsa bile, ikimiz de aynı anda sıfırdan başlayamayız.

yoksa herkesin döngüsü kendi içinde mi yeniden başlıyor?! bilemedim.

4/11/2010

benim bir yeşil suyum var, her sabah içtiğim

3


bir süredir yemek yapmayla arama biraz mesafe girmişti. normalde bayıla bayıla yaptığım şey, okuldan yorgun argın gelip sonrasında bir de yemekle mi uğraşıcam beeeööö çirkefliğine falan ulaştı. ama yemeksepeti de bir yere kadar yani. bir ara içimde bigking ağacı filizlenmeye başlamıştı. çok net hissediyordum. arada bir göbeğimi açıp ona klasik müzik dinletiyordum. sonuçta benden olacak çocuk bir aytek vakasına dönüşürse, derbeder olurum dostlarım. çok üzülürüm. herkes çocuğu iyi olsun, güzel olsun hoş olsun ister. hani bu psikoloji zırvaları var ya işte insanlar kendileri olamadıkları şeyleri çocukları üzerinde uygulamaya kalkıyorlar çok hırsla yetiştiriyorlar çocuklarını bık bık zık zık gibisinden. yahu arkadaşım insanız yani zaaflarımız var, analiz de analiz. insan tabi ki çocuğunun sevdiği bir insan türünde,çeşidinde olmasını ister ya da en azından umar.

yemeksepeti kurye elemanları da sağolsunlar her seferinde kendimi bok gibi hissetmemi sağlıyorlar. şimdi allah için kimisi çok iyi, güler yüzlü falan oluyor ama bazısı oyyyy. böyle sanki kalabalık bir arkadaş grubuma onlardan birini davet etmişim, böyle bir disko ortamı hepimiz züppe ötesiyiz hatta hepimiz birer nuri alçoyuz ve onu ortamıza alıp " o artık bizim malımız, dayanamaz artık mall ister " hareketleri ile birbirimize doğru savuruyormuşuz gibi bir öfke içinde oluyorlar. arkadaşım ben de tembellik yapabilirim sonuçta erkek insanım, her zaman yemek yapasım gelmiyor kolayına kaçasım geliyor; e bu da senin işin. madem bu kadar nefret dolu olacaktın başka iş bul demiyorum, hayatın ne kadar zor olduğunu ben de biliyorum ama dostum benim de tek sorunum kahrolusu beyaz kıçımın beynimden büyük olması değil. sen de biliyorsun. yaşça senden küçük olabilirim. ayağıma yemek getirmek sana zor geliyor olabilir ama ben vallahi de güleryüzlü olmaya çalışıyorum. teşekkür ediyorum. bunun sebebi de yerinizde ben olsam ben de aynı şeyleri hissedebilirdim, yoksa tersim çok çirkindir benim. nemrutumdur, gudubetimdir.

konu konuyu açıyor, güzel blog sakinleri. aslında ben dün akşam yaptığım yemeklerden bahsetmek için buradaydım. anneannem o kadar güzel yemek yapar ki. ve o kadar başarılı yer ki. yanında tok olsanız, çatlayana kadar yersiniz. hatta, uzaktan bizim oraya gelen tanıdıklar anneannemde yemek yemeden gitmezler. bir de yedirmeyi de çok sevdiği için. bebeğim ya özledim bak. hatta benim kurban bayramlarında doğru düzgün et yememem hep büyük sorun teşkil eder. anneannem ete saldırayım ister. kendimden geçeyim et yerken ister. çünkü ona göre erkek adam et yer. ama ben bir kenarda makarna yiyen insan olunca, içerlenir biraz. sırf onun gönlü olsun diye yemeye çalışırım ben de. anneanneme göre erkek zayıf da olamaz. work and travel dönüşü, beni gördüğünde kahrından ölmüştü misal. çünkü 58 kiloydum. resmen kaşık kadar kalmıştım. erkek adam 50 kilo mu olurmuş heç, bir 70 olması gerekir en azından diye et hesabı bile yapmıştı.

bana kalırsa yemeklerinin güzel olmasının sırrı içine sevgi katmasından (keh keh) ziyade, yağ konusunda cömert olması. şimdi ben de onun izinden devam ettiğim için çok yağsız yemek yapmayı sevmiyorum. sağlık sorun değil. sonuçta anneannem de felç geçirdiğinde yağsız yemekleri yemektense, hiç yememeyi tercih etmişti. atın ölümü arpadan olsun, hayat felsefemiz.
açıkcası bu mehmet öz tadındaki adamların, her sabah bir avuç taze badem yiyin işte efendim böyle kuzu kulağını koltuk altınıza sürtün tadındaki önerileri beni sıkıyor. o kadar kontrol hastası bir hayat sürmek istemiyorum.

hatta bununla ilgili bir anektot paylaşmak isterim. şimdi kral bir gün 3 kızına da sormuş. beni ne kadar seviyorsunuz diye. 1. kız demiş ki çok seviyorum şu kadar bu kadar dağlar kadar. 2. kız demiş sonra, ülkem kadar kainat kadar bık bık. sıra gelmiş 3. kıza. 3. kız da demiş ki tuz kadar babacığım. kral dellenmiş tez zamanda sürgüne yollamış. sonrasında gel zaman git zaman, kral damar tıkanıklığı yaşamış. ve aşırı diet yemekler yemeye mahkum olmuş. özellikle tuz katiyen yasakmış. ama kral kahrından ölüyormuş bu kadar lezzetsiz yemekler karşısında. işte o zaman anlamış 3. kızın onu ne kadar çok sevdiğini. ( hikayeyi resmen piç ettim ama siz önemli noktayı kavradınız biliyorum)

şimdi mesela ebru şallı yemek yapıyor bazen görüyorum televizyonda. ayy onun da parayı basıp her şeyin uzmanı olduğunu zannetmesi ayrı bir tragedya, apayrı bir blog yazısı olur hatta ama yemek konusunda iyice uç. bir kilo taze fasülyeyi bir kaşık zeytinyağıyla pişiyorum beroş da çok seviyor demez mi. e kızım çocuğun damak zevkini 0.3 yaşındayken piç etmişsin, sevmesin de ne yapsın çocuk. 1 kaşık yağ ne be. o fasülyeleri başına atarım ben harun'un yerinde olsam. en azından tencerinin dibi tamamen yağla örtülü olmalı. yoksa sası sası olur.

böyle dediysem ben de vıç vıç yağlı, içine çizmeyle anca girilebilen yemeklerden haz etmem onun da bir kararı var tabi.

işte ben dün o kararı biraz kaçırmışım. aslında ev arkadaşım demişti biraz çok olmamış mı demişti ama ben tabi ki yeteneğime bok sürdüremeyeceğim için, yok ya o piştikçe dengelencek falan gibi anı kurtarır cümleler kurdum. sonra neyse efendim yemeği yedik, gayet lezizdi falan. sonra bir yarım saat sonra falan, anam bir baş ağırlığı. bir dünya kararması. hepimizin üstüne dünya devrilmiş gibi hatta boynuzları üstünde dünyayı taşıyan geyik gibiyiz. dedim noluyor. ama tabi ki yemeği gündeme getirmiyorum. adeta içimde yaşıyorum. ama kesin tansiyonumuz çıktı yani, gençlik olmasa dün bir kalp krizi garantiydi diye hissediyorum ben. bir kaşıkla yağla yemek yapacağımız günlere biraz daha var yahu. merhaba ben türk'üm. popom sıkışmassa aklım başıma gelmiyor,evet.

4/09/2010

Six Feet Under!

0


-yerin 2 metre altında-

2001-2005

"-what happened to us?
-life happened to us."
Çarşamba gecesinden beri içimde bir yumru var. o gece bile bile, bir daha hiçbir yeni bölümünü izleyemeyeceğimi bile bile six feet under'ın son bölümünü izledim.

daha öncesinde blog'ta nip/tuck'ın gelmiş geçmiş en iyi dizi olduğunu düşündüğümü söylemiştim. çünkü o zaman henüz six feet under ile tanışmamıştım. ama yine de bu önerme hala gerçek olabilir çünkü six feet under' ı dizi kefesine koyamıyorum. her bölümü ayrı bir film, ayrı bir drama şaheseri. özellikle biraz da mazoşist yanınız varsa. çünkü acıtıyor.

bir süredir oturdum yazmaya çalıştım ama diziyi anlatamadım, kelimelere sığdıramadım. ona layık olmayan hiçbir şeyi yazmaya kalkışmak bile istemiyorum. bir dizi nasıl yapılmalıdır, karakter metinleri nasıl olmalıdır, ölüm ile yaşamın birbirleri ile olan ilişkisi nedir, bir insan neden ölür, ölmeyi hak etmemek diye bir şey var mıdır, ölümün erken olanı diye bir şey var mıdır yoksa her ölüm erken ölümdür- müdür? sorgulamanın faydası var mıdır. bunları düşündürtüyor bize.

-diziden bir sahne;
başrol karakterlerinden birisi rüya görmektedir. rüyasında kaybettiği babası, etine dolgun zenci bir kadın ve bir adam bir masa başında oturmaktadır. babasına diğer insanların kim olduğunu sorduğunda babası, zenci kadının hayat; adamınsa ölüm olduğunu söyler. bu sırada kadın ve adam çin daması oynamaktadırlar. sonra kadın kalkar adama doğru gider kucağına oturur ve adam kadını kahkahalar içinde becerir.

(daha iyi anlatılabilir miydi ki ölüm ile yaşamın ilişkisi ?!)

dizi yapımına giriş 101 dersi diye bir şey olsaydı bu six feet under olurdu. bu kadar net söylüyorum.

to nate!
maya, ah be kuzum
language!
bu anın fotosunu çekemezsin, çünkü çoktan bitti!


bir dizinin karakterleri özlenir mi yahu?! bittiğini kabullenemiyorum bir türlü.

4/06/2010

burası kadın osuruğu koktu

3


bugün okul çıkışında, taksime doğru yürürken yanımızdan geçen bir adam şöyle bir cümle kurdu:
"burası kadın osuruğu koktu"

bu adama bunu dedirten bilinç altı bize ne diyor?

a- vücut gazları üzerine bir workshop'a katılmış.
lisans eğitimi sürecinde bir derste kendisine verilen bu görev üzerine çalışırken konunun ilgisini çektiğini fark eder ve bu alana yoğunlaşmayı düşünür. çalıştıkça bakar ki aradığı şey budur. yükseğini bunun üzerine yapacaktır. günlük hayatta, pratik yaparak geleceğini daha da parlatmaya çalışan birey; gittikçe daha iyi sezgilere sahip olmaktadır. bu durum kendine olan güvenini arttırmaktadır.

b- fetişi var.
ne o şaşırdın mı?! neler yok ki bu da olmasın. deri ayakkabı yalayanını mı ararsın, ayak takıntılılarını mı ararsın, eşyalarla sevişenini mi ararsın. fazla nip/tuck izlemenin yan etkisi ve oluşturduğu gaz üzerine farklı bir fetiş arayışına giren birey, bunu bulmuştur. gül koklar gibi burundan, mum üfler gibi ağızdan. oohh,mis.

biliyorum ki sen soğuk kış gecelerinde yorganın altında osurup sonra kafasını içeri sokan ya da yorganı ani bir hareketle açıp yüzüne çarpan sıcak havadan hoşlanan insanla aynı insansın.

c- algısı açık.
helal sana be amca.

d-ayrıntıcı.
ben kadın anatomisine öyle bir hakimim ki diyor arkadaşına, üreteceği gazı açık havada bile seçmekte zorlanmam. çok kadın tanıdım imajı çiziyor alttan. şeytan ayrıntıda gizlidir sevgili amca, yola devam.

e-öküzün önde gideni.
ama komiksin, beni çok güldürdün.

4/05/2010

ideal çift nedir?

3


kimsenin fikrine herkes karışamaz.

.

0

sonunda alexander rybak'ı da atlattık kardeşlerim.

4/04/2010

bi gidin

2

ben biraz doluyum. dolduğum zaman çok fena oluyorum. hayatımdaki insanlara bunu yapmak istemezdim. onları da aforoz kategorisine sokmak istemezdim ama bunun için bir hafta sonunun daha geçmesini bekleyemeyeceğim. son 98 seferdir hafta sonlarım berbat geçiyor. neden? çünkü tüm arkadaş çevrem çok meşgul. istediğim son 98 filme gidemedim, neden? çünkü hayatımdaki insanlar çok meşgul. sevgili arkadaşlarım hepinize bayılıyorum, hepinizden çok hoşlanıyorum ama kabullenmeniz gereken bir gerçek var ki; tek meşgul olan siz değilsiniz. ben de burada hemşirelik okumuyorum ve hayattaki tek sıkıntım pansumana gitmek değil. lan, kaç hafta sonu geçiyor bir allahın kulu da şunu planladım gel gidek demiyor. cumartesi evde otura otura kendimi adeta bir geek, bir nerd, bir loser olarak görmeye başladım. bakın bunu buraya yazacak kadar da cesurum ve boku da tamamen size atıyorum. bloga iki gün bir şey yazmadım mı ihmal kategorisine sokulurken ben, önce kendi hareket şemanızı analiz ediyor ve bir kaç mappingle ifade etmeye çalışıyor musunuz? maalesef hayat her birimizi aşırı bencil olmaya doğru sürüklüyor. en büyük sıkıntı ya da meşguliyet kendimizinkisi sanıyoruz.



işte ben de genelde boşum pek işim yok o yüzden dedim bugün de eminönü'ne gideyim ki en sevdiğim bölgedir kendisi! bu haftasonunun tek güzel şeyi, orada gördüğüm bu çocuktu. arkasından sinsi gibi çektim. o arkasındaki kuyruk ya da tepelerdeki yaldızlı sarı kısımlar benim tarafımdan photoshop ile eklenmedi hayır. tamamen orijinal. yanında annesi ve babası da çok normal insanlardı. kendi üzerlerinde uygulayamadıkları çılgınlıkları aşklarının meyveleri ( aytek) üzerinde denemişler. iyi olmuş, çok da güzel iyi olmuş. üstelik tam hatırlamasam da şu an, çocuk saçım bozulmasın tadında cümleler de kuruyordu. doğuştan şekilli olmak da başa bela.






blog, gidip san francisco'ya mı yerleşsem acaba bilmiyorum. castro'da falan takılırım olmadı haftasonları. mimar olarak iş bulamazsam da starbucks falan bir şeyler ayarlarız artık.. (evet sonunda iki noktayı ben de kullandım)



bu hafta sonunu lügattan silesim var.

4/03/2010

dilim şişmiş

0

"bir bloggerin tutarlılığı zaman içinde belli olur." gibi hande yener kafasında iddialı açıklamalar yapmak istiyorum blog. ama yazarken bile bir fena oluyor içim. insanlar bu hadlerinden büyük lafları nasıl ederler, ettikten sonra nasıl piyasaya ya da dış dünyaya sunarlar kesinlikle anlayabilmiş değilmiş. bazen çok kısır dönemlerden geçiyorum. bu da o süreçlerden biri sanki. ya da değil bilemiyorum. bir şekilde beslenmem lazım. ama jüriye çıktım bu hafta, ondan mazur görülebilirim gibi.

jüride gördüm ki bu mesleğe sahip insanların, kendinden önce yanlarında hatta önlerinde yürüyen bir egoları mevcut. her türlü konuşma bir yerden sonra ego savaşına dönüşmeye başlıyor. daha öncelerde de söylediğim gibi mimarlığı kıyafet gibi giyenler var. ben sanatçıyım modunda gezmeyi çok seviyorlar. bir de çok gerçekçiler var. ama belki de en kötüsü, hangi safta olduğunu bilememek. yumurtaya can veren rabbim izin verirse bir gün, ben de nerede olduğuma karar vereceğim.

jüride gelen doğa ya da doğal olan nedir? sorusu karşısında koskoca bir grup kalakaldık. neden, bilinmez. insan, aslında çok hakim olduğu veya bir şekilde sürekli kullandığı şeyleri tanımlamaya gelince mallıyor gibi.

ya da yine egosu devreye giriyor gibi. söylediğim şey bir şekilde karşıt fikire denk gelirse ne olur kaygısına düşüyor gibi.

bir yandan da her şeyin belli tekniği ya da yazılmamış bile olsa kuralları olması, illa bir zorunluluk mu bilemedim. fotoğraf çekmeye bile kalksan bir sürü kural geliyor karşına. ordan nefes alsın, burdan şöyle olsun.

öte yandan, uyanma benim için en problem unsurlardan biri olma inadını sürdürmekte. şöyle ki, gece yatmadan önce alarm kuruyorum diyelim. alarmı kurdum ve o menüden çıktım. kesinlikle emin olamam dönüp 2-3 kez bakarım. alarmı etkinleştirmiş miyim diye. telefon titreşimdeyse ya da sessizdeyse ya da kapalıysa alarm kurunca, alarmın çalacağını %100 biliyor olsam bile telefonu yüksek ses moduna getirmeden uykuya dalamam. telefonunun şarjı bitmeye yakınsa ve sabah erken çıkacaksam, yani telefonumu şarj etmem gerekliliğini biliyorsam, telefonu şarja takmayacağım kesindir. çünkü her ne kadar alarmın, şarja takılıyken de çalıştığını bilsem de aklım bir şekilde beni çalmayacağına ikna eder ve kabullenirim.

mod demişken, matematikta en sinir olduğum konulardan biri mod hesabıydı. asla ısınamamıştım. bir şeye karşı soğuklama yaşadıysam da geri dönüşü zordur. ısınamamakta ısrarcıyımdır. hemşirenin ilk nöbeti kırmızı ayın 15'inde ise, 3. nöbetinin ne zamana denk geleceğine mod hesabı olarak yaklaşamam. oturur ilkel düşünürüm, parmak hesabı yaparım. öss' de bile yaptım. yapmadığım şey değil yani. I hate mod hesabı.

ne zaman öss muabbeti açılsa herkesin anlatacağı o kadar şey oluyor ki, asla tüketemiyoruz o konuyu. düşününce insan pskolojisine direk tecavüz eden bu olayın, bu anıları yaratması çok da imkansız bir şey değil ama benim girdiğim çetin çeviz öss'nin en en en saçma sorusunu kimse kesinlikle unutamıyor. unutulacak gibi de değil.

5-(-2+3) =?
keto-enol tautomerisi öğrettiğin insanlara, bu soruyu sormaya kalkarsan o insanlar, afallar. eksiyi parantezin içine dağıtmaya kadar bile götürür olayı. yaşanmadı da değil.

geleceğe dair çok net planları olan insanlardan çok çekiniyorum. belki çekinmiyorum özeniyorum. yok ya direk çekiniyorum. inşallah hiçbiri olmadan 2 sene içinde çoluğa çocuğa karışırlar diyorum içimden. baane?!

öte yandan da sonunda Alice in Wonderland'i izledim. genel kanıya tezat düşmeyen fikirlerle çıktım. filmde ağır bir tempo sorunu var. bir türlü içine dahil olamadım. belki de başroldeki kızın yirmi yaşında olması fikrine alışamamış olmamdı sebep bilmiyorum. belki de kızın bir nevi atiye, ya da gywneth paltrow olmasıydı sebep. öte yandan salonun çocuklarla olması düşündürücüydü. ki film asla çocuk filmi değildi. sürekli göze giren iğneler beni bile tedirgin etti ki fazlası da mevcuttu. kırmızı kraliçe filmin en başarılısı hatta başını alıp gitmiş şeyiydi ki helena bonham carter' ın altına elini sokup da başarı ile kaldıramayacağı bir şey olamayacağını bir kez daha idrak etmiş oldum. ayaklarımın altına sıcak domuz karnı.
johhny depp de bu filmde olmasa da oluru gibiydi sanki. yemek masası başındaki sahneleri, hariç tutuyorum bu noktada. alice' in sonunda gerçek hayatına dönüp, bir anda işletme profesörü kesilmesi ise tam anlamıyla klişeler klişesiydi. bi siktir git derler adama. tim burton, sweeney todd ile düşüşe geçen kariyerinde bir adım daha geriye gitmiş gibi gönüyor. gönül ister ki big fish ya da beetle juice performansına geri dönsün. ama sonuçta bir yönetmenin tutarlılığını da zaman belirler. keh keh.

salondaki çocuk kitlesi demişken yanımdaki iki veletten bahsetmeden geçemeyeceğim. bir kaç yaşında olan hatta belki de 2000+ doğumlu bu iki insan, tüm film boyunca konuştular. film esnasında ve arada facebook durum güncellemelerini sinemada oldukları ve hangi filmi seyrediyor oldukları konusunda bilgilendirerek gerçekleştirdiler. tabi ki iphone' ları ile via mobile olarak. bir yandan da ikinci kolalarını pıtz diye açmışlardı. tamam ben de keyif düşkünüyüm kabul, ama bu insanlar otuz beş yaşına geldiklerinde neyle tatmin olacaklar bilinmez, kestirilemez. nerde 0 2010'lar yapacaklar mı yani, 2000'ler 2010'lar partiler ya da. ya serdar ortaç vardı oğlum, 7 nota ile kaç farklı melodi yapılır ki zaten demişti ya. abi 2000'ler başkaydı mı diyecekler.

facebook ise gün geçmiyor ki süprizleriyle gündemimizde yer almasın. benim kendi profilimin, çok kendine has bir özelliği var. okey oyna' nın fanı olmam konusunda biraz ısrarcı. hatta bazen hızını alamıyor 2 kez üst üste hayran oluyor. beni daha az tanıyan ekli arkadaşlarım neler düşünecek ayol. bu çocuk okey aşkıyla kudurmuş diyecekler vallahi. oysa ki fan olurken en az iki kez düşünen insanım. şekilci olmak zor kardeş. belki de bu bir hacker işi, bilinmez. ama ne tür bir çıkarla, bir hacker böyle bir işe girişir o daha da bilinmez. anlaşılması zor. fan yaptığı kişi başına yüzde mi alıyor nedir. hayır bu kadar gelir getiren bir şeyse, tamam kalsın fanlığım. bir insanın boğazına gitsin o kazanç.

-bir yiyecek kaldığı zaman, anneme hayran olmamı sağlayan sevgi dolu cümle. atılacağına insan boğazına gitsin. bence kızlar anne olacakları için çok şanslılar.

bir de bize bakın. baba. babayı almak deyişine konu olmuş bir sıfatız. henüz değiliz de olacağız. tamam baba da candır ama yani kabul edersiniz ki anne başkadır. anne her zaman babayı çok rahat geçer. hatta çoğu zaman tur bindirdiği bile olur. hatta rahatça şampiyon belli ikinci kim? deme özgüvenindedir.

daha öncelerde de söylediğim gibi, kontrollü özgüven bana çok çekici geliyor. altı boş olmayacak ama.

google cidden, her google.com.tr' ye tıkladığımızda para kazanıyor mu öğrenmeyi çok istiyorum. şöyle ki rayting olayı hakkında bilgim olmadığı zamanlarda ben, televizyon başından başka bir yere gideceksem kanalı hep ntv'de falan bırakırdım. sanki her televizyondan algılanabilir bir şeymiş gibi düşünürdüm. ntv çok saygı duyduğum bir kanal olduğu için başkası para kazanacığına tabi ki onlar kazanır derdim içten içte. -adalet anlayışına gel- adeta bir robin hood.

allah aşkına bu rayting cihazları kimin evlerine bağlı. ben meraklı bir insanım ve gereksiz şeylere olan ilgi duyma özelliğimden dolayı bunu da çılgınlar gibi merak ediyorum. beni aydınlatsınlar lütfen. valla çıplak sevişenler var rahatsız oluyorum. kim bu ahlaksız programların yayında kalmasını sağlayan insanlar kardeşim.

bir ara facebook'ta her gün 1 yeni bilgi :) hayranlık sitesine fan olma furyası vardı. haber kaynağınızdan görmüşünüzdür canlarım. sonrasında ise çeşitleri türedi baya. zrenzjiim' den öğrendiğime bir türev ve bana göre en bombası olan her gün bir yeni apaçi sayfasına bir göz atmanızı dilerim sizden nacizane. işte o zaman hayatınız biraz daha anlam kazanacak, mutlu olmak için nerelerde eksik yaptığınıza dair bir nebze de olsa bilgi edineceksiniz. karakterlerle olsun, tarzlarla olsun tek insanlara dönüşeceksiniz.

"yalnız benim çok kötü bir özelliğim var. gerçekten çok kötü bir özellik. o da aşırı dürüst olmam." işte bu tip talihsiz açıklamalar yapan insanlar var bir sürü. sürüsüne bereket. yani arzu hanım, benim gerçekten önüne geçemediğim bir özelliğim var yavru köpeklere tecavüz ediyorum. diyor sanırsınız. işte güya bize ironi yapıyor. çakal. öyle etkiliyor bizi. yani o kadar dürüstüm ki bazen başıma çok büyük sıkıntı oluyor diyor. yalan söylemem gereken durumlar oluyor ama işte kahretsin o kadar dürüstüm ki pembe yalanlar bile söyleyemiyorum diyor. içim el vermiyor; yani çok kötü bir özellik biliyorum ama, napayım ben böyleyim diyor. ya bi siktir git derler, aforoz verirler adama.

hayat bu belli olmuyor. her an zevkleri değişebiliyor insanın. ben de yaşadım zamanında ıyk o ne be hayatta dinlemem, giymem, yapmam etmem şeklindeki iddialı açıklamalarıma tezat eylemlerde bulunduğum şeyler. ama bu bilinçliliğin son derece farkında olmama rağmen, şunu can-ı gönülden söyleyebilirim ki; şövalye yüzüklerinden nefret ediyorum. dünyanın bütün şövalye yüzükleri' nden* diyorum. yani bir de bu adam, dikkatsiz bir iş yapmaz. eminim bu yüzüğü bariz bir şekilde takmış olmasının da belli bir amacı vardır. ama olmamış işte arkadaşım. çirrrrkin! bir de meyil adresim sensin kelime oyunu var ki, en az benim adım orman kadar zorlama.